Birkaç gündür içki yasağını yazmak istiyorum. Fakat nerede
duracağımı, ne söyleyeceğimi bir türlü netleştiremiyorum.
Bir tarafta, yasak getiren hükümetin takındığı nobran, kaba,
“ben yaptım oldu” üslubu ve bu üslubu dayandırdığı
dindarlık algısı var. Diğer tarafta ise eğlenirken edepten,
hayadan, başkasına saygıdan yoksun toplum yapımız var.
Elbette sorunların yasakla çözülmeyeceğinin farkındayım. Esas
olanın toplumun bilinç ve kültür düzeyinin yükseltilmesi olduğunu
da biliyorum.
Fakat meselenin bir de günümüz şartlarına göre yansıyan yüzü
var.
Kendi evime giderken bir parkın yanından geçerken çektiğim
sıkıntıları biliyorum. Evin yanındaki boş arazide geceleri içip
taşkınlık yapanların çıkardığı olaylardan bunalan ve evini satmak
zorunda kalan insanlar tanıyorum.
Eğlenmeyi bilmiyoruz. İçmeyi bilmiyoruz. Düğün yapmayı
bilmiyoruz. Eğlenmek için izlediğimiz futbola bile ölüm
bulaştırıyoruz.
Hükümetin koyduğu yasağa karşı çıkanlara bakıyorum, bu sorunları
görmezden geliyorlar.
Her yeri Etiler, Nişantaşı, Bebek zannediyorlar.
Fakat bilmiyorlar ki gittiği piknik alanında içki içip sonra da
taşkınlık yapacak kadar adap yoksunu insanlarla aynı ortamda olmak
istemeyen milyonlar da yaşıyor bu ülkede.
Onların da devletten beklentisi var.
Bir tarafta 'yasak' gibi lanet bir tablo var.
Diğer tarafta özgürlüğü, başkalarına yaşamı zehir etmeye vardıran
bir topluluk.
Eğlenmek için gittiği futbol maçından sonra 20 yaşında gencecik
insanların canını alan psikopatların bulunduğu bir toplumda
yaşıyoruz.
Statların savaş alanına çevrildiğini hepimiz biliyoruz. Futbolda
şiddet yasası istemekle parklarda bahçelerde içip sonra da
taşkınlık yapanlara disiplin istemenin ne farkı var?
Bütün bunları gördüğümüzde devletin bir disiplin hakkının
olduğunu kabul ediyorum. Kendi disiplinini sağlamayı bilmeyenleri
başka kim kontrol altına alacak ki?
Ama hükumetin bu disiplin ihtiyacımızı istismar ederek koyduğu
yasağa taraftar olmak istemiyorum. Çünkü: İktidar mensuplarının işe
yaramaz, kaba, nobran, nezaketten uzak, içi boş dindarlıklarını
topluma dayatmalarına gönlüm razı olmuyor.
Gelin görün adap yoksunluğundan doğan taşkınlıkları, zararları
engellemek için yasak getiren hükumet kendi kontrolü altındaki
cezaevlerinde çocukların tecavüze uğramasının önüne geçemiyor.
Geçemediği gibi, rezaletler ortaya çıktığında da bir bedel
ödemiyor.
Cezaevindeki çocuğu sapıklardan koruyamayan bir hükümetin sokağı
düzene koymaya öncelik vermesi ayrıca tuhaf. Dahası, bunun
üzerinden bir dindarlık algısı yayması ise komik bile değil.
Adam kayırmanın, hırsızlığın, rüşvetin, haksızlığın
normal sayıldığı bir dönemde; düzenleme yaparken dindarlık
refleksiyle araya fazladan maddeler eklemeleri de beni fena halde
rahatsız ediyor.
Ne yapmalıyız söyler misiniz? Bu iki sorumsuz ve ritüeller
üzerinden birbirlerine güç gösterisinde bulunan kesim arasından
kendimizi nasıl kurtaracağız?
Ne söyleyeceğiz ki hem yasakçı, ucuz bir dindarlık gösterisinde
bulunanlara destek olmayacağız, hem de bu toplumun bir disipline,
bir düzene ihtiyacı olduğunu anlatacağız?
Hangi yolu, hangi kelimeleri kullanalım ki taraflardan biri bizi
'öteki' pozisyonuna sokmasın?
Kısacası bu yasağı destekleyerek hükümetin gizliden gizliye
yaymaya çalıştığı düşük profilli dindarlık gösterisine destek olmak
istemiyorum.
Karşı çıkarak da toplumun büyük kesimini rahatsız eden adap
yoksunu, düzeysiz insanların rahatça hareket etmelerine destek
olmak istemiyorum.
Söyler misiniz Allah aşkına biz meselelerimizi gerçek
anlamlarıyla ne zaman tartışıp efendice bir karara varmayı
başaracağız?
Ne zaman ritüeller üzerinden değil, esas meseleler üzerinden
konuşmayı öğreneceğiz?
Biz mahkum muyuz bu tür kamplaşmalarda iki sorunlu taraftan
birinin yanında durmaya?
Hadi söyleyin ne yapalım? Twitter.com/acikcenk
Bu yazıya
Facebook'ta yorum yapmak
için tıklayın