11 Eylül 2001’de.
ABD’nin göbeğinde, 3000 kişi öldürüldüğünde
kafalara yer eden cümle şuydu: Artık dünyanın hiçbir yeri güvende
değil.
11 Eylül sonrasında. El Kaide üzerinden yapılan
terörist tanımını hatırlayalım:
Müslümandı. Doğuluydu. Göçmendi.
Eğitimsizdi.
Daha da ileri gidilmişti. Kirli, dökük ve
sakallıydı.
ABD’nin güvenlik duvarları bu tanıma göre
yeniden ve yüksek biçimde örülmüştü.
Bu niteliklerin yerleşik olduğu ülkelerden
gelen uçakların yolcuları çırılçıplak soyulmadan ülkeye
alınmıyordu.
Herhangi bir niteliğiniz bunlardan herhangi
biriyle örtüşüyorsa, potansiyel terörist muamelesi
görüyordunuz.
Ve fakat.
22 Temmuz 2011’de. Yani, 11 Eylül’den 10 yıl
sonra.
Norveç’teki saldırılarda 77 kişi
öldürüldü.
Saldırgan 10 yıl önceki tanımın tam
tersiydi.
Hristiyandı. Batılıydı. Yerliydi. İyi
eğitimliydi. Düzgün giyimliydi.
“Dünyanın hiçbir yeri güvende değil” cümlesinin
yanına bir cümle daha ekleniverdi, Oslo’da: Tehdit herkesten
gelebilir.
Rus Büyükelçiyi öldüren suikastçiye
bakın.
Irak’tan, Suriye’den ülkemize girmiş değil. Tam
ters yönden batıdan, Aydın Söke’den.
Bir polis, hem de Çevik Kuvvet’ten!!
Alıştığımız gibi canlı bomba değil, tek kişiye
yönelik canlı öldürme ve ölme düzeneği.
Diyeceğim o ki, her terör eyleminden sonra
klasik cümlelerle geçiştirmek yerine, “yeni dünya”yı istihbarat
anlayışından, liyakat sistemine kadar başka türlü düşünme zamanı
geldi de geçiyor.
Üstelik ezberlerin tepetaklak edildiği yeni
zamanı anlamak için, her kesim çaba sarf etmeli.
Yoğurdu nasıl yiyeceğimiz üzerine ahkâm kesmek
yerine, yoğurdun siyah olduğunu kavrayabilmiş bir anlayışına
ihtiyacımız var.
Bu anlayışı geliştirmeyi, paniklemiş Hükümetle
birlikte, gittikçe sümsükleşen muhalefetten, karaktersizleşen
entelektüel dünyadan, pespayenin dibini bulmuş medyadan beklemek
zorundayız.
Bahtsızlığımız herkesin eylem adamı olma
hevesinden, düşünme adamı kıtlığı çekmemizden.
NASIL
OLUR?
Dün. Okurlarımdan Umay Tuana T., e-postasında
“Baktığım her yerde canlı bomba arıyorum. İyileşecek miyim?” diye
sormuştu.
Yine dün, hastane ortamından dershane ortamına
kendimi attığımda.
Öğrencilerimden biri, Ankara’da, Eryaman
otobüsünde yaşadıklarını anlatmıştı.
Otobüste. Kadının biri sakallı, kalın montlu
bir adamı göstererek “canlı bomba var!” diye bağırınca kim varsa
adamın üzerine çullanmış.
Şoför kenara çekmiş otobüsü. Adamcağızı önce
dövmüşler, sonra giysilerini soymuşlar.
Canlı bomba sandıkları adamın üzerine çullanan
bir manyak insan topluluğuyuz epeydir.
Bakmışlar ki adam masum, “pardon” deyip üstüne
de kendilerini değil, adamı otobüsten indirmişler Armada’nın
önünde.
Ankara’daki çok katlı psikiyatri kliniği
gökdelene dönse yeridir o kadar tırlattı millet.
Dayımın sık kullandığı ifadeyle şaftımız
kaydı.
Dünün sabahı. Kardeşim sıkışık trafikte, yan
arabada IŞİD görseline uyumlu dört kişiyi görünce kaçacak yer
olmadığından “hayat da buraya kadarmış” deyip durumu
kabullendiğinden söz etmişti.
İşte o dünün akşamı. Hastanedeki odaya dönüp
annemi öperken. Rus büyükelçisinin Ankara’nın orta yerinde suikaste
kurban gittiğini öğrendim.
Orta yeri de laf mı, Ankara’nın göbeğinin
içinde!
Karşısında ABD elçiliği, az aşağısında TBMM, az
yukarısında Başbakanlık, elçilikler ve tüm önemli
mevkiiler.
Dahası. Tam karşısında polis çevirme noktası
var. Ve 100 metre yukarısında da var.
Herkesin, herkesi canlı bomba sanacak kadar
huzursuz yaşadığı günlerde, polis otolarının kırmızı mavi
ışıklarının tam orta yerindeki binada oluyor suikast.
(Polis arabası ışıklarının kozmetik işlevi
dışında bir işlevi olduğuna hiç inanmadım.)
Sonuç?
Türkiye güvenlik riski en yüksek, emniyet tedbiri en düşük ülke
oluyor uzaktan bakınca.
AKLIMDA KALAN
Gazetecinin üç hali:
Eskiden gazetecinin tek hali vardı, katı. O
nedenle de ya kırılır ya da bükülürdü. Şimdi gazetecinin sıvı ve
gaz hali de var.