Önceki gün telefonum çaldı. Karşımda pek sevdiğim biri.
"Anlamak için soruyorum" dedi, "sen şimdi
Erdoğan'ı yıpratmak için yazılan bir kitabı da mı
eleştiriyorsun?"
Ahmet Sever'in kitabıyla ilgili yazdıklarımı
kastediyor. (Ki kitabın algısı hakkında yazdıklarım, aynen
gerçekleşiyor.)
Soruyla yanıt verdim: "Yazım net değil mi? Kitapla
ilgilenmiyorum, kitabın iletişim stratejisini kafaya
taktım."
"Yazı net de, ben Erdoğan'ı eleştiriyorsa iyidir diye
düşünmüştüm" dedi, telefonu kapattık.
Bu tür hastalıklı iki düşünce biçimi var;
Birincisi, "Benim sevmediğim birini sevmeyen herkes
iyidir, seven herkes kötüdür" anlayışı.
İkincisi, "Sen de her şeyi eleştiriyorsun"
yaklaşımı.
Eleştiri, benim işim. Bakmayın siz son dönemde
türeyen, para aldığı tarafa yamanan medyatik akademisyen
tiplerine.
Akademinin özü eleştiridir. "Mı acaba?"
sorusunun arkasından gitmektir.
Önüne gelen tabağa yumulmak değil, o tabakla ilgili bin
soru sormaktır.
Etrafımdakilere o kadar çok soru sorarım ki. "Meraklı
Melahat" yanımda halt etmiş. Çoğu sorum ilgiden değil,
sadece sormak içindir. Alışkanlık!
Yukarıdaki birinci anlayışa gelelim. İletişimin bilimini
yaptığımdan. Olaylara/ kişilere sevdiğim, sevmediğim, yakınlarım,
uzaklarım kriterlerinden bakmam.
Benim derdim "iletişim meselesine nasıl
yaklaşıldığıdır."
Siyaset, medya, spor, magazin hepsi iletişim
paydasında birleşiverir.
Sevsem de, sevmesem de iletişime dair iyi bir şey yaptıysa
iyidir, kötü yaptıysa kötüdür.
Mesela. Ahmet Hakan'ın geçen hafta yazdığı iki
yazı var ki, aynı şeyleri ben de yazıyorum, onun kadar güzel
anlatamıyorum.
Yazılardan biri, "Ak Parti Cephesinin Entelektüel
Sefaleti"ydi. Daha önce bu konuda onca yazı yazdım, Ahmet
tek yazıyla durumu özetledi.
Diğeri "Seçimi Aydın Doğan kazanmış" yazısıydı.
Medyanın siyasi davranışa "sınırlı etkisi" üzerine
bu köşenin okurlarını sıkacak kadar çok yazı yazdım, Ahmet bir
yazıda bitirdi.
Bazıları yürür gider, bazılarına imrenmek düşer...
KOALİSYON İÇİN TEK
ŞART
Kim ne derse desin ortada sadece iki olasılık var: Ya
CHP ile ya da MHP ile koalisyon kurulacak.
Diğer seçenekler nafile çaba.
Koalisyon kurulamazsa erken seçime gidilecek olması. Zor.
Hem de her parti koalisyona mahkumken.
Kılıçdaoğlu'nun "yüzde 60'lık blok" dediği
postmodern kavram, bizde "hayal ürünü" olarak
tanımlanır.
Ve yine. CHP bu koalisyona en az iktidar partisi kadar
mecburken, siyaset bilmez köşe yazarlarının gazına gelip zaman
kaybederek, hükümet etme fırsatını MHP'ye kaptırırsa seyredin
hengameyi.
Sözün özü şu: Koalisyonun ortaya sürülen pek çok şartı
anlamsız. Alınan oy oranlarını konuşmak anlamsız. Sadece. Ortak bir
amaçta el sıkışmak gerekiyor.
Ortak amaç ise "Türkiye'nin geleceği" olmak
zorunda. İçerde bunalmış, dışarıda sıkışmış Türkiye'nin geleceği
paydasında acilen işbirliği yapması gerekiyor.
Sadece bu payda, koalisyon hükümetini deve sırtındaki bakraç
gibi sarsılmaktan kurtarır. Ekonomi de, siyaset de rahatlar.
ŞENOL GÜNEŞ'E
ÖNERİLER
Pek çok spor adamının olmak istediği yerdesin. Bu nedenle;
Bir, artık sızlanmayı bırak, Beşiktaş'a
odaklan.
İki, artık kendine acımayı bırak, şampiyon
olmanın gereklerini hazırla.
Üç, artık futbol dünyasındaki yanlışlardan
şikâyet etmeyi kes, o dünyadan milyonlarca lira kazanıyorsun.
Dört, artık sana yapılan haksızlıkları
anlatmayı bırak, işine bak.
Beş, artık geçmişi bırak, geleceğe kafayı tak,
bu kez bahanen yok.
Ve altı, sen Türkiye'yi dünya futbolunun ilk
üçüne çıkarmayı başardığın zaman da yanlış iletişimden
kaybetmiştin. Bu kez ağzından çıkana dikkat et.
AKLIMDA KALAN
Demirel'e dair sevdiğim/kızdığım
şeyler: Nazmiye Hanıma düşkünlüğünü severdim.
İslamköy'e bağlılığını severdim. Yetim ruhlu halkın
"baba"sı olmasını severdim. Espri
yeteneğini severdim. Komplekssizliğini severdim. Kızdığım
şeyleri de var: Adnan Menderes'in idamını sorun olarak
görüp, Deniz Gezmiş'in idamını desteklemesi. "Bana
sağcılar adam öldürtüyor dedirtemezsiniz" ifadesi. 12
Eylül'ü önleyici hiçbir tutum takınmaması.