Suç benim değil. Bayram sonu keyifli bir yazıyla merhaba
diyecektim, olmadı.
Aydın Doğan'ın Cumhurbaşkanını yalanlayan açıklaması ortalığa
düşüverdi.
Tam da "Aman Aydın Bey, sağın solun dolduruşuna
gelmeyin. Süreci itidalli yönetin" yazısı döşenecektim.
Fırsat kalmadı.
Hürriyet'te, "Ben hiç kimseye öyle bir şey
demedim" başlıklı açıklaması yayınlandı.
Açık mektubun metin analizini yapıp, saptamalarım ne kadar
isabet etmiş merakıyla Ertuğrul Özkök'ü
aradım.
Bodrum'da, teknede, beyaz şarabını yudumlarken
yakaladım.
(Telefon dinleyenler zahmet etmesin, konuşulanları buraya
yazıyorum.)
"Mektup çok profesyonelce yazılmış gibi" dedim,
"Aydın Bey kendisi mi yazdı?"
Özkök açık kapı bırakmadı, "Tamamıyla kendisi
yazdı" dedi.
Metinde ilk dikkatimi çeken, hitap kısmında "m"
harfinin eksikliğiydi. "Cumhurbaşkanım" değil,
"cumhurbaşkanı" diyordu. Devamındaysa. Demirel
için "Cumhurbaşkanımız" ifadesi kullanılmıştı.
Daha üç-beş yıl önce Büyükanıt'ın başı bu "m"
harfinden derde girmemiş miydi?
Fazla sert bir giriş olmuştu. İletişim böyle
bir şey. Bir "m" harfinin eksikliği çok şey
demekti.
Özkök bu saptamama açıklık getirdi, "Aydın bey yapılan
haksızlığı kabullenemiyor."
Peki, "Siz Kasımpaşalıysanız ben de
Kelkitliyim" vurgusundaki meydan okuyucu
dile ne demeliydi?
"Meydan okuma değil" dedi Özkök,
"sadece insanların doğdukları yerle ilgili sosyolojik bir
ifade." Kasımpaşa ile Kelkit'in bir farkı olmadığını
anlatmak istemiş.
Bunca yıl iletişim analizini yapan biri olarak Erdoğan'ın,
"Kasımpaşalıyım" vurgusunu sosyolojik olarak
değil, meydan okuyucu bir ifade olarak kullandığını
hatırlattım.
Aydın Doğan'ın kullandığı "devlet insanı"
ifadesini konuştuk. "Devlet adamı" yerine
seçilmişti, cinsiyet ayrımcılığı yapmamak için. Mektubun bütününde
bu sadece bir ayrıntıydı.
Elbette Aydın Doğan'ın mektubunda Demirel'in kendisine yazdığı
mektubun yer alması önemliydi. Özkök ile hemfikirdik o konuda.
Metin analizlerimiz benziyordu. Da. Duruma
bakış açımız benzemiyordu.
Bana göre mektubun dilinde meydan okuma vardı, ona göre Aydın
Doğan'ın Cumhurbaşkanının suçlamalarına karşı kendisini ifade
ediyordu.
"Bir iletişimci olarak fikrimi söylemek isterim, duymak
ister misiniz?" dedim. İstedi.
"Ben olsam böyle bir açıklamayı yapmazdım"
dedim, "Bu tür mektuplar mevcut durumu kötüleştirmekten
başka işe yaramaz."
Devam ettim: "Mektup yazma işini ben fazlaca naif bir
yaklaşım olarak değerlendiriyorum."
Ertuğrul Özkök ile bu konuda anlaşamadık. Ona göre Aydın
Beyin amacı kendisini üçüncü şahıslara ifade etmekti.
Tüm mesele de zaten bu üçüncü şahıslar. Bence. Onların
konuyla ilgilisi zaten taraf ve neyin ne olduğuna dair kendince
kesin bir inancı var. Konuyla ilgisizine ise davul çalsan
ne önemi olur ki...
Sonuçta iletişimde duygulara yenilmek, başa bela bir
durumdur.
Cumhurbaşkanının danışmanlarına öneri: İki kişi arasında
konuşulanları (gerçek ya da değil) ortaya dökmek hoş bir resim
ortaya çıkarmıyor.
Aydın Doğan'ın ekibine öneri: Ateşe benzin dökmek pek
akla uygun bir yöntem değil.
SUUDİ'LER BİLMİYOR MU, UMURSAMIYOR
MU?
Yine. Suudi yönetiminin neden olduğu yüzlerce
ölü, bir o kadar yaralı olmamış gibi davranılacak. Hiç
değilse birkaç not düşeyim.
Majesteleri, lütfen şunlara dikkat ediniz;
Bir, helikopterler zenginleri oradan oraya
taşımak için üretilmemiştir. Hem acil durumlar hem de alanı
yukarıdan takip ve denetim için kullanmayı neden düşünmezsiniz?
İki, anons diye bir yöntem var. En ilkeli,
verin helikopterdeki görevlinin eline megafonu insanları
uyarsın.
Üç, onlarca kamera sisteminiz var. O sistemleri
kalabalıktaki olağan dışı durumları izlemek için değil, önlemek
için kullanmalısınız.
Dört, bir sene Mekke'ye hacı adaylarını
almayın, tüm sülaleniz hacı olsun, belki böylece jiplerle
kalabalığa dalmaktan vaz geçerler.
Beş, insanları gruplara ayırmak, zamanı
dilimlere ayırmak gibi basit bir yöntem var. Öyle saldım çayıra
Mevlâm kayıra olmaz ki.
Altı, en kıytırık kafelerde bile soğuk buhar
püskürten düzenek varken, sorun Erol Olçok'a, miting alanlarını
bile serinletmiş kişidir, size de yol öğretsin.
AKLIMDA KALAN
Merak ettiğim
istatistik: Gün geçmiyor ki, takla atmış
"hafif ticari araç" haberi duymayayım. Kaza yapma
oranı yüksek. Takla atma oranı ondan daha yüksek. Trafiğin
teröristleri gibi kol geziyor bu araçlar. Belki de bu araçların
anatomisi trafiğe uygun değil. Belki de bugünlerde
Volkswagen'de yaşanan egzoz
skandalının benzeri bu araçlar için geçerlidir. Dünya
ülkelerindeki sayısıyla Türkiye'deki sayısını karşılaştıran bir
rakam var mıdır? Sürücülerinin kendini F1 pilotu sanıp diğer
sürücülerin ensesine binmesi de cabası. "Hafif
ticari" belki de fazla hafif ki dört teker üzerinde zor
duruyor. Acaba bir yerlerde birileri de benim gibi merak
etmiş midir? Bu hafif araçların karıştığı kazalarla ilgili
rakamlar var mıdır? Meraktayım.