Yuh yani Yiğit Bulut.. Yuh yani!..

Ahmet'e not bırakışımdan birkaç gün sonra Ankara'da konakladığı otelin odasından alıp götürdüler...

ADNAN BERK OKAN

Bir meslektaşımız sabahın köründe (saat 05.00) otel odasından beş resmi giyimli polis tarafından alınıp götürülüyor...
Nedir bu?..
Söyleyin, söyleyin, dilinizi korkak alıştırmayın...
"Polis terörü" deyin...
Siz demeseniz de ben diyorum "Polis Terörü"..

Terör mağdurunun adı önemli değil...
Felâket olan "İleri Demokrasi" uygulandığı idddia edilen bir ülkede yaşanması...
"Efendim kanun kaçağı bir adam ve aranıyor...  Ne yani polis mesai saatinin başlamasını veya kaçağın uyanmasını mı beklemeliydi?" diye soran çoktur...
Çünkü bu sorunun sahipleri, "kaçak" dedikleri kişinin kimliğini öğrenmişlerdir...
Ve...
o "kaçak" dedikleri kişi, kendileri gibi düşünmeyen bir "gazeteci/yazar"dır...
Yani...
Başına her iş geldiğinde veya getirildiğinde "oh olsun" demeleri gereken bir muhaliftir...
Aksi de olabilir, "Hükümet destekçisi bir gazeteci/yazar" da götürülebilirdi (ki çok yakındır)...
O zaman da karşı taraftakilerin "oh olsun!" diyeceklerinden emin olabiliriz...

Bir ülke başkentinin emniyet örgütünü düşünün...
21. yüzyılın ilk onuncu yılı geçildiği, iletişim teknolojisinin köy sobasını yakmak isteyen bir ilkokul öğretmeninin "anasını arayarak yardım alması" noktasına kadar geldiği bir çağda, "güncelleme" yapmaktan aciz...
Ya da "tembel"...
Veya "vurdumduymaz"...
Belki daha fenası!..
Güncellemeleri yaparken bazı isimlerin "kara listelerde kalmasını" bilhassa bırakacak kadar kötü niyetli...

Geçenlerde çok değer verdiğim, özüne sözüne güvenilir bir avukat dostum telefon edip sordu:
"Ahmet Hakan'la görüşüyor musun?"
"Çok değil"...
"Ararasan iyi olur, yakalaması var ve çok kötü duruma düşürecekler..."
Ahmet'in telefonuna not bıraktım...
Görmemiş olmalı...
Köşemde yazıp "uyarmak" da istemedim...
Nitekim Ahmet'e not bırakışımdan birkaç gün sonra Ankara'da konakladığı otelin odasından alıp götürdüler...
Felâket olan "götürülmesi" değildi...
Ya neydi?..
Söyleyeyim...

Ahmet'i yakalayan(!) polislerden biri hemen Yiğit Bulut'u aradı...
"Görüntüleyin" dedi Yiğit...
Ve Ahmet'in çok da hoş olmayan görüntüleri kaydedildi...
Yiğit'e bildirildi...
Ve Yiğit bugün onları yazdı...
Hem de çok yakışıksız...
Bir gazeteci/yazara ve hatta bir televizyon yöneticisine hiç yakışmayacak tarzda yazdı...
Meselâ dedi ki...

"..... gözaltı sebebinin Cem Uzan'ın açtığı dava olduğunu öğrendiği saatler sonrasına kadar tam bir 'panik' ve 'ağlama' halinde. Kapıyı açışından, götürüldüğü yerde son kapıdan çıkışına kadar 'rütbesi, makamı' ne olursa olsun herkes 'canım abim', herkes 'amirim'... Hele ilk panik anı, sonrası ağlamaklı telefonlara sarılış ve bir de 'korkunun dağların zirvesine tırmandığı anda' bir hıçkırarak ağlama 'anı' var ki; tam evlere şenlik...
Korkma 'cübbesiz'im; sana kimse dokunmaz, dokunmaya değer bulmaz!......... ...... Ankara'da yaşadıkları 'tam bir sokak masalı' haline gelmiş, bakalım daha ne gibi detayları ortaya çıkacak, kim bilir belki yakında 'cep telefonu ile çekilmiş' ağlama-yalvarma görüntüleri de ortaya çıkar bu aslan 'Yiğit kardeşimizin'!"

Bu satırlar Yiğit Bulut'un GazeteHT'deki köşesinden alındı...
".... cep telefonu ile çekilmiş' ağlama-yalvarma görüntüleri de ortaya çıkar" dediğine bakmayın...
Büyük ihtimalle o görüntüler şu anda elinde...

Ve sevgili dostlar!..
Dün Ahmet Hakan"Günün Köşe Yazarı" seçerken şöyle dedik:

Yıllardır emniyet kayıtlarında "aranan kişiler" listesinde adı durduğu halde yakalanmazken...
Tam da Ana muhalefet partisi lideri konuk edilip dilediği gibi özgürce derdini anlattıktan sonra...

Ve yine değerli dostlar;
Yiğit Bulut'un bu yaptığına Türkiye'de "Gazetecilik" diyorlar ...
Vah benim "asil mesleğim" vah...
Sen böyleleri tarafından yapılacak, böylelerinin adının başına getirilecek "sıfat" mıydın?..
Not: Emniyet Genel Müdürü "olan bitenden/bitecek olandan haberdar değilim" diyorsa, demesin..
Haberdar olduğunu kanıtlayacak kişi/ler var...
Ve çok ayıp!..
Mısır'da yaşananların başlangıcından ve yayılışından polisin nasıl da sorumlu olduğu bilinen şey...
Ve...
Bizim emniyetimizin ne yapmak istediğini bilen birileri varsa söylesin de bizler de öğrenelim...

Bir küçük şiir yazmıştım geçenlerde...
Galiba sırası...

Kaybedeceğim ne kaldı
özgürlüğümden başka?.
Korkmuyorum mapus damından da
Ve haykırıyorum çatlarcasına...
"Vermem özgürlüğümü!
O, en kutsal değerimi...
Öleceksem de ölürüm ama…
Vermem özgürlüğümü"…

adnanberkokan@gmail.com