Bir haftadır Öcalan’ın İmralı günlerini, devletle kurduğu ilişki biçimini, bundan önceki barış süreçlerini ve bu süreçlerin nerede nasıl tıkandığını anlatan kitaplar okuyorum.
Hem devletin gözüyle yazılanları okudum hem de Öcalan’a yakın kişilerin yazdıklarını.
Anlatılanlar neredeyse aynı. Aradaki tek fark psikolojik üstünlük sağlama çabası.
Bunlardan en iyisi Cengiz Kapmaz’ın yazdığı Öcalan’ın İmralı Günleri adlı kitap.
Kitaplarda anlatılanlara çok yabancı değiliz. Fakat olup bitenler, söylenen sözler, takınılan tutumlar bir bütün olarak değerlendirildiğinde ortaya inanılmaz bir tablo çıkıyor.
Okuduklarımı benim ne aklım ne de vicdanım aldı.
Kitaplarda yansıyan ve beni de rahatsız eden o fotoğrafı size anlatmak istiyorum.
Biraz uzun olacak, fakat konu önemli, biraz sabır lütfen…
Abdullah Öcalan yakalanıp İmralı’ya getirildiğinde ilginç bir süreç başlıyor.
Devlet ve bazı PKK çevrelerine göre idam edilme korkusundan, Öcalan’a göreyse samimiyetle silahlı mücadeleyi bitirmeye karar veriyor.
Öcalan ilk günden itibaren kurduğu bütün ilişkileri, aldığı bütün yardımları ve bildiği her şeyi hiçbir gizlilik ihtiyacı duymadan anlatıyor.
Ve devlete bir çağrıda bulunuyor: Silahlı mücadeleyi bitirmeye hazırım, buna gücüm yeter.
İlk zamanlarda devletin (özellikle de 28 Şubat sonrası siyasi arenada etkin olan askerin) cevabı da olumlu oluyor.
Hatta bu konuda teşvik de ediliyor. Öyle ki dönemin kudretli isimlerinden Çevik Bir İmralı’ya gidip Öcalan’a “Senden çok şey bekliyoruz” diyerek Öcalan’ı teşvik ediyor.
Bundan sonra, Öcalan İmralı’da PKK’nin etkin bir lideri gibi çalışmaya başlıyor. Verdiği talimatlar, öneriler büyük bir titizlikle PKK’ya ulaştırılıyor. Sadece PKK’ya da değil, bütün kamuoyuna, medyaya, sivil toplum kuruluşlarına Öcalan’ın mesajlarının iletilmesinde bir sakınca görülmüyor.
ÖCALAN: “İSRAİL, KÜRT DEVLETİ KURMAK İSTİYOR”
Öcalan mealen “İsrail ve ABD bölgede bir Kürt devleti kurmak istiyor. Bizi buna alet etmek istiyorlar. Bu oyunu bozmak bizim işimiz. Benim amacım Kürt milliyetçiliği değildi. Demokratik haklar ve özgürlüklerin temini bizim için yeterli. Ülkenin bayrağıyla da, bütünlüğüyle de, diliyle de bir sorunumuz yok.
PKK artık silahla bir yere varamayacağını görsün” diyerek sürece start veriyor.
Ateşkes ve ardında da gelecek sınır dışına çekilme işlemi başlıyor.
Fakat işler kimle yürütülecek, kimle konuşulacak? Bir türlü muhatap bulunamıyor.
Avukatların ciddi araştırmaları sonucunda her seferinde “Muhatap biz değiliz ‘kriz merkezi’dir” denilerek bir yapıya işaret ediliyor. Fakat hiç kimse bu ‘Kriz merkezi’nin kimlerden oluştuğunu bulamıyor!
Çekilmenin başladığı günlerde avukatlar Genelkurmayı arayarak Öcalan’ın çağrısı üzerine bir süreç başladığını, PKK’lı grupların teslim olmak için Türkiye’ye geleceğini fakat bir muhatap arandığını söyleyerek telefona çıkan binbaşıdan yardım istiyorlar.
Binbaşının bir gün sonra “muhatap biz değiliz” demesi üzerine süreç birdenbire sahipsiz kalıyor.
Zaten PKK’lıların sınır dışına çekilme süreci başladığında da o güne kadar olanlardan daha ağır bir operasyon dönemi başlıyor. Sınır dışına çekilmeye çalışan PKK büyük kayıplar veriyor.
Öcalan’ın “Devlet muhatap almış görünmek istemiyor, normaldir, biz bu işi sonuna kadar sürdürelim” çağırısı üzerine süreç sıkıntılı da olsa devam ediyor.
Fakat hem askeri operasyonların yoğunluğu hem muhatapsızlık hem de provokasyonlar yüzünden, büyük umutlarla başlayan süreç yarıda kesiyor.
DEVLETİN KONTROLÜNDEKİ PKK
Bu arada Öcalan PKK’yı yönetmeye aynı hızla devam ediyor.
PKK’nın adının değişmesine, kimlerin nerelerde görev alacağına, yeniden yapılanmalara, Kürt hareketine yakın gazete ve TV’lere yönetici atanmasına, hangi sözlerinin manşet olacağına hangi konuşmalarının köşe yazısı olarak yayınlanacağına İmralı’da devletin elinde olan Öcalan karar veriyor.
Ama dikkatimi çeken, ilk gün söylediği “Türkiye için herşeyi yapmaya hazırım’ noktasından sapmadığı halde, PKK’nın da durumunu muhafaza etmekten geri durmuyor.
Öyle ki Leyla Zana hapishaneden Öcalan’a telgraf çekip “Avukatların talimat ve konuşmaları kendilerine ulaştırmadığından” şikayet ediyor.
PKK’ya yakın gençlik hareketinden de benzer bir telgraf aldığında, avukatların azlederek yeni avukatlar atıyor.
Bütün konuşmaları, bütün stratejik önerileri, PKK’da oluşan sorunların çözümüne dönük çabaları hiçbir kesintiye uğramadan muhataplarına ulaştırılıyor.
Öyle ki “Barış sağlanmazsa PKK’nın büyük bir savaş başlatabileceğini, şehirlere inip turistik bölgelere yöneleceğini” söylediği cümleleri bile sansürlenmeden PKK’ya ulaştırılıyor.
Sansürlenen tek cümlesi ise 33 erin öldürüldüğü olayı anlattığı “Bizim Şemdin Sakık, Yeşil kod adlı Mahmut Yıldırım’ın verdiği bilgiyle o askerlere saldırarak büyük bir oyuna geldi” cümlesi.
Ne zaman bir ateşkes ortamı oluşsa operasyonlar daha da sıklaşıyor, şahin demeçler yoğunlaşıyor ve PKK’nın tekrar saldırıya geçmesi adeta teşvik ediliyor.
PKK saldırıya geçip ortalık kan gölüne döndüğünde ise Öcalan’ın kapısı çalınarak bir şeyler yapması isteniyor.
OYUNUN STİLİ DEĞİŞİYOR
Oyun 2004- 2005 yıllarına kadar böyle devam ediyor.
2005 yılında devlet birdenbire bir şey fark ediyor: İmralı’dan sorumlu kurumun yetkilisi olan Yaşar Bütükanıt’ın “Dünyanın neresinde bir örgüt hapishaneden yönetilir” diyerek Öcalan’ın İmralı’dan PKK’yı yönettiğini itiraf ediyor.
Bundan sonra Öcalan’ın bütün konuşmaları kontrol altına alınıyor ve yıldırmak için karpuz dilimlerini küçültme, tuvaletini gözetleme, gürültü yapma gibi yöntemlerle Öcalan’ı terbiye etmenin yolları deneniyor.
Sonraki yıllarda söylediği bir cümle nedeniyle verilen hücre cezasına Öcalan’ın “10 yıldır benim burada PKK’yı yönetmeme kim izin veriyorsa onların da yargılanmasını istiyorum” çıkışı üzerine hücre cezası uygulanmadan iptal ediliyor.
Fakat devletin Öcalan’la kedi fare oyunu bitmiyor. Ama her seferinde Öcalan etkinliğini koruyor.
ÖCALAN: “BARIŞ İÇİN HİÇBİR ŞARTIM YOK”
Öcalan ilk günden itibaren “Hiçbir ön şartımız yok. Silahlı mücadeleyi bitirmek için ne gerekiyorsa yapalım. Beni muhatap almak istemiyorlarsa seçilmişleri alsınlar veyahut oluşturulacak ‘Akil insanlar heyetini’ muhatap alarak bu sürecin sürdürülmesini…” istiyor.
Ama bu konuda devlet ciddi bir çaba sarf etmiyor.
Dahası, bu sorunun devlette muhatabı da yok.
AK Parti’nin güç kazanmaya başladığı dönemde, askeri yetkililer Öcalan’ı ziyaret ederek “Böyle düşük yoğunluklu savaş stratejisi izlediği müddetçe muhatap alınmayacağını, eğer muhatap alınmak istiyorsa savaşı kızıştırması gerektiği” öğüdünü veriyor.
İlk yıllarda Öcalan AK Parti’ye güvenmiyor. Hatta “AK Parti, PKK ile askerin arasını bozmaya çalışıyor” diyerek iktidara mesafeli duruyor.
İKTİDAR OYUNUNA GENÇLER KURBAN VERİLİYOR
Bütün bunları hep beraber yaşadık. Bilinmeyen olaylar değil. Zamanında gazetelere haber olduğunda hepimiz şaşırıp “Nasıl olur?” demiştik.
Ama geldiğimiz noktada bütün bunların unutulacağını düşündüğüm için yeniden dikkatinizi çekmek istedim.
Devlet içindeki güç odaklarının, PKK ve neden olduğu çatışma ortamı üzerinden bir iktidar savaşı verdiklerini hatırladığımızda şimdiki ‘Barış süreci’ daha bir kıymetli oluyor.
PKK’nın artırdığı veyahut azalttığı şiddetle iktidar oyunu oynuyorlar.
Gencecik çocuklarımız “Ülkenin birliğini koruyoruz, PKK’ya taviz vermiyoruz, Öcalan’ı muhatap almıyoruz” yalanıyla iktidar savaşına kurban veriliyor.
Bu, Türkiye’nin birliğini, bütünlüğünü, huzurunu isteyenlerin savaşı değil.
Şimdi bir barış süreci var.
Belki de ilk defa bir muhatap var. Ve ilk defa birileri bütün açıklığı ile süreci yöneterek bu işi bitirmeye çalışıyor.
Biter mi? Göreceğiz.
Tamam, üslup sorunlu olabilir. Tamam, yöntem sorunlu olabilir. Tamam, bir özensizlik var ama geçmiş dönemlerdeki PKK-devlet ilişkisine baktığımızda Başbakan Erdoğan’ın ve hükumetin bu açık muhataplığının ne kadar kıymetli olduğunu şimdi daha iyi anlıyoruz.
Barış süreci tam da “Türkiye bölünüyor, PKK’ya taviz veriliyor, Öcalan serbest kalacak” endişesi taşıyanların daha çok desteklemesi gereken bir süreç
Çünkü devlet içindeki odaklar tam da bu hassasiyeti kendilerine malzeme yaparak PKK vasıtasıyla gencecik çocukların canı üzerinden bir iktidar oyunu oynuyorlar.
Şimdi başlamış olan süreç sekteye uğradığında bu ülkenin daha kaç gencinin bu iktidar oyunlarına kurban verileceğini düşünmek hepimizin görevi.
PKK ile yürütülen savaşta bilin ki ne biz varız ne de bizim önemsediğimiz değerler.
PKK ile bu sorunu savaşarak bitirmeyenler, şimdi barışarak da bitirilmesini istemiyorlar.
Yoksa ne Öcalan’ın serbest kalması ne de Türkiye’nin bölünmesi dertleri değil. Twitter.com/acikcenk
Bu yazıya Facebook'ta yorum yapmak için tıklayın