Akif Emre'yi şahsen tanımadım, onunla ilgili anlatacak bir
hikayem yok sizlere.
Fakat keşmekeşliğin bu denli kök saldığı bir dünyada; kendini
sadeliğin limanlarında bulan, özü sözüne denk düşen, bir davası,
bir derdi olan ve doğru bildiğini söylemekten sakınmayan insanların
yalnızlığıyla ilgili söyleyecek birkaç cümlem var.
Zeminin bu kadar kaygan olduğu bir ortamda istikamet üzere olmak
hiç de kolay olmasa gerek. Akif Emre'nin ardından en sık duyduğum
ifadelerden birisiydi "o istikamet üzere bir
adamdı" sözü.
Fikirlerin değil yumrukların sayıldığı bir ringde istikametten,
sözün kıymetinden, fikrin namusundan ve vicdandan bahsetmek ne
mümkün.
Galiba tam da bu nedenle yalnızdı ve bu kadar sarstı
bizi gidişi.
Giden sadece Akif Emre değildi.
Onunla birlikte, onda vücut bulan ve hergün biraz daha
kaybettiğimiz, özlediğimiz ama bir türlü kıymetlendirmediğimiz bir
değerler silsilesi daha koptu gitti içimizden.
Samimiyeti, mütevaziliği, naifliği, makullüğü, nezaketi, vicdanı
yüceltmek için bir ölümü beklemek ne kadar acı.
Ve ne kadar sürecek dersiniz?
Klişeler arasında inceliklerin kaybolduğu bir müslümanlık tarzı
nasıl da benimsenmiş ki ancak onu temsil eden birisi yitip
gittiğinde sızlıyor yürekler.
Bu anlaşılabilir olduğu kadar iki yüzlüce de geliyor
bana.
İstisnasız herkes Akif Emre'nin arkasından onun bütün iyi
hasletlerine övgüler yağdırdı. Bu çok az insana nasip olur
herhalde.
Ama insan düşünmeden edemiyor; doğruluk, samimiyet, incelik,
ilkesellik bu kadar makbuldü de; niye meydan samimiyetsiz, ilkesiz,
nobran, doğruları sürekli çıkar ve menfaatlerine göre değişenlerden
geçilmiyor?
Neden kim diğerine daha fazla parmak sallarsa o prim yapıyor?
Bir dava üzerine yılmadan, azimle, derdini yüreğinde hissederek,
güçten nemalanmayı kendine ar sayanlar değil de, işi sadece güce
yaslanmak olanlar en çok alkışı topluyor?
Ve neden adalet ve vicdan terazisiyle konuşan her söz sahibi o ya
da bu sebeple bir şekilde çemberin dışına atılıyor?
Bir Akif Emre'nin ardından yazılanlara bakıyorum, bir de tüm bu
olup bitenlere...
Bütün bu çelişkiler yumağı bana malesef tek bir cümle söylüyor:
"İki yüzlülük altın çağını yaşıyor..."
Önüne çıkan ne varsa içine katarak hızla akıp giden bir çağlayan
gibi akıyoruz sığlığa doğru.
Her şey gözümüzün önünde oluyor...
Kaybettiğimiz derinliğe tekrar dalmak için bir yürek sızısından
daha fazlasına ihtiyacımız var, biliyoruz. Fakat bilmek bu denli
bir çöküşü durdurmak için kafi gelmiyor.
Ne hazin...
Bunca kaypaklığın, iki yüzlülüğün, anlamsızlığın arasında sarsılmaz
bir duruşun vedası sarsabilirdi ancak bizi. Nitekim öyle de
oldu.
Bizi kendimize getirmeye bir sarsıntı yeter mi? Hiç
sanmıyorum...
Evet, gün be gün eksiliyoruz.
Bunun için üzüldüğümüz kadar utanmıyorsak şayet bir Fatiha okuyup,
kaldığımız yerden eksilerek devam edeceğiz demektir.
Adalet ve emeğin dert edilmediği, gündeme dahi getirilmediği bir
ortamda, gündelik hayatın kof ve sığ tartışmaları
arasında yitip giden değerlerin arkasından ağıt yakmak gibi şimdi
Akif Emre'nin ardından bakmak...
twitter.com/Htckubra
Facebook Hatice Kübra