28 Şubatçılar mı daha temiz 28 Şubat’ı yargılayanlar mı?

28 Şubatçılar mı daha temiz 28 Şubat’ı yargılayanlar mı?

Levent Gültekin acikcenk@gmail.com

Bazı kesimlerin 28 Şubatçılar için uzun zamandır yaptığı gulu gulu dansı sonunda bir hesaplaşmaya döndü.

28 Şubatçılara dönük operasyon ilk başladığında derin bir haz alanların arasında ben de vardım. Bunu gizleyecek değilim. Özellikle de ülkenin başbakanına küfür edecek pervasızlığın karşılıksız kalmaması bu meselede beni en çok ilgilendiren kısımlarından biriydi.

Yapanın yanına kar kalmaması açısından bakarsak, başlatılan soruşturma elbette önemli.

Fakat ortalıkta dolaşan tellal kılıklı gazetecilerin hergün yeni bir liste yayınlayıp “ sırada bunlar var”, “asıl falancalar da hesap vermeli”, “bu iş filan kişiye kadar uzamazsa yetersiz kalır” türü sahte intikam gösterileri benim bu davaya olan ilgimi bir hayli azalttı.

Öyle ki meselenin asıl mağdurları olup biteni soğukkanlı karşılarken, hatta tablodan üzüntü duyarken, 28 Şubat dönemi baskılarıyla uzaktan yakından alakası olmayanların bu mağduriyet üzerinden kahramanlık gösterilerine kalkışmaları ve buradan paye devşirmeye çalışmaları beni fena halde rahatsız ediyor.

28 şubat döneminde muhafazakar mahalleye ‘kol kanat gerip’ dindar kesimin sözcülüğüne soyunanlar vardı. Bir nevi ‘kanaat önderi’ rolü üstlenmişlerdi.

O kişiler bu sözcülüklerinin semeresini uzun yıllar topladılar. Toplamaya da devam ediyorlar.

Şimdi benzer bir payeyi  başka bir grup gazeteci 28 Şubatçıların yargılanması sürecinde amigoluk yoluyla elde etmeye çalışıyorlar.

Bir de dindar kesimden olup da o günlerde gemiyi ilk terk edenler var. 28 Şubat sürecinde baskıya maruz kalanlara kol kanat geremeyen, gelen baskılar karşısında anında pes edip arazi olan, mesela İmam Hatipler kapatılıyor denilince çocuklarını o okullardan alıp kolejlere taşıyan bazı İslamcı aydınların bugünlerdeki ‘yiğit’ tutumları beni fena halde rahatsız ediyor.

“Bu kız çocukları sahipsiz, baskı karşısında ne yapacaklarını, nasıl davranacaklarını bilmiyorlar, bunlara bir el atın, bir yol gösterin, bir sorumluluk alın. Bunun için her türlü organizasyon yapmaya hazırım" diyerek kapısını çaldığımda “senin bu önerin çok ciddi ve çok tehlikeli, biz bunu yapamayız” diyen adları bende saklı 6-7 islamcı aydın-yazar- gazetecinin bugün gösterdikleri ‘cengaverlik’ bende şaşkınlık yaratıyor.

Eğer 28 Şubat sürecinin bir mağduru varsa, onlar savundukları değerleri terk edip bugün yeni hayatlarında keyif süren, yeni yaşam tarzlarıyla yeni heyecanlara yelken açanlar değildir.

O günlerde gemiyi ilk terk edenlerin bugünlerde herkesten daha çok bağırıyor olması, bize ne olup bittiğini anlatmıyor mu?

Ortalıkta bu meselede ‘intikam’ diyerek peş peşe tutuklanacaklar listesi yayınlayanların kimliğine, kişiliğine, karakterine, geçmişlerine, ahlaki yetersizliklerine, değer yargılarına, kimin adamı olduklarına bakıldığında resim daha da netleşecektir.

Olayın bu kısmına dönük söyleyecek çok şey var. O günleri hep beraber yaşadık. Ama bu yazıda asıl vurgu yapmak istediğim kısım başka.

Türkiye’deki darbelerin hemen hemen hepsi ABD kaynaklıdır görüşü hakim. Buna itiraz edenlerin de ciddiye alınacak tarafı yok. Öyle değil mi?

Hal böyleyken, bu süreçleri asıl organize ettiğini düşündüğümüz ABD ile dost olup buradaki tetikçi tayfası üzerinden bir hesaplaşmaya kalkışmak doğrusu bana ucuz bir hamle olarak geliyor.

Türkiye’deki birçok toplumsal olayın da, ideolojik hareketlenmenin de, bu hareketlenmelere karşı ordunun piyasaya sürülmesinin de arkasında ABD’nin varlığı yadsınmaz bir gerçek. Kaldı ki onlar da bu tür müdahalelerini artık gizlemiyorlar.

Yıllardan beri benzer olaylarda tetikçiler üzerinden bir hesaplaşma ile bir yere varılmadığını ne yazık ki anlamadık. Her dönem Türkiye’nin bir kesimi heba edildi. Her seferinde gemisini sağlıklı bir şekilde yüzdüren yalnızca ABD kaldı.

Şimdi benzer bir süreci daha yaşıyoruz.

Yargı çeşitli hamlelerde bulunuyor. Türkiye’de bir ‘temizlik operasyonu’ başlattığına bizi inandırmaya çalışıyor. Geçmişte ABD safında halkın farklı kesimleri ile kavga eden kurumları millet adına yargıladığına bizim de inanmamızı bekliyor.

Kendi adıma bu çabayı kuşkulu buluyorum. Hele MOSSAD ve CIA’nin ‘İran’la samimi ilişkileri var’ diyerek açıktan hedef haline getirdiği MİT başkanı Hakan Fidan’a ve Başbakan Erdoğan’a kılıç çektikten sonra bu çabalarının yerli bir refleks olduğuna inanmak artık neredeyse imkansız.

Sadece bu da değil. Cumhuriyet tarihi boyunca en azından benim yaşımın yettiği süre zarfında, Türkiye’de hiçbir dönemde ‘kahrolsun İsrail’ diye slogan atılanlara dava açılmazken, son dönemde Türkiye’nin farklı illerinde onlarca genç “kahrolsun İsrail” diye bağırdığı için yargılanıyor.

İşte bütün bu olup bitenler aynı yargının tasarrufu.

Buradan yola çıkarak yargıyı töhmet altına sokma çabasında değilim. Fakat yargının son dönemdeki birçok tutumunun izaha muhtaç bir yönü var. Öyle değil mi?

Geçmişte asker ve medya üzerinden hedefine ulaşanlar, bugün niçin yargı ve medya eliyle ulaşmasınlar ki?

Türkiye bu kısır döngüden kurtulmanın bir yolunu bulmalı. Her dönem bir kesimi bir başka kesimin eli ile ortadan kaldırmayı başaran ABD’nin oyununu boşa çıkaracak bir çabanın içerisine girmeli. Bu oyunu boşa çıkaracak bir "millet" inşaa etmenin yolu aranmalı.

Etrafımızdaki ülkelerin durumu ortada. Aralarına sokulan nifaktan dolayı halkların birbirini katlettiği bir dönemde Türkiye halkta ortak paydayı geliştirecek bir üslup, bir tarz, bir yol oluşturmalı.

Kim ne derse dersin yargının MİT hamlesi gibi son dönemdeki birçok tasarrufundan sonra, kimin adına hareket ettiği konusunda herkesin kafasında derin bir şüphe var.

Bu giderilmeden girişilecek bir hesaplaşmadan bu ülkeye, bu topluma hayır geleceğini düşünenler varsa gerçekten yanılıyorlar.

Yargı 28 Şubatçıları Sincan hapishanesine atmak gibi küçük seremonilerle bizim gönlümüzü çalacağını düşünüyorsa gerçekten yanılıyor.

Önce üzerindeki şüpheleri gidermeli. Haksız mıyım? twitter.com/acikcenk