Söyle bana
yazarını...
Benim çocukluğumda ilkokul öğretmenim; elleri öpülesi Fatma
Dülgerbaki Hanımefendi, bir tahrir
imtihanında / kompozisyon sınavında;
“Söyle bana arkadaşını söyleyeyim sana kim
olduğunu” demiş ve ne anladığımızı tahrir etmemizi
istemişti…
Henüz 12 yaşıma bile basmamıştım ve yazdıklarım hemen hemen o gün gibi aklımda..
Uzatmayayım…
O günkü tahrir imtihanımdan “Pekiyi” aldım…
Şimdi de şöyle diyeceğim ki o gün neler yazdığımı tahmin edesiniz:
“Söyle bana köşe yazarlarını söyleyeyim sana medyanın hal-i pür mealini”…
Örnek mi?..
Meselâ Cumartesi gecesi HaberTürk TV’de Didem Arslan’ın sorularıyla yönettiği tartışma programına katılan konuklardan ikisini dinlediniz mi bilmem…
Hem de “kadın” olan iki gazeteciyi…
Dinlemeyenler için kısaca bazı hatırlatmalar yapayım da düzeylerini anlayın lütfen…
Öncelikle belirtmeliyim ki biri MHP eski milletvekili (Nazif Okumuş) diğeri de kadın meslektaşı gibi Yeni Şafak yazarı olan (Salih Tuna) iki erkek konuk, kadınların yanında öylesine “masum” ve “olgun” kaldılar ki; “erkek milleti kadınlarımızı eziyor!” diye feryat eden benim gibileri utandırdılar…
Yahu hangi ezilme?..
İki kadın gazeteci (Yeni Şafak’tan Hilal Kaplan ve Cumhuriyet’ten Şükran Somer) iki erkek gazeteciyi hem azarladılar, hem sözlerini kestiler hem de (Tam tabiriyle) yerden yere vurdular…
İki meslektaşıma acıdım…
Hatta o kadar ezik oldukları için öfkelendim bile…
Yani; tam bir kakofoni yarattı iki kadın gazeteci…
Bir rezalet…
Makyavel bile onlar kadar çirkin demagoji önermemişti…
Makyavel bile amaçlarına ulaşırken bazı araçların kullanımını ahlâki bulmuyordu…
Bir yanda Hilal Kaplan, 2002 yılı Kasım ayından beri 11 yıldır ve hem de her seçim sonrasında tek parti hükümeti kuran Ak Parti’nin 2011 yılından sonra ancak iktidar olduğunu söyleyecek kadar kendinden geçiyordu…
Diğer yanda Şükran Soner daha düne kadar Mustafa Balbay’ın tahliyesine bayram ederken dün gece, Balbay’ın tahliyesini gerçekleştiren AYM’nin o kararını alabilmesine sebep olan 2010 anayasa değişikliği olduğunu unutuveriyordu…
Yani; Balbay’ın, çok eleştirdiği Hükümet’in yaptığı anayasa düzenlemesiyle tahliye olduğunu bir kere bile telâffuz etmiyordu…
Yani, eleştirme hakkı olduğu kadar siyasal iktidarın hukukumuza itibar kazandıran bir çalışması için küçücük bir teşekkürü bile çok görüyordu…
Hilal Kaplan o kadarla kalsa iyi…
Bir psikolog olduğu halde başımıza “İktisatçı” kesiliyordu…
Kaldı ki iyi bir psikolog olmadığı, muhataplarını anlamak yerine ısrarla kendisini anlatmak istediğinden belliydi…
Ama dedim ya…
O “ben kötü bir psikolog olabilirim ancak çok iyi bir iktisatçıyım” demek istiyor gibiydi…
Ve ne dedi biliyor musunuz?..
Anlatayım…
Önce yıllık % 4.4 olan büyüme hızımızı (Ki % 1.5 nüfus artışını düşerseniz % 2.9 olur) yıllık % 5’e çıkardı ve hemen arkasından:
“% 5 büyüme çok büyük” deyiverdi…
Tabii ki beni yerlere yıktı…
Ve büyük iktisatçımız(!)ekledi; “Avrupa’da bile büyüme sadece % 2”…
Hemen koştum duvarımda asılı diplomama baktım…
Neden mi?..
Yanlışlık olmasın diye…
Okuyunca derin bir nefes aldım:
“İstanbul İktisadi Ticari İlimler Akademisi”
yazıyordu…
Ohhhh be!..
Şükür…
O halde diplomama ve 40 yıllık deneyimlerime dayanarak sevgili kız kardeşime sesleneyim:
Bacım be!..
Büyüme tıpkı az veya fazla kilo gibidir…
140 kiloluk bir insan kilo verirse kavuşur sağlığına ama 40 kiloluk bir fukara ne kadar büyürse o kadar iyidir…
Yani…
Avrupa ülkeleri için % 2 büyüme bazen o kadar yüksektir ki, “tehlikeli” bile denilebilir…
Ve sevgili bacım…
Meselâ; acıdığımız ve Hükümetimizin para yardımı yapmayı düşündüğü Yunanistan…
AB ülkelerinin orta hallilerinden biridir…
Ama kişi başına yıllık milli geliri bizim harikalar yaratan ülkemizdeki kişi başına yıllık milli gelirin üç katıdır…
Yani; biz henüz 10.000.—Doları bulduk ki yarın bir gün paramız biraz daha değer kaybederse onun da altına düşeceğimiz kesindir…
Acıdığımız, içinde bulunduğu durum ciğerimizi yakan Yunanistan’da yıllık kişi başına milli gelir 30.000.000.—Dolardır…
Yani bacım; bizim Hükümetimizin yaptığı; yoksulluk sınırında yaşayan Ahmet’in, varlık içinde yokluk çeken, kendisinden üç kat daha zengin komşusu Yani’ye para yardımı yapması gibi absürt bir durumdur…
Kaldı ki bacım…
O para yardımını da (Suriyelilere de yaptık ya hani) her yıl elin gâvurundan(!) aldığımız yaklaşık 60 milyar Dolar ek borçtan yapacağız…
Ve geleyim gazetecilerin “erkek” olanlarına…
Vaaauvvv yani…
Ahmet Hakan’ın dünkü makalelerinden biri…
Hürriyet’te hem de…
Sedat Ergin, Taha Akyol, Ertuğrul Özkök gibi “küfür” ve “hakaret” sayılabilecek tek bir kelime bile kullanmayan centilmenlerin gazetesinde…
Bakın neler yazıyor:
- Tetikçi,
- Şebelek,
- Müfteri
- Cazgır,
- Pislik,
- Pişkin,
- Sırnaşık,
- Yalaka,
- Utanmaz,
- Madrabaz,
-
Şaklaban,
- Arsız,
- Hayasız,
- Utanmaz,
- Şerefsiz
- Tıynetsiz…
Evet; hepsi aynı yazı
içinde…
Peki kim için diyor bunları?..
İsim vermiyor ama belli ki geçenlerde “Ahmet Hakan’ı tutuklanmaktan Başbakan kurtardı” diye yazan Yeni şafak Yazarı Cem Küçük için diyor…
Bu arada unutmadan...
Cem Küçük’ün klavyesi pek temiz olmasa da yüzü hiç bezemiyor şebe/le/ğe…
Başka ne yapıyor Ahmet Hakan?..
“Zaten temizdik” diyor…
Yani; odaTV davasından tutuklanma talebiyle soruşturma geçirseymiş, “kirli” olacakmış…
Yani…
Savcılık soruşturması geçiren herkes
"kirli"...
En başta da sevgili patronu Aydın Doğan ve
Genel Yayın Eski Yönetmeni Ertuğrul Özkök...
Her ikisi de (Aklımda kaldığı kadarıyla) birkaç kez savcılık
soruşturması geçirdiler ve hatta yargılandılar bile ama sonunda
aklandılar...
Beraat ettiler yani...
Başbakan Erdoğan mı?..
Hiç sormayın...
Mahkum olup hapis bile yattı...
Ahmet'e göre Erdoğan da
"kirli", hem de bayağı
"kirli"...
Yani be Ahmet!..
Yıktın ortamı...
Madem bilmiyorsun öğren be oğlum...
Savcılık soruşturması kimseyi kirletmez...
Bir de Ferhat Kentel
var…
Beyefendi akademisyen yazarlarımızdan…
Bu nasıl akademisyen ahlâkı böyle ki gözüyle görmediği ve ifadeye bile çağrılmadığı dosyadan dolayı “Cemaat beni tutuklatacaktı” diyebiliyor…
Gelin de inanın bu arkadaşın ders verirken takındığı samimiyete…
Ahmet Hakan ve Ferhat Kentel’i çileden çıkaran Cem Küçük için söyleyecek bir sözüm yok mu?..
Yok ya…
Ne söyleyebilirim ki?..
Uydurulmuş haberlerle gündeme gelmek isteyen birisini ciddiye almak o kişiye değer vermek sayılmaz mı?..
Ancak şunu söyleyebilirim…
Kasımpaşa – Beşiktaş maçı oynanırken sahaya girip Fernandez’i tekmeleyen seyircinin eyleminin müsebbibi, az önce örnek verdiğim gazeteciler ve o gazetecilerin siyasi taraftarlığını yaptıkları siyasetçileridir…
Alın birinden vurun öbürüne...