Zaman'ın Kürt yazarı yeniden köşesinde...

Zaman'ın Kürt yazarı Bejan Matur uzun bir aradan sonra yeniden köşesine döndü...

GAZETECİLER.COM
Zaman yazarı Bejan Matur uzun bir aradan sonra yeniden köşesinde okurlarıyla buluştu. Gündemin odağındaki Kürt sorunu ve çatışmalı süreç üzerine yazan Batur, internete sızan MİT-PKK görüşmeleri sonrasında 'madem böyle neden ölüyoruz hala' diye soruyor.

Batur, yazısında milliyetçi muhafazakar medyadaki 'Kürtler PKK'ya karşı tavır alsın' beklentisinin gerçekçi olmadığını söyledi "Bu kavganın Türkü Kürdü kaldı mı?" diye sordu...

İşte Matur'un yazısı:

Güneşin altında söylenmemiş söz yok sahiden. Gazetedeki son yazımı 4 ay önce yazmışım. 28 Mayıs tarihinde 'benim adıma öldürme' demişim. Benim adıma operasyon yapma, benim adıma dağda elinde silahla dolaşma.

O satırların üzerinden koca bir yaz geçti. Ocağına ateş düşenler için çok daha zor geçen yaz bitti. Şimdi sonbahar. Artık başka bir iklimin eşiğindeyiz. Ama bu eşikte duyacağımız bir başkalık yok. Adına savaş demesek de savaş acımasızlığında yaşanan kayıplar devam ediyor.

Kayıplara dur diyecek, elini taşın altına sürecek birileri aranıyor çaresizce. Kürtlere çağrı yapılıyor. 'Bu gidişe siz dur diyebilirsiniz' deniyor.

Benimse çok samimi duygum şu; bu savaşın Kürt'ü, Türk'ü yok artık. Mevcut kavga günden güne karanlığa çekilerek kimliği sahiplenmenin 'mağruriyetini' yok etti. Yaşanan kayıplardan gurur duyacak, acı çekmeyecek bir tek Kürt olduğuna inanmıyorum artık.

Başbakan Erdoğan, geçtiğimiz günlerde Kürt kadınlarının tülbentlerinden söz etti. Kadınlara savaşı durdurun çağrısı yaptı. Ama Başbakan'ın görmekte zorlandığı bir şey var; en kanlı kavgalarda bile barışı samimiyetle isteyenlerin duracağı bir ara alan hep vardır. Masumiyetini koruyan, kiri olmayan. Bu çatışmada ne yazık ki o alan eritildi. Kayıplardan samimiyetle acı duyan Kürtlerin itidal çağrısı yapacağı zemin örselendi.

Yazmadığım dönemde neden yazmadığımı soranlara pek çok sebep sıraladım. Ama okura da gecikmiş bir açıklama borcum olduğunu biliyorum. Doğrusu bu süre zarfında elim kaleme gitmedi. Bunda hazırlamakta olduğum kitaba ayırmam gereken zaman etkili oldu muhakkak. Ama daha derindeki sebep şu an yaşananları çaresizlikle sezmemdi. Geri çekilme isteğim, söylenecek her sözün, edilecek her sitemin, yazılacak her satırın aslında yazıldığını düşünmemle ilgiliydi.

Söylenmesi gereken her şey söylenmiş, edilmesi gereken her sitem edilmişti çünkü. Çatışmayı devam ettiren tarafların argümanlarının artık klişeye dönüştüğü, ölümlerin kanıksandığı şu günlerde, yeni şeyler söyleyecek birileri çıksa ve muktedirlere şunu hatırlatsa keşke; eleştirinin içeriden yükselmesi her zaman beklenen, olması gerekendir. Ama eleştirinin içeriden yükselebilmesi için asgari bir zemin gerekir. Asgari bir ahlak gerekir. Ahlakını kaybetmiş bir kavgaya ahlak hatırlatmak beyhude değil mi?

Bu tarz çatışmaların özelliğidir hep; barışı çağıranların durabileceği gizli de olsa bir alan varlığını korur. Yaz başında katıldığımız DPI (Democratic Progress Institue) konferansında İrlanda sorununda çözümün mimarı olan Jonathan Powell bisiklet teorisiyle açıklamıştı durumu. Pedal çevirmenin önemine vurgu yaparak, 'pedal çevirmeyi bıraktığınız an bisiklet düşer' demişti.

Ama Türkiye'de özellikle bu son yaşananlardan sonra sanki pedal çevirenler çözüme doğru değil, başka bir bilinmezliğe doğru çeviriyorlar pedalları. Kendileri de ufuktaki ihtimali tam seçemiyor gibiler. Yoksa iş neden bu kadar çığırından çıksın? Bu kadar kirlensin ve belirsiz hale gelsin. Bunları söylerken yanılma payımın olmasını o kadar içten diliyorum ki.


Yazının tamamı için
Fatih Altaylı'dan Serhat Akın iddiası: Fenerbahçeli iki yöneticinin adları öne çıkıyor