Akil insanlar meselesi var. Öcalan'ın yeni mektubu var. Barış
süreci bütün hızıyla ilerliyor.
Ama ben kalkmışım Madrid'de neler gördüğümü anlatıyorum…
Daha bir kaç gün önce Başbakan Erdoğan ‘Kürdistan
Eyaleti’nden bahsetmedi mi? Eyalet sisteminin Türkiye için
çok faydalı olduğunu söylemedi mi? Muhafazakar toplumun çabuk
benimsemesi için Kürdistan üzerine bir de Osmanlı sosu dökmedi
mi?
Buna itiraz eden, sorgulayan, rahatsız olan kimse çıktı mı?
Çıkmadı.
Durum böyleyken kalkıp 'Akil insanlar'ın
kalitesini ve esas işlevini, barış sürecini, Öcalan'la bir pazarlık
yapılıp yapılmadığını tartışmak biraz komik kaçmaz mı?
“Kürdistan Eyaleti'nin Türkiye için faydası” en
yetkili ağızdan ilan edildikten sonra kimin Akil adam olduğunun bir
kıymeti var mı Allah aşkına?
Başbakan "Eyalet sistemi çok faydalıdır Osmanlı’da da
Kürdistan eyaleti de vardı" dedikten sonra PKK'nın
'silahlı mücadele'de ısrar etmesi için salak
olması gerekmez mi?
Ee daha neyi tartışacağız? Bu tartışmalar alışma sürecini
hızlandırmaktan başka neye yarar ki?
Neyse lafı daha fazla uzatmadan size Madrid'de gördüklerimi
anlatayım.
GS-Real Madrid maçını izlemek üzere Madrid'e gittim.
Aslında futboldan anlamam. İlgi alanlarım içerisinde
futbola yer yok. Ama seyahate çıkmak için bu tür bahaneleri
kaçırmam.
Bu yazı aslında sadece Madrid yazısı da değil. Bazılarının
tabiriyle "Batı hayranlığı" kokan Avrupa
şehirlerine bakarak kendi durumumuza hayıflanma yazısı.
Yurtdışına her çıktığımda ruhum ne kadar çok özgürleşirse bir o
kadar da karamsar, mutsuz, huzursuz bir şekilde yurda
dönüyorum.
"Ruhum çok özgürleşiyor dedim" çünkü Avrupa’nın
birçok ülkesine gittiğinizde bir hapishaneden çıkmış gibi
hissediyorsunuz. Ruhunuz sizden ayrılıp bütünüyle sizin için
tasarlanmış bu şehirlerde dolaşmaya başlıyor.
Çünkü o şehre vardığınızda fark ediyorsunuz ki bu şehirler
insanların mutluluğu ve huzuru için planlanmış. Geniş kaldırımlar,
her bölgesinde asırlık ağaçların olduğu yüzlerce dönümlük parklar,
şehirlerin en güzel yerlerine en görkemli binalarla kurulmuş
kütüphaneler, müzeler ve sergi salonları, yüzyıllardır korunmuş ve
devam ettirilmiş mimari bütünlük, sığınak gibi değil huzur bulacak
yaşam alanı olarak inşa edilmiş evler, toplu taşıma araçları ve o
araçlar için yapılan özel yollar…
Hepsindeki tek öncelik insan.
Üstelik sadece şehirleri değil.
İnsanların çalışma disiplini ve güleçliği, birbirlerine ve size
olan nezaketleri, kurallara uymadaki hassasiyetleri, medeni
cesaretleri, özgüvenleri ve yaşam kültürleri... Bütün bunları
gördüğünüzde ister istemiz canınız sıkılıyor: Türkiye’de neden
böyle bir intizam yok?
Niçin kültüründe 'insana öncelik' vurgusu bu
kadar belirgin bir ülkemiz, 'insan'ı bu kadar geri
plana attı?
Kapitalizmin 'ötekisi' olarak görülen 'Müslüman
bir ülkede rant nasıl bu kadar belirleyici rol üstlendi?
Bu ülkeyi kimler hangi niyetlerle artık düzeltilemez bir hale
soktu? Allah korusun, ama işgal kuvvetleri bile yönetseydi
şehirlerimiz bu kadar yaşanmaz hale gelir miydi? Düzeltmek için
çabaladığını söyleyenlerin daha da berbat hale getirmesi bir
tesadüf mü?
İşte Madrid'de, Londra'da, Prag'da, Berlin'de Paris'te, Roma'da
dolaşırken bu sorular aklınızı, beyninizi, ruhunuzu yiyip
bitiriyor.
Yıllarca "batının ilmini ve teknolojisini alın
ahlakından uzak durun" dediler.
"İlim de, teknoloji de onların olsaydı da ahlaklarını
alsaydık" demek geliyor içimden.
Bir bütünken yaşanmaya değer gibi bir ülke kuramadık. Bakalım
Kürdistan ve Lazistan gibi dilimlere ayrıldıktan sonra bu ülke adam
olabilecek mi?
Sanırım mesele adam etmekte değil adam
olmakta. twitter.com/acikcenk
Bu yazıya
Facebook'ta yorum yapmak
için tıklayın