Birkaç gün önce Zaman gazetesi yazarı Ali Bulaç’ın bir yazısı ilişti gözüme. Referandumda "evet mi, hayır mı demeli?" mevzuunu deşen bir yazı.
Ali Bulaç, referanduma "evet" demenin islama uygunluğunu sorguluyor. Dini otorite sayılan ‘saygın hocaları’ da Anayasa paketinin bir maddesinin İslama uygun olup olmadığını açıklamaya çağırıyor.
Yazı gerçekten ilginç. En az yazı kadar ilginç bir diğer konu ise Ali Bulaç'ın bu yazısını köşe yazarlığı yaptığı Zaman gazetesinde değil de, Özgün Duruş adlı bir gazetede yayımlamış olması.
ALİ BULAÇ NE YAZMIŞTI? 12 Eylül 2010 günü halkoyuna sunulacak kısmi anayasa değişikliğine İslami, muhafazakâr, dindar, sağcı camianın ‘evet’ diyeceğini anlıyoruz. Bunun anlaşılır politik sebepleri vardır. ‘Hayır cephesi’nde CHP, MHP, BDP, Ergenekoncular ve ulusalcılar toplanmış bulunuyor. Bu konjonktür İslami camiayı –biraz da AK Parti iktidarına destek verme amacıyla- referandumda ‘evet’ oyu kullanmaya sevk ediyor. ‘Evet’ veya ‘hayır’. Bu, ayrı bir konu. Ben şu dört noktaya dikkat çekmek istiyorum: 1) Kısmi anayasa değişikliği sadra şifa olmayacaktır. (...) 2) ‘Kısmi’ de olsa, temel bir anayasa değişikliği sadece uzman hukukçuların ve siyasilerin kafa kafaya verip yapabilecekleri bir iş değildir. (...) 3) Anayasa Mahkemesi, CHP’nin iptal istemini reddetti, ama kendisi ve HSYK ile ilgili öylesine ibare değişiklikleri yaptı (...) 4) Değiştirilmesi öngörülen maddelerden biri “kadınlara ve çocuklara pozitif ayrımcılık” hükmünü getirmektedir. İbarenin kendisinde bir çelişki olduğu açıktır. (...) Ali Bulaç’ın Özgün
Duruş gazetesindeki yazısının tamamını buradan
okuyabilirsiniz. |
Ali Bulaç, Zaman'ın yayın politikalarıyla ters düşecek, çelişecek görüşlerini genelde buradaki köşesinde dile getirmiyor. Bunu niçin böyle yaptığını herhalde kendisi izah edecektir.
Gelelim Ali Bulaç'ın "meşkuk" ilan ettiği ve referandumda "hayır" oyu için gerekçe yaptığı o maddeye: "Kadına pozitif ayrımcılık". Ali Bulaç, 'sakınca'larını kendine göre sıraladığı bu maddeyle ilgili olarak şunu diyor: "Ben camiada İslam âlimi, fakihi, kanaat önderi bilinen zatlara; mesela Hayrettin Karaman Hoca’ya, Faruk Beşer, Halil Gönenç, Muhammet Savaş, A. Rıza Demircan, Abdulaziz Bayındır hocalara soruyorum: “Kadına pozitif ayrımcılığın” İslam fıkhı açısından hükmü nedir?"
Peki ne oldu da bütün muhafazakar camianın bu kadar önemli gördüğü referandumla ilgili tartışmada Ali Bulaç ret cephesine geçti? Hem de İslami argümanlarla?
Benim kafamdaki Ali Bulaç portresi bu sorunun cevabını veriyor. Bakalım ortaya çıkacak tablodan sonra siz ne düşüneceksiniz?
Ali Bulaç Türkiye’de uzun yıllar İslami düşüncenin önde gelen isimlerinden oldu. Yazdığı ‘Din ve Modernizm", "Çağdaş Kavramlar Ve Düzenler", "Modernizm, İrtica ve Sivilleşme" "İnsanın Özgürlük Arayışı" gibi bir çok eserle kültür hayatımıza ciddi katkılarda bulunduğu yadsınamaz bir gerçek.
Ali Bulaç denince akla "Medine vesikası" gelir. "Medine vesikası" Hz. Muhammed döneminde Müslümanlarla bir arada yaşayan gayri müslimlerin hukukunu belirleyen bir "anayasa"ydı. Ali Bulaç bu teziyle Türkiye’de özgürlüğü, karşı tarafın hukukuna saygılı olmanın gereğini savunan neredeyse ilk düşünce adamıdır. Bu çalışmasıyla Türkiye'de ciddi tartışmaların önünü açmıştır.
Ali Bulaç, uzun yıllar siyasi hareketlerden uzak kaldı. Türkiye’de ideolojik bir dönüşüm olacaksa bunun parti gibi siyasi aygıtlar aracılığıyla olmayacağını dillendirenlerin başında geliyordu. Bu çizgisi onu Milli Görüş geleneğinden gelen siyasi hareketlerden hep uzak tuttu. Bu nedenle Erbakan’dan gelen ‘bize katıl" davetlerine her seferinde nazikçe "hayır" dedi.
Bulaç sadece siyasi partilerle değil, Türkiye’deki cemaatlerle arasına koyduğu mesafeyle de dikkat çekti. Özellikle bugün içerisinde bulunduğu Gülen cemaatini en ağır eleştirenlerin başında gelirdi. Fetullah Gülen hakkındaki ‘Ağlayan ve Ağlatan hoca’ başlıklı ağır eleştiri yazısı epey gürültü koparmıştı.
Ali Bulaç’ın bu "aykırı" tavrı Tayyip Erdoğan’ın İstanbul büyük şehir belediye başkanlığına kadar sürdü. Tayyip Erdoğan, belediye başkanlığını kazandıktan sonra Ali Bulaç, ona "fahri danışman" oldu. Bu danışmanlık zamanla ticari bir ilişkiye dönüştü. "İstanbul Organizasyon" adlı bir yapı içerisinde belediyeye bedeli karşılığında "Doğudan-Batıdan" adı altında kültür projeleri geliştirmeye başladı. Bu vesileyle yılların aykırı fikir-düşünce adamı parayla da tanışmış oldu.
Parayla, para kazanmayla bu tanışıklık Bulaç’ın çizgisini de etkilemeye başladı. ‘Daha çok kazanmalıyım’ isteği yıllardır koruduğu saygın kişiliğine leke getirmeye başladı.
Bu süreçte ilkin yazdığı gazeteyi değiştirdi. Yeni Şafak'ta köşe yazarlığı yaparken Zaman'dan gelen teklife, daha önce cemaatle arasına koyduğu mesafeye aldırmadan "olur" dedi. Niçin ayrıldığını soran Yeni Şafak gazetesi patronuna da "Abi sen 400 veriyorsun, onlar 700 veriyor. Sen de 700 verirsen kalırım" diyerek hayatında paranın kazandığı yeni rolü göstermiş oldu.
Parayla arasındaki kontrolsüz ilişkisi Bulaç’ı gün geçtikçe pek çok dedikodunun da merkezine taşıdı. Umutla başladığı Tayyip Erdoğan danışmanlığı, "kontrol edemediği taleplerinden" dolayı sekteye uğradı.
Tayyip Erdoğan’la ilişkisini uzun yıllar ciddi uğraş vermesine rağmen bir türlü tamir edemedi. Erdoğan nezdinde kaybettiği ilgiyi, yakınlığı, saygıyı geri kazanmayı tüm uğraşlarına rağmen başaramadı.
Tayyip Erdoğan’ın bu kararlı tutumu Ali Bulaç’ı çetin bir AK Parti muhalifi yaptı. Uzun yıllar AK Parti politikalarına sert eleştirilerde bulundu. Ama ne hikmetse bu sert eleştirilerin hiçbirini Zaman gazetesindeki köşesinde yayımlamadı. Hep başka mecraları tercih etti.
"Dışlanmışlık" psikolojisi Bulaç’ı bir ara Ali Müfit Gürtüna’nın safına itti. Ali Müfit Gürtüna’dan gelen danışmanlık teklifini eşine dostuna danıştı. "Sizce gitmeli miyim?" diye sordu. Dostlarından aldığı "Olmaz abi, senin çizgine, duruşuna yakışmaz" cevaplarına "Olsun, biraz parasını alırız" karşılığını verdi. Ve Gürtüna’nın Turkuaz hareketinin başlangıç döneminde hareketin fikir hocalığına soyundu.
Ne var ki Gürtüna’nın ve Bulaç’ın "Asker, Tayyip’i alaşağı edecek, bize görev düşecek" beklentileri boşa çıktı. Turkuaz hareketiyle beraber Bulaç da siyasi hayattan çekildi.
Bütün varlığını Gülen cemaatine endeksleyerek rahat bir hayata kavuşan Bulaç, şimdi Tayyip Erdoğan’a olan kişisel muhalifliğini referandum muhalifliğine döktü.
Anlaşılan o da diğer birçok muhalif gibi, referandumda alınacak düşük oyla Tayyip Erdoğan’ın zayıflamasından medet umuyor.
Bulaç'ın "hayır" kampanyasına islami gerekçeler üreterek yaptığı katkı kesinlikle çok tuhaf. Ama "mazisi" olan bir tuhaflık bu. Bilmem sizin kafanızda Bulaç’ın "hayır kampanyası" konusu bir nebze netleşti mi?
Şimdi yukarıda "vardır bir mantıklı cevabı" diyerek geçtiğim soruyu tekrar sormak istiyorum Ali Bulaç’a: "Bu tür yazıları neden Zaman gazetesinde değil de, tali yayın organlarında yayınlıyorsun Ali abi?
Nasıl bir izah getireceksin, doğrusu çok merak ediyorum.
Merak ettiğim bir diğer konu ise şu: Ekmeğini yandaşlıktan çıkaran yazar arkadaşlar neden Ali Bulaç'ın bu yazısına sessiz kaldılar? Karşı mahalleden biri referanduma "hayır" dediğinde hemen hepsi kalemine sarılıyor da, neden islami kesimden biri söz konusu olunca sesleri çıkmıyor? Hatta hep merak ediyorum: ‘yandaş', 'muhafazakar', 'İslamcı', nasıl tanımlarsanız tanımlayın, bu yazarların kalemi niçin kendi mahallesinden arkadaşlara kalkmaz?
Sizin bu konuda bir fikriniz var mı? Ben gerçekten merak ediyorum.
Yazımın sonunda bir hatırlatma da Ali Bulaç’a yapmak istiyorum. Madem Bulaç tartışmaları dini argümanlarla yapmaya başladı, ben de ona bir ayetle küçük bir katkı sunmak istiyorum.
Kuran’da bildiğim kadarıyla şöyle bir ayet var (mealen): ‘Biriyle olan kişisel sorununuz, ihtilafınız sizi o kişi hakkında adaletsiz davranmaya sevk etmesin’
Evet Ali abi, sence bu ayete aykırı bir durum yok mu senin duruşunda?
Kendini yokladığında, gerçekten adil bir çıkış yaptığını düşünüyor musun?
Eğer cevap yazacaksan, lütfen Zaman gazetenizdeki köşenden yaz. Seni yakından takip eden arkadaşların olaylardan daha erken haberdar olmasını da sağlamış olursun.
Hem çekinme, Cemaatle aran bir yazı yüzünden bozulmaz. Haksız mıyım?