Yusuf Kaplan'dan Meltem Cumbul'a sert tepki
Meltem Cumbul'un yönetmen Semih Kaplanoğlu'nu protesto etmesinin tartışmaları sürüyor.
Yeni Şafak yazarı Yusuf Kaplan, 24'üncü Uluslararası
Adana Film Festivali'nde sunucusu Meltem Cumbul'un yönetmen Semih
Kaplanoğlu'nun elini sıkmamasıyla ilgili olarak, "Aşağılanan Semih
Kaplanoğlu değil, ruh köklerimiz" dedi.
Kaplan'ın Yeni
Şafak'ta "Azgın azınlığın
traji-komik hâli, tükenişin hâl-i pür
melâli..." başlığıyla yayımlanan
yazısı şöyle:
Şu anlaşıldı artık: Bu ülkede, çoğunluğun azınlığa değil,
azgın azınlığın sessiz çoğunluğa tahakkümü vardır.
Yüz yıllık travmatik tarihimize önyargısız bir gözle
baktığınızda bu tedirgin edici gerçeği görmeniz ve teslim etmeniz
hiç de zor olmayacaktır.
Bunun son traji-komik bir örneği geçtiğimiz hafta Adana Film
Festivali’nde yaşandı. Programın sunuculuğunu yapan bir oyuncu,
Meltem Cumbul, festivalde, en iyi yönetmen ödülü verilen ülkemizin
en parlak film yönetmenlerinden Semih Kaplanoğlu’nu alenen,
milletin önünde aşağıladı!
Ama yaşanan hâdise, azgın azınlığın keyfince hükmettiği
kültür-sanat iktidarının kabızlık hâlinin ve bitişin
habercisidir...
AŞAĞILANAN SEMİH KAPLANOĞLU
DEĞİL, BU ÜLKENİN RUH KÖKLERİDİR
Mesele basit bir el sıkmama meselesi değildir.
Aslında bu ilkel hâdiseyle birlikte, bu ülkenin kültür
dünyasına keyiflerince hükmeden küçük, azgın azınlığın, bu ülkenin
kültüründen, ruh köklerinden ne kadar nefret ettiği, her fırsatta
nasıl faşistleşebileceği bir kez daha gün ışığına çıkmış
oldu.
Aşağılanan sadece Semih Kaplanoğlu değildir. Aşağılanan bu
ülkenin kültürel değerleri, anlam haritaları ve ruh
kökleridir.
Ne var ki, bu aşağılayıcı hareket, trajik değil,
traji-komiktir.
Traji-komiktir; çünkü aşağılanan kişi, yaptığı toplam altı
filmle ve aldığı 28 uluslararası ödülle, bu ülkenin en parlak
sanatçılarından ve yönetmenlerinden biridir.
Aşağılayansa, hiç bir yetenek ışıltısı göstermeyen, sıradan,
lümpen bir oyuncudur.
Sıradan bir oyuncunun dünya çapında takdir toplamış bir film
yönetmenini aşağılamaya kalkışması komiktir. Meselenin içinde
“işsizlik” varsa, bu daha da komik, hatta trajiktir.
İşin daha trajik tarafı şudur: Meltem Cumbul, Semih
Kaplanoğlu’nun sinemada yaptığı “devrimi” anlayamayacak kadar film
dilinden de, film estetiğinden de, entellektüel birikimden de
yoksun biridir.
Eğer Meltem Cumbul, Semih Kaplanoğlu’nun film dilinde
ülkemizde yaptığı ve bütün dünyada takdir toplayan “devrim”i
anlayabilecek çapta biri olmuş olsaydı, bırakınız Kaplanoğlu’nu
aşağılamayı, ayakta alkışlardı.
HAYSİYET SORUNU VE BU
ÜLKEDEKİ TRAJİ-KOMDEDİ’NİN BOYUTLARI...
Foucault ile Deleuze çağımızın iki cins düşünürüdür.
Foucault, Deleuze’ün hocasıdır.
Deleuze’ün hocası hakkında söylediği sarsıcı bir söz vardır.
Deleuze, “Foucault, bize hiç bir şey öğretmediyse şunu öğretmiştir
ve bu onu büyük bir düşünür yapmaya yeter: Başkaları adına konuşma,
başkalarını yargılama haysiyetsizliği.” (Cumbul, bırakınız bu
isimleri tanımayı, telaffuz edebilir mi acaba? Ama bu isimleri de,
çağdaş düşünceyi de, İslâm düşüncesini ve estetiğini de iyi bilen
bir yönetmeni “gerici, yobaz, yalaka” vesaire gibi ilkel
niteliklerle yaftalamak nasıl acıklı bir güldürüdür, değil
mi?)
Adana’da yaşanan çirkin hâdise, başkaları adına konuşma,
yargılama ve nefret söylemi üretme ilkelliği ve
faşizmidir.
Sadece sunucunun çirkin davranışından sözetmiyorum. Bu
ülkede, sunucunun kendisini ait hissettiği dar bir çevrenin, bu
ülkenin kültür ve sanat dünyasına keyiflerince hükmeden azgın bir
azınlığın traji-komik durumunu ele veren, ülkemiz adına tedirgin
edici bir hâdiseden sözediyorum.
Oysa bu ülke sıradan, herhangi bir ülke değil. İnsanlık
tarihinin Yunus gibi, Mevlânâ gibi, Sinan gibi, Fuzûlî gibi, İbn
Arabî gibi en büyük bilgelerinin, düşünürlerinin, sanatçılarının en
ön sıralarında yer alan öncü isimlerini yetiştirmiş bir medeniyet
birikimini insanlığa armağan etmiş bir ülke burası.
Semih Kaplanoğlu, işte bu isimlerini saydığım öncülerin
ortaya koydukları evrensel insanlık birikimini özümsemiş, bu
birikimi film diline aktarmayı başarabilmiş ve dünyaya bizim nasıl
imajinatif bir film dili ve estetiği armağan edebileceğimizi
gösterebilmiş ilk sıradaki yönetmenimizdir.
Adana Film Festivali’nde en iyi yönetmen ödülü verilen filmi
Buğdaydünyada yüzümüzü ağartacak bir başyapıttır.
Bu ülkede yüzyıldır kültür ve sanat dünyasına hâkim olan
Meltem Cumbul da, onlar adına konuştuğu celladına âşık tasmalı
çekirgelerin hiç biri de, böylesine büyük bir atılıma öncülük
edememiştir. Ve bu ülkenin zengin ve engin kültürel dinamiklerini,
insanı sarıp sarmalayan, kanatlandıran, ötelerin ötesine taşıyan,
çağları, zamanları ve mekânları aşarak günümüze kadar gelen ve
yarına da iletilecek çapta ve derinlikteki ruh köklerini
aşağıladıkları, aşağılamaya devam ettikleri sürece de dünya
sinemasına, sanatına özgün diller ve estetikler armağan edecek
yaratıcı bir atılıma öncülük edemeyeceklerdir, etmeleri de mümkün
değildir.
ÇEYREK ASIR İÇİNDE SİLİNİP
GİDECEKLER...
Cumbul’un davranışı, ait olduğu azgın azınlığın traji-komik
hâli pür melâlini çok iyi resmediyor.
Bu davranış biçimi, bu azgın azınlığın hem bu ülkenin sahip
olduğu devâsâ kültürel, sanatsal ve estetik birikimden bîhaber
olduklarının hem de bu birikimi başka bir medeniyetin ürünü olan
sinema gibi bir sanat formunu dönüştürecek ve bizim kültürel,
sanatsal ve estetik kodlarımız üzerinden yeniden icat edecek bir
atılıma imza atmış bir yönetmeni aşağılamakla ne kadar acıklı ve
gülünç duruma düştüklerini göremeyecek kadar çapsız, sığ ve acıklı
durumda olduklarının göstergesidir.
Böylesine ilkel bir davranış biçimine Türkiye’de kültür-sanat
dünyasına keyiflerince hükmeden azgın azınlığın hiç olmazsa bu kez
“bu kadar da olmaz” diyerek karşı çıkmasını ve bu ilkel davranışı
kınamasını beklerdim.
Olmadı tabii. Olması da mümkün değildi, elbette
ki.
Bu azgın azınlık bu kafayla giderse, çok değil bir çeyrek
asır içinde, kendiliğinden silinip gidecektir...
Böylesine ilkel bir traji-komediyle uzun süre nefes alıp
verebilmesi olmayacak bir şeydir çünkü.