Birkaç arkadaş. CHP Kurultayına gidip gitmemeyi tartıştık.
Birimiz "Gidip yerinde görelim" deyince,
diğerimiz ekleyiverdi: "Olmayan bir şeyi nasıl yerinde
göreceğiz ki."
Gitmedik.
İyi ki de gitmemişiz.
CHP kurultayına "aynı tas, aynı hamam" bile
denemezdi.
Parti Meclisi'ne girmek için verilen mücadeleyi
izlerken. Batan gemide, gemi direğine tırmananları hatırladım
nedense.
Yukarı çıkarak kurtulacağını sanan bir zeka tutulması.
Kurultay "demokrasi, değişim, kardeşlik" adını
taşıyordu. Salonda üçü de yoktu.
Demokrasi derseniz. Tek adaylı
demokrasi mi olurdu?
Değişim derseniz. "Değişim"den kasıt
ileriye doğru bir gidişse, o da yoktu.
Tam tersine. Bir geriye doğru gidiş var, ilerisi yoktu.
CHP'ye getirilen eleştiriler çok eski değil miydi? Yeniden
gündeme getirip savunmaya geçmeler ne iş?
"CHP dinsiz parti" eleştirisine, temeli taaa
1967'de atılmış Kocatepe Camisi'ni örnek vermek de neyin nesi?
Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın yemin ettiği tarih 28 Ağustos 2014.
Kılıçdaroğlu'nun yeminden bölümler hatırlatması şimdi.
Aradan geçmiş onca zaman. Hatırlatacak onca durum olmuş, Kemal
Bey kızgınlığını Kurultaya saklayıvermiş.
"Kardeşlik" derseniz. Parti Meclisi'ne girmek
için verilen mücadele, havada uçuşan listeler falan.
Bu ortama bir de Kılıçdaroğlu'nun konuşmasındaki cümleleri
evirip çevirip seyirciye yeniden sunan yorumcu gazetecileri
ekleyin.
Kongre ve kurultaylarda, televizyonlar genel başkanların
konuşmasından sonra kesin yayından çıkmalı bence.
Yorumcu niyetine ekrana çıkanların, izleyeni gerzek yerine koyan
geyik muhabbeti dayanılır türden değildi.
Sözün kısası;
CHP yorgun. Umutsuzluğu taşımaktan yorgun.
Kanımca. Parti ruhunu teslim etmiş, kimsenin
bunu itiraf etmeye dili varmıyor.
AKADEMİSYENLERİN
MEKTUBU
Okur soruyor: "Neden akademisyenlerin bildirisi hakkında
bir tek cümle kurmuyorsun? Sen de akademisyensin."
Cevap veriyorum:
Bir, sosyal medya kullanmıyorum.
"Dijital sosyal" biri değilim. Dolayısıyla böyle
bir bildirinin varlığından Cumhurbaşkanının konuşmasıyla haberdar
oldum.
İki, bildiriyi okuyunca,
"imzalayanların yarısı okumadan imzalamış olsa
gerek" dedim.
Üç, "kaleme alan kişinin ciddi bir
ifade ve de üslup sorunu olsa gerek" dedim.
Dört, "bir akademisyene yakışır nesnellik
yerine, fazlasıyla sübjektif" dedim.
Beş, ilkesel olarak bu tür bildirilerde metin
kadar imzacıların niteliğine bakarım. Zerre hazzetmediğim isimler
varsa, o metni görmezden gelirim.
Mesela Ahmet İnsel ve Baskın Oran gibi isimler varsa ben
kesinlikle yokumdur.
Altı, "akademi ve devlet gibi iki iletişim
özürlü yapının karşı karşıya gelmesi fena" dedim.
Yedi, hepsi ama hepsi bir yana. Türkiye
Cumhuriyeti'nde bildiri imzaladı diye ne bir akademisyenin ne de
herhangi bir insanın tutuklanmasını, evlerinin basılmasını kabul
etmek mümkün değil.
Hele bir de bunun şiir okuduğu için tutuklanan bir
Cumhurbaşkanı döneminde yaşanması hayli büyük bir
tezat.
BALBAY'IN DURUMUNDAN SONUÇ
ÇIKARMAK
Yeterli imzayı toplayamadığı için CHP genel başkanlığına aday
olamayan Mustafa Balbay'dan çıkan sonuçlar;
Bir, medyatik olmak lider olmak anlamına
gelmez.
İki, seviliyor olmak talep edilmek anlamına
gelmez.
Üç, hapis yatmış olmak karizma kazanmak
anlamına gelmez.
Dört, vekillikte seçilecek sıraya konmak,
takdir görmek anlamına gelmez.
BİRİ ETHEM ÖZIŞIK'A DİRSEK
ATSIN
Şiddete karşıyız, dirseğin dozu düşük olsun ama mutlaka
Poyraz Karayel'in senaristi arkadaşa o dirsek
atılsın.
24 Ağustos 2015'de yazmışım. Poyraz Karayel'in yeni sezonundaki
değişimler diziyi sıkıntıya sokacak demişim.
Dizi sıkıntıya girdi. Çünkü izleyicisi sıkıntıya girdi.
Oysa başlarda. Senarist Ethem Özışık kaleminden
döktürüyordu.
Şimdi savuşturur gibi yazıyor.
Bu dizinin izleyicisinin zekasını önemsiyordu, şimdi
küçümsüyor.
O kadar çok tutarsızlık var ki, artık "dizidir
dizi" deyip geçemiyorsun bile.
Biz Poyraz ve Ayşegül aşkını
sevdik.
Sevgili Ethem kardeş, sen bir tatile çıkıp gel, ama
dönüşün muhteşem olsun.
Senaryoyu bir an önce toparla ki, şu dizi çöplüğünde ayrı
tuttuğumuz bu iş sürsün.
AKLIMDA KALAN
Yazar kıskançlığı: Bu
aralar kendimi okumaya verdim. Gündelik
koşuşturmalardan bulduğum fırsatlarda yazmak yerine okuyorum.
İçimden dışarı atmak istediğim sözcük yok. Sözcük
toplama mevsimindeyim sanki. Haruki Murakami
okuyorum. "Uyku"su bitmek üzere. Kitabın
anlatıcısı bana benziyor, ya da ben ona. Benim de
uyuyamama sorunum var. Uykum geliyor, yatıyorum. Kafamı yastığa
koyunca uyku evi terk ediyor. Doğan Kitap'tan editörüm Handan,
"Mutlaka Murakami okumalısınız" derken ne kadar
haklıymış. Sadece Japonya'nın değil, bence çağımızın en büyük
yazarlarından biri. Dili öyle saydam ki,
kıskandım. Cümleleri o kadar yalın ki
kıskançlıktan öldüm. Sözcükleri o kadar gereksiz
otlardan ayıklanmış gibi, kıskançlıktan
çatladım.