Bugünlerde herkesin birbirine en sık sorduğu soru, “Gül
ne yapacak? Erdoğan’a rakip olacak mı?”
Cumhurbaşkanı Gül’ün yasama yılı açılış konuşması, merakları
daha da kabarttı.
İlginçtir, medyada Abdullah Gül ‘ün tutumunu, üslubunu,
tercihlerini, sakinliğini, meseleleri ele alış biçimini olumlamak
yadırganıyor. Yadırganmakla da kalmıyor altında bir bit yeniği
aranıyor.
Bu tür yazılar, “Tayyip Erdoğan’a karşı Abdullah Gül’ü
parlatma, kışkırtma çabası” olarak gösteriliyor.
Nitekim geçtiğimiz günlerde Ahmet Hakan, Gül’ün benimsediği
çizginin inceliklerine dikkat çekerken “Vay! Demek Gül’ü
parlatıp Erdoğan’la karşı karşıya getirmeye çalışıyorsun cümlesini
duyar gibiyim” yazdı.
Geçen hafta Başbakan Erdoğan’ın ATV’de katıldığı programda
Mehmet Barlas da bu tür yazıları “Gül’ü kışkırtma”
olarak yorumladı. Gerçekten yakışıksız bir yorumdu. Hele, Mehmet
Barlas gibi bir beyefendiye hiç yakıştıramadım.
Medyada her gün Erdoğan’ın kişisel özelliklerini öven onlarca
yazı çıkıyor.
Hiç kimse bunu yadırgamıyor. Üstelik Erdoğan hakkında yazı
yazmayı gazetecilik sananlar, Gül hakkında çıkan yazıların altında
art niyet arıyorlar.
Batı medyasında Erdoğan hakkında çıkan övgü dolu makalelerden
övünç payı çıkarıyorlar fakat benzer yayın organlarında Gül
hakkında çıkan övgü içerikli yazıları ‘fitne’
sayıyorlar
Kanaatimce, AK Parti siyaseti tam da bu konuda bir
olgunluk sınavı veriyor.
30-40 yıldır yan yana, omuz omuza yürümüş liderlerin, derin bir
dostluk, dert ortaklığı bağıyla birbirlerine kenetlenmiş olması
beklenir.
İktidar gerilimini aşan bir medeni üslup benimsemeleri
beklenir.
Erdoğan’ı yüceltmek adına Gül’ü karalayanlara, bilhassa AK Parti
elitlerinin müsaade etmemesi beklenir.
Çünkü Gül ile Erdoğan arasında bir çatışma umanlar Gül’ün
özelliklerine vurgu yapanlar değil, AK Parti’yi Gül’süz dizayn
etmeye çalışanlardır.
Neyse, geleyim asıl konuya.
“Abdullah Gül Tayyip Erdoğan’a rakip olur
mu?”
Erdoğan – Gül rekabeti, bana sorarsanız, illüzyondan ibaret.
Böyle bir rekabet oluşsun veya var sanılsın isteyenler, Gül’ün
“rakip” pozisyonuna hiç tenezzül etmediğini çok
iyi biliyorlar.
Peki, Gül’ü gayet iyi tanıdıkları halde, bu soruyu niçin
gündemden düşürmüyorlar?
Çünkü, muhafazakar siyasetçiler arasında gelenekçi çizgiye
kaymadan, hem dindar kimliğini koruyan hem de özgürlükçü,
özgüvenli, yenilikçi, demokrat çizgisini sürdüren bir tek Gül
kaldı.
Abdullah Gül’ün kamuoyunda Erdoğan sonrası başbakan adayı olarak
benimsenmesi, kimilerini fena halde rahatsız ediyor.
“Gül’ü kışkırtıyorsunuz “ diyerek aslında
Gül’ün doğru anlaşılmasını ve benimsenmesini engellemeye
çalışıyorlar.
Mesele, Gül’ün Erdoğan’a karşı Cumhurbaşkanlığına adaylığını
koyma ihtimali değil, Başbakanlığı garantilemesi. Bunu
istemiyorlar.
Asıl tartışma, kimin cumhurbaşkanı olacağı değil, Erdoğan
sonrası siyasette kimin etkin olacağıdır.
İstiyorlar ki Tayyip Erdoğan Çankaya Köşkü’ne çıktığında,
gelecek başbakanla ilişkilerini aynı minval üzere
sürdürebilsinler.
Açıklanan demokratikleşme paketindeki “ Eş
başkanlık” maddesinin AK Parti için de düşünülmesi bu
amaca matuf olduğunu akla getiriyor.
Amaç, Tayyip Erdoğan sonrası etkili, güçlü ve özgün yaklaşımları
olan bir liderin, tek başına AK Parti’nin başına geçmesini
engellemek.
Sadece bir soru: “Tayyip Erdoğan, AK Parti liderliğini
sürdürürken, yanına ikinci bir eş başkan kabul eder
miydi?”
Buna kimse “Evet” diyemez.
Şu bir gerçek ki Tayyip Erdoğan AK Parti’nin ilk yıllardaki
yenilikçi çizgisini terk edip gelenekçi çizgiye kaydı. Kendisiyle
irtibatta olan herkesi de o çizgiye çekti.
Son yıllarda benimsediği siyasi üslup, Türkiye’yi yordu.
Türkiye’nin yeni dönemde sakin, özgürlükçü, demokrat,
birleştirici, ‘öteki’ne saygılı bir lidere
ihtiyacı var.
Tayyip Erdoğan’la yarışan veya onun izinde giden, onun gibi
olmaya çalışan birine değil.
“Vakit tarzı” sertlikten uzak, daha medeni,
daha modern daha kibar, daha efendi, daha bilge bir çizgiye çekecek
şehirli bir lidere ihtiyaç var.
Bu hakikaten “sakin güç” konumunda ne yazık ki
Abdullah Gül’den başka kimse kalmadı.
Erbakan’la Tayyip Erdoğan arasında nasıl bir fark vardıysa,
şimdi benzer fark Gül ile AK Parti’nin kurmayları arasında var.
Bu tablo karşısında, Abdullah Gül’ün ne yapacağıyla alakalı asıl
kararı Türkiye vermelidir.
AK Parti’ye gerçekten gönül verenler söz almalıdır.
Hatta toplumun farklı ideolojilere mensup kesimleri bir yaklaşım
göstermelidir.
AK Parti’ye gönül verenler, Türkiye’nin dışlayıcı, derinlikten
uzak bir dindarlaşmaya yönelmesini mi arzuluyorlar?
Dinin, bir çatışma alanı haline gelmesine razılar mı?
Yoksa dindarların da inançlarını istediği gibi yaşadığı özgür,
demokrat, iç barışı sağlamış, “ötekine” saygılı
bir Türkiye mi istiyorlar?
Çatışmadan, gerginlikten hepimiz yorulduk artık.
Dindar dostlarımızın küçük hesaplarla ucuz siyaset yapmaları
büyük talihsizlik.
Maalesef. Twitter.com/acikcenk
Bu yazıya Facebook'ta
yorum yapmak için tıklayın