Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün CNNTÜRK’te Taha Akyol’un
programındaki konuşmasını baştan sona dikkatle izledim.
Gül bu programda da sakin ve çatışmadan uzak bir üslup
benimsedi.
Çatışmacılığın, ötekileştirmenin, sertliğin bu kadar revaçta
olduğu bir ortamda Gül’ün bu tarzı tercih etmesi umut verici.
Ama yeterli değil.
Çünkü netlik, kararlılık da en az üslup kadar önemli.
Hakkını yemeyeyim Suriye ve İran konusunda dikkate değer ve net
sözler söyledi.
Doğrusu bu programda kendini çok belli eden ‘zarar
vermeme’ kaygısının, önemli konulardaki birçok sözünü
perdelediği kanaatindeyim.
Tam olarak neyden şikayetçi olduğunu, neyi desteklediğini,
nelerin yapılmasını istediğini anlayamadım.
Gül’ün “eski yol arkadaşlarına zarar vermeme
hassasiyeti”ni anlıyorum ama bazen de abartılı
buluyorum.
Zamanında yapılmayan uyarı, söylenmeyen söz, hatta
gösterilmeyen tepki; yol arkadaşlığı yaptığınız insanların
girdikleri ‘yanlış’ yolda felakete sürüklenmelerine yol
açabilir.
Amacım, Abdullah Gül’ü kışkırtmak veyahut AK Parti ile
çatıştırmak değil. Gül’ün üzerindeki sorumluluğa dikkat
çekmek.
AK Parti iktidarının ciddi bir "dost uyarısı"na
ihtiyacı var.
Abdullah Gül gidişatla ilgili söylenmesi gerekenleri ya düşük
tonda söylüyor ya da hiç söylemiyor.
Gül bunu sanırım “Kendi siyasi geleceğine yatırım
yapıyor” derler endişesiyle erteliyor. Ama bilsin ki
Türkiye’yi ciddi bir problemle baş başa bırakıyor.
AK Parti’nin benimsediği siyasi üslubun neden olduğu tahribat
ortada. Bu tutum toplumun bütünlüğüne zarar verdiği gibi, İslami
değerleri de itibarsızlaştırıyor.
Dindar insanların siyaset tarzı, hak ve hukuk anlayışı,
‘öteki’ne karşı takındıkları tutum…
Toplum tüm bunlara bakarak ‘İslam terbiyesi almış
insanların’ siyaseten neler yapabileceğini görüyor.
Yargı ve emniyetin yaptıklarına bakarak, ne kadar adaletsiz
olabileceklerine hükmediyor.
‘Dindarlığın’ esasında hiçbir işe
yaramadığı, insanları adam etmeye yetmediği fikrine
ulaşıyorlar.
Geçtiğimiz günlerde bir arkadaşımla konuşurken annesinin namaz
hikayesini anlattı bana.
"Ben kendimi bildim bileli annem namaz kılıyor, oruç
tutuyordu. Ben değilim ama annem dindar biri. Fakat ömründe tek bir
gün namazını aksatmamış annem son birkaç yıldır artık ne namaz
kılıyor, ne de oruç tutuyor" dedi.
Sormuş annesine “niçin bıraktın namazı ve
orucu” diye.
Annesi, "Bugüne kadar Allah’a ibadet olarak yapıyordum.
Bu kadar değersizleştirilmiş, bu kadar çıkarın sembolü haline
getirilmiş ibadetlere içimde saygı kalmadı. Kendimi kandırmamak
için devam etmedim" demiş.
Bu duygunun çok yaygın olduğunu ve giderek yerleştiğini
görüyorum.
Bu gidişatı iktidardakiler, iktidarla iş tutan aydınlar
göremiyorlar.
Ama ben Abdullah Gül’ün bu tabloyu gördüğü kanaatindeyim.
İşte bunun için, “elalem ne
der” endişesini bir tarafa bırakıp sözlerine netlik
kazandırmalı.
Neyi önemsediğini, neyi dert ettiğini, neyi sorunlu gördüğünü
yüksek sesle dile getirmeli.
Özgürlüğün, adaletin, dürüstlüğün, şahsiyet sahibi olmanın,
‘öteki’ne saygılı davranmanın; ideolojilerden
bağımsız ve herkesin ortak paydası olduğuna toplumu inandıracak
beyanlarda bulunmalı.
‘Müslümanlık terbiyesi almış’ insanların da
güleryüzlü, adil, özgürlükçü, nazik, dürüst olabileceğini topluma
göstermek için daha etkin bir yol bulmalı.
Bağlı bulunduğu değerlerin yıpranmasına göz yummamalı.
Risk almalı. Sesini yükseltmeli. Bu gidişe dur demeli.
Abdullah Gül bir karar vermeli. Konuşacak mı, göz mü yumacak?
Bu, tekrar aday olup olmayacağından veyahut aktif
politikaya dönüp dönmeyeceğinden daha önemli bir
karar. twitter.com/acikcenk
Bu yazıya
Facebook'ta yorum yapmak
için tıklayın