Baştan söyleyeyim, Ahmet Hakan'ı severim.
Kafa adamdır. Dünya yansa, mavrasındadır.
Deniz Baykal, o Ahmet'in mavralarını ciddiye aldı.
Sinirlendi. Huzuru kaçtı.
Uzun uzun cevap yazdı.
Ahmet ne yaptı?
"Bahse girerim, Baykal AK Parti'ye geçecek"
iddiasından çark edip, "ben mavra yapıyordum
zaten" dedi.
Bu bağlamda.
Sadece Deniz Bey değil, bir sürü aklı başında görünen insan
Ahmet'i okuyup geçmek yerine ciddiye alıyor.
Dedim ya, Ahmet'i severim.
Daha kendi mahallesinde olduğu günlerden. Popülerliğiyle
yapışkan eş-dost denizine düşmeden önceki günlerde, diğer
mahalleden edindiği ilk arkadaşlarından biri sayılırım.
O zamanlarda ciddiye alınmak isterdi, şimdi tam tersini
istiyor.
O zamanlarda sakalı yaşlı görünmek için uzatıyordu,
şimdi genç görünmeye ihtiyacı olacak kadar
yaşlandı.
O zamanlarda sözünün içerikten beslenen bir değeri vardı.
Şimdi de sözünün bir değeri var, ama bu kez popülizmden
besleniyor.
Arkadaşlığımızın eskiliğinden, arada bir hırlaşsak bile
diyaloğu koparmayız.
Neyse.
Gerçekten Ahmet'i sever, yazılarını keyifle
okurum.
Kaleminin ve de zihninin kıvraklığının hastasıyım.
Ama. Yazdıklarını ciddiye almam. Kendisi de almaz
zaten.
Ciddiye almam, çünkü;
Bir, aynı konuda bir gün öyle bir gün böyle
yazar.
İki, anlatmak için değil, okunmak için
yazar.
Üç, ayarı yoktur, neyin nereye varacağını bilir
ama umursamaz.
Dört, bir gün o konuda uzmandır, akıl verir,
bir gün bu konuda.
Beş, dediklerini yapar da çuvallarsanız,
sorumluluk almaz. Haksız da sayılmaz.
Altı, yazarken fikirden yola çıkmaz, mavradan
yola çıkar.
Yedi, abartmayı sever, bazen sadece abartmak
için yazar.
Sekiz, erkeklere yazarmış gibi görünüp aslında
kadınlara yazar.
Sonuçta. Bu gösterisel medya düzeninde herkes Ahmet
Hakan olmaya heveslidir. Sadece o, düzenin kurallarını iyi
özümsemiştir.
Zamanın karakterinin/okurunun ruhunu yakalamıştır.
Kutlanması gerekir. Onu değil, onu ciddiye alanları eleştirmek
gerekir.
İŞTE BU YÜZDEN!
Derste markalar üzerine konuşurken. Öğrencilerimden
Batur, Galatasaray'ın bileklik kampanyasını
eleştirdi. Beşiktaş'ın duygu boyutu yüksek işlerine gönderme
yaptı.
Gerçekten de, başka takımları tutan her taraftarın neden
Beşiktaş'a sempati duyduğu önemli.
Bir tarafta, Galatasaray forması giydirdikleri
şişme kadını yakan, bunu da "aşağılamak için
yaptık" diyen sığ bir Fenerbahçe anlayışı
varken.
Bir tarafta, sahtesi sokakta bir liraya satılan bileklikten
medet uman saf bir Galatasaray varken.
Beşiktaş, Düşler Akademisi'nin engelli
öğrencileriyle sahayı inleten İstiklal Marşı reklamlarıyla
yüreklere oynuyor.
Fatih Altaylı'nın dediği gibi, "Para Fener'de, kafa
GS'de var" ama, duygu da Beşiktaş'ta
var.
ACABA HANGİSİ?
Ankaralı hakim Şerafettin Şanver, "Nafaka süresi evlilik
süresine göre olsun, üç aylık evliliğe ömür boyu nafaka olur
mu" demiş.
Bir yanım, "Hakim haklı, evliliği emeklilik garantili
şirket gibi görenler var" diyor.
Bir yanım, "Hakim haksız, boşanan kadın ömür boyu ayıplı
ürün, boşanan erkek ise kıymete binen eser gibi görülüyor"
diyor.
BU NEYİN KAFASI?
"Zürafanın düşkünü, beyaz giyer kış günü"
derler, o misal.
Hürriyet Kelebek, hem de en sıcak şubat ayını yaşadığımız
günlerde "kışlık örgü kampanyası" başlattı.
Mülteciler konusunda, zihinsel olarak o kadar uzak bir noktada
duruyorlar ki o kadar olur.
DÖKÜLÜYORLAR
Yazmaktan yoruldum. Reklam dünyamız derin bir
krizde.
En son. Çağatay Ulusoy'a ödedikleri para, çocuğun aklını
alıp gitmiş, ne isteyeceğini bilemez olmuş.
Neden?
Fikir yok, marka vizyonu yok. Yüklen popüler isimlere
olsun bitsin.
Markaları üç günlük dizi oyuncularına yüklemek gibi tuhaflıklar
almış başını gidiyor.
Bazen de fikir iyi, uygulama felaket.
Kötü işlere kamyonla para yatıran reklamverenlere acıyorum.
Mesela, Filli Boya'nın "kadınlar günü" işi.
Tv reklamıyla, gazete reklamı birbirinden tamamen kopuk.
"Param var da nereye harcayacağımı bilmiyorum, dağıt
gitsin" der gibi.
Tv reklamında ise buluş iyi. "Mustafa Kemal'in
Kağnısı" şiirini canlandırmışlar.
Uygulama fena.
Başrolde "öküz" var, Elif
yok.
Şiiri seslendirende ses var, ruh yok.
Heyecan dozu yüksek bir şiir, yoga seansının fonuna
dönüşmüş.
Of ki, ne of!
AKLIMDA KALAN
"Hiç mi 'olmamış' diyen yok?"
merakım: Ankara-İstanbul otoyolundan günde binlerce
araç geçiyor. Bolu tüneline girince radyonuzdan tünele dair bir
uyarı anonsu duyuyorsunuz. Anons İngilizce ve Türkçe. Ne var ki,
seslendiren kızımızın vurguları fena, İngilizce metindeki sözcükler
yanlış. Biz, imaj yönetiminde zaman zaman kulağın ve burnun, gözden
önemli olduğunu anlatırız. Seslendirme sanatçılarının çok ama çok
iyi olduğu bu ülkede, Karayolları Genel Müdürlüğü hem ses, hem
vurgu hem de metin olarak daha iyisini yapabilirdi. Tünele hangi
ruh haliyle girersek girelim, keyifli bir ruh haliyle çıkabilirdik.
Ulaştırma Bakanına duyurulur.