Yönetilecek ülke de bulamayacağız Hasan Cemal!
Hem Taha Akyol ve hem de Hasan Cemal bu büyük değişimi görmeliler… Bütün dünya bazı dini cemaatlerin kuruluş
ADNAN BERK OKAN
Hasan Cemal’in 28.12.2010 tarihli Milliyet’te, başlığı altında yayımlanan makalesini hemen eleştirecektim ama Mehmet Faraç’ın 26 yıl emek verdiği, (karşılığını da aldığı) Cumhuriyet’ten kovulması daha bir gündemdi…
Hasan Cemal de belli ki Taha Akyol gibi Karl Popper tutkunu…
Oysa Karl Popper felsefesi o kadar gerilerde kaldı ki…
Hele günümüzde (ille de 2008 dünya ekonomik krizinden sonra) hiç geçerliği yok…
Çünkü Karl Popper tek adamcı (tek otoriteci) totaliter rejimlerle mücadelenin felsefesini yaptı…
Oysa bizler dünyaya, demokrasi döneminin totaliterliğine karşı mücadeleyi anlatmalıyız…
Hâkimiyetin kayıtsız şartsız milletin olmadığını; egemenliğin anayasal kurumlarla ortaklaşa kullanıldığı devletlere “Demokratik Hukuk Devleti” denildiğini öğretmeliyiz…
Halkı materyalizmin çöktüğüne inandırmalı, dünyanın "Egosu şişkin, sistemci insanlarla" değil; iyi ahlâklı, bilgili, dürüst, çalmayan, çırpmayan, Tanrı korkusu bilen, günahtan kaçınan vicdanlı insanlarla altın çağı yakalayacağı konusunda ikna etmeliyiz...
Kaldı ki Karl Popper Yerel Kapitalizm sürecinin filozofuydu…
Günümüz ise Küresel Kapitalizmi yaşıyor ve hatta aşıyor…
Hangi Popper?..
Ve benim, Cemal’in makalesine eleştirilerim işte o noktadan sonra başlıyordu…
Çünkü Popper “ülkeyi, devleti kim, kimler yönetmeli?” sorusunun isabetli olmadığını söylüyordu…
Zira Popper’e göre öyle bir soruya sıradan bireylerin verecekleri cevap belliydi:
“İyi insanlar, bilgili insanlar yönetmelidir”…
Popper normal vatandaşın vereceği bu cevaptan tatmin olmuyordu…
Çünkü O’na göre sorulması gereken soru, “Kim yönetmeli?” değil, “Nasıl yönetmeli?”sorusuydu…
“Yöneticiler nasıl belirlenmeli, nasıl değiştirilmelidir?” sorusuydu…
Cemal de Popper’ın yaklaşık 50 yıl kadar önce söylediği bu tespite katıldığını belirtiyordu…
Oysa Popper o önermede bulunduğunda Materyalizm yerel Kapitalizm’in silahıydı…
Çünkü aynı süreçte “namus anlayışı” değişiyordu…
Yerleşik ahlâk anlayışının yerini Kapitalistlerde bile Materyalist ahlâk alıyordu…
Popper’a göre iyi bir yönetim için iyi insan değil, iyi bir sistem gerekiyordu…
O iyi sistem ise demokrasiydi (İyi sistemin demokrasi olduğuna asla itirazım yok, olamaz da)…
Ve sevgili dostlar…
Liberal felsefenin babası Adam Smith’in “ekonomist” değil “Ahlâk profesörü” olduğu unutuluyor; “iş adamları bir düğünde bile olsa nadiren bir araya geldiklerinde fiyatları nasıl arttıracaklarını konuşurlar” dediği hatırlanmıyordu…
Çünkü Adam Smith Liberal Felsefenin kurucusu olsa bile “iyi insan” hayalinin peşinde koşuyordu...
Karl Popper ve müritlerine göre ise "İyi insan" neydi ki?..
Yenir miydi?..
İçilir miydi?..
Bu sorular karşısında; “İyi insan çalmaz, çırpmaz, dürüsttür” diyenlerle alay ediliyordu…
“Çalarsa çalsın ama yeter ki iş yapsın” felsefesi giderek bütün Kapitalist toplumların manifestosu haline gelmişti (Bu lâfı nereden hatırlıyorsunuz?)…
Madem filozof Karl Popper de “Önemli olan iyi insan değil iyi sistemdir” diyordu o halde doğrusu en iyi sistem olan demokrasiye sıkıca sahip çıkmaktı…
Ve böylece dünyada dürüstlük anlayışı değişmeye başlıyordu…
“İyi insan” alay konusu ediliyor, “sisteme uyan insan” aranıyordu…
Bulunanlar ise “baş tacı” ediliyordu…
Demokrasi "iyi birey" değil, sisteme uygun birey yatiştirmek için eğitim veriyordu...
"İyi insandır, dürüsttür, çalmaz, çırpmaz ve işini de iyi yapar" dendiğinde "biz camiye imam aramıyoruz" denilmeye başlanmıştı...
Ve olan oldu…
Popper’ın, adına “Demokrasi” dediği sistem; kendi siyasetçilerini de toplumun kalitesine göre çıkardı…
Tek kuruş sermayesi olmayan, Liberal Kapitalist Demokrasinin gerektirdiği hiçbir riske girmeyen siyasetçiler bir seçim gecesinde, ülkenin en varlıklı sanayici ailesinden daha büyük servete sahip oldular…
Bir kamu kurumunda mütevazı bir maaşla çalışan siyasetçi bir gecede Hazine'nin bütün kaynaklarının yönetimini ele geçirdi...
Büyük şirketlerin kendi şirketinde servis şefi yapmayacağı politikacılar, o şirketlerin sahiplerinin bankalarını veya fabrikalarını adeta "esir" aldılar...
Popper’ın önermesi gerçekleşmişti…
Seçmenler ülkeyi kimin yöneteceğine göre değil, nasıl yöneteceğine bakarak kullanıyorlardı oylarını…
“Kim”leri seçmek parti genel başkanlarının işiydi ve seçmen o “Kim”leri tanımıyordu bile…
Halen tanımıyor…
Ve…
Popper’ın önermesiyle birlikte “iyi – dürüst - namuslu – onurlu insan” tarihe karıştı…
Demokrasi, görme özürlü bir kıza dönüştürüldü…
Tecavüzcüleri ise:
* Halka daha çok vaatte bulunan,
* Devletin hazinesini seçim kazanmak için kullanmaktan çekinmeyen,
* Görgüsüz, kendi kasabasında başarılı olamamış boşanma avukatları,
* Bir kümesin statik hesabını yapmaktan aciz ama ağzı iyi lâf yapan mühendisler,
* Köylülere, kasabalılara veresiye ilâç verebilecek kadar ekonomik güce sahip eczacılardı…
Ve…
Akıl almaz bir Kapitalist kokuşma başladı…
Popper’ın önermesi Kapitalizm’i iflâsa sürükledi…
Demokrasiler sık sık rafa kaldırıldı…
Çünkü Popper, iyi insansız demokrasi olabileceği yanılgısına düşeceğini görememişti…
Çünkü siyasal iktidarlar, “hâkimiyet kayıtsız şartsız milletindir” diyerek Popper’ın çok gerilerde kalmış Vahşi Kapitalizmi destekleyen demokrasi oyununu kullanıyorlardı kendi halklarını ütmek için...
Yani…
Çok becerikli, nasıl yapılacağını bilen ama ahlâken infisah etmiş ve fakat bir siyasi parti çatısı altında toplanmış kirli amaçlı adamlar; halkın vergilerini diledikleri gibi harcıyorlardı…
İşin kötüsü “hâkimiyet kayırsız şartsız milletin olduğu” için; çoğunluktan gelen siyasal güçlerini istismar ediyor, hukuku tanımıyorlardı…
Küresel Liberal Kapitalist anlayış, bir işin yanlış yapılmasını hırsızlıkla yapılmasına tercih ediyor artık…
Son dünya ekonomik krizi sistemin değil, yanlış yöneticilerin çıkardığı bir krizdir…
O devasa şirketleri sistem değil yanlış zihniyetli, ahlâken iflâs etmiş yöneticiler (yani “Kim?” sorusunun karşılığı olanlar) batırdılar…
Çünkü yanlışla hiçbir şirket ya da ülke batmaz…
Ama hırsızlıkla sıfırı çekmek işten bile değildir.
Yani…
Hem Taha Akyol ve hem de Hasan Cemal bu büyük değişimi görmeliler…
Bütün dünya bazı dini cemaatlerin başarılarının temelinde “Allah’tan ve günaha girmekten korkan, dürüst, temiz ahlâklı birey" yetiştirmenin yattığını görünce çok etkileniyorlar…
Bunu en son CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu’nun halkça tutulmasının hem partisinden ve hem de gelmiş geçmiş en karizmatik Başbakan Erdoğan’dan bile daha fazla olmasından anlayabiliriz…
Hâsılı…
Değerli yazarlarımız Cemal ve Akyol’un Popper övgülerine katılmıyorum…
Eğer Popper’ın materyalist felsefesinin doğru olduğunda ısrar eder, “ülkeyi kim/ler yönetecek?” sorusunun cevabını vermek yerine, “Ülke nasıl yönetilecek” sualinin cevabını aramayı sürdürürsek; yakında yönetilecek ülke de bulamayız…
Çünkü hırsızlıkla varlık sahibi olunsaydı, fare milleti evrenin en zengin canlısı olurdu…
adnanberkokan@gmail.com