Yılmaz Erdoğan 'Neşeli Hayat'ı anlatıyor!

Ayşe Özyılmazel, Yılmaz Erdoğan'la haftaya vizyona girecek yeni filmi Neşeli Hayat'ı, hayatın kendisini ve çıktığı yolculuğun sonunda yaşadığı değişimi konuştu...

GAZETECİLER.COM

Sabah yazarı Ayşe Özyılmazel, Yılmaz Erdoğan'la son filmi 'Neşeli Hayat

- Neşeli Hayat'ı izleyince kafamdaki ilk cümle şuydu: Yılmaz Erdoğan bizi ters köşeye yatırdı! Hiçbir mesajın altını çizmiyorsun, gözümüze sokmuyorsun, güldürmek kaygın yok ama müthiş bir yalınlıkla ta içerden bir hikâye anlatıyorsun. Ben bu sezon izlediğimiz ve izleyeceğimiz filmleri göz önüne alarak çok cesur olduğunu düşünüyorum. Sen?
- Bununla cesaret arasındaki ilişki de konuşulabilir ama bir sahneyle ilgili seyirci iki şey yapar: Bir, o sahnenin görünen yönüyle ilgili ya güler ya ağlar, sonra da o sahnenin totalinden bir duygu kalır. Bu hikâyede o duygunun çokluğu, azlığı ilgilendirdi beni. Neşeli Hayat'ta da bu dozun maksimumda dolaştığını düşünüyorum.

- Bu film senin diğer üç filminden farklı olarak tek bir karakterin, Rıza'nın üzerine kurulmuş. Rıza, bizim hayatta dikkat edeceğimiz tiplerden değil. Neden Rıza gibi bir karakter çıkardın, neden onun hikâyesi?
- Ben yazarlığı biraz öyle algılıyorum, gözümüzün önünde olup da görmediğimizle çok ilgiliyim. Yaptıklarıma da bakıyorum, yazdığım herkes aslında çok önemsiz, normalde tarihin yazmayacağı kişileri esasında sinema yazar. Ben de 'her insan tarihi bir şahsiyettir' diyen bir algıyla yazıyorum. Sıradan insan diye bir tanımım yok benim. Vizontele diyarı da böyleydi aslında. Hayatta herkes kendi filminin başrol oyuncusu.

BU MESLEKTE YAPILAN HATALAR...
- 42 yaşındasın, 15 yıl önceki Bir Demet Tiyatro zamanındaki Yılmaz'la bugünkü Yılmaz arasında ne fark var?
- Aslında hâlâ 90 dakika futbol oynuyorum. Maçı çıkarıyorum. Farkındalığını artırmak en güzel değişim ve gelişimdir. Şimdi daha farkındayım. 42 yaşımdayken hemen hemen hiçbir şey ilk defa başına gelmiyor. Yanlış veya doğru yapmışsın. Sen o zaman doğru zannetmişsin, bakıyorsun yanlış yapmışsın. Hayatın gerçekten yazılmış yazılabilecek en güzel senaryo olduğuna, bizim de bir oyuncu kadar inisiyatifimiz olduğuna iman etmiş biriyim. Şimdi daha tecrübeli bir gülümseme yerleşiyor yüzüme. Mesela bu işte birinin senin yaptığın hatayı yaptığını gördüğünde 'Yapacaksın,' diyorsun.

- Bu meslekte yapılan hatalar ne?
- Bu meslekte önce 'ulan sen yeteneklisin' dönemi var, sonra 'profesyonelsin' dönemi var. Sonra 'Sen bir numaraya gidiyorsun,' dönemi var. Bu arada bu olmakta olan şey her şeyin önüne geçtiği için insan ilişkilerinde, hayatında çok dengeli olamadığın yıllar oluyor. Seri hatalar yapıyorsun. Bu stres arttıkça öfke de artıyor. Hırs denen şey zaten bir kelepçe. Bu iş için para almaya başladıktan sonra senin elinin kiri olan şaka seni terk etmeye başlıyor.

NEŞELİ HAYAT NEDİR?
- O sele kapılmamak için ne yapmalı?
- İşte o dönemde aldığın kararlar senin gidişatını belirlemeye başlar. Ben kendi durumumu Mutfak'a ve kendi içimizdeki eğitime bağlıyorum.

- Neşeli Hayat'ı izlerken insan sende bir değişim olduğuna uyanıyor, bana bunu anlatır mısın? Ne bu?
- Özü şu: 2005'ten yani Organize İşler'den sonra Mutfak kuruldu. Bu benim için de oraya gelenler için de çok ciddi bir eğitim süreci oldu ve bu eğitim yaptığımız her şeye çok ciddi bir biçimde yansıdı. Biz ne biliyoruz, ne bilmiyoruz, bize lazım olan kimde var, çok ciddi bir biçimde tartıştık. O zaman hem bilmediklerini topluyorsun hem de bildiklerinden emin oluyorsun. Çünkü biz sezgisel yapıyoruz, ben alaylıyım, yaparak öğrenen biriyim.

- Sen 2005'te de Türkiye'nin en başarılı, en sevilen, en çok kazanan adamlarından biriydin. Ne oldu da bu sana yetmedi, ne oldu da eksiklik hissettin?
- O eksiklik hissi bende hep vardır. Yazar Yılmaz kişisi her şeyin farkındadır. Bazen coşup gidiyorum da o bilgisayarın başına geçip yazdığında, yazım stilindeki sorunları da görüyorsun. Dünyada sinema mesleğini yapanlardan biriyim, dünyayı da takip ediyorum. Dünyadaki pozisyona göre kendimi değerlendiriyorum. 'O ligde bir şey ifade ediyor muyum?' sorusu hep gündemdedir yani.

- Sence mutluluk nedir?
- Neşeli bir hayatın olması.

- Peki neşeli hayat nedir?
- İşte ben de filmde onu anlatmaya çalışıyorum. Bu hikâyeyi yazarken Ömer Hayyam'ın bir rubaisini gördüm, bence en güzel tarif odur: 'Yarım somunun var mı, bir de küçücük evin, kimsenin kulu kölesi değil misin, en neşeli hayat senin.'

YAZARIN MARİFETİ, İDEAL İNSAN OLMAK DEĞİL
- Kulağa çok hoş geliyor ama...
- Zahiri algıda şöyle bir tartışmaya yol açabilir: Açsan kafaya takma. Böyle bir şey yok. Hayat öyle değil ama kafana takmak bir eylem biçimi değil. Bir şey yap! Buna teslim ol değil, bir şey yap. Peki ne yapayım? İşte bu film onun cevabını arıyor.

- Sen yaşamında mutlu musun, hayatın neşeli mi? Sen bu derdi çözebildin mi?
- Yok canım. 'Öyle bir şey yazıyorsun ki sen bu söylediklerini yapabiliyor musun?' diye sorarsan, olur mu? Yazarın marifeti ideal insan olmak değil, bunu derleyip anlatabilmek. Yapabilmek hepimizin mesaisi... Öfkeden uzak dur! Ne güzel. Sen durabiliyor musun? Mümkün mertebe. Bunu önerme haline getiren hikâye anlatabilmek başka, yapabilmek başka. Sen kendi şapşallıklarını anlatırsın.

- Neşeli Hayat'ta hangi aptallığınız söz konusu o zaman?
- Gelecekte bir hedef seçip deli gibi ona ulaşmak için çalışmak hepimizin yaptığı bir aptallık biçimi. Önemli olan böyle bir hedef tespit etmek değil, onun esiri haline gelmek. Benim söylediğim, gözünü yükseğe dikince aşağıda darlanıyorsun.

GÖZÜMÜZÜ NEDEN YÜKSEKLERDEN ALAMIYORUZ?
- Neşeli Hayat'ı izlemeden önce algı şu: Bu bir yeni yıl ve Noel Baba filmi; izledikten sonra algı şu: Bence bu yeni bir yıl değil yeni bir gün filmi, elinde yeni bir gün var, hiçbir fazlalığa ihtiyaç duymadan o günü yaşa, neşeli hayat da budur.
- Evet, iyi işlerde, derinlikli işlerde bu dediğini herkes kendi cümlesiyle tarif eder. Bu da iyi bir tarif. Siz önermeyi cebinize koyup bir hikâye yazmazsanız, hikâye size onu öğretir. Bu hikâye de bana seyirciye öğrettiğim şeyi öğretti, aldım, kabul ettim ve yazdım.

- Peki hikâyeyi anlatırken neden Noel Baba'yı seçtin?
- Bizim aramızdaki 'Biz Batılı bir ülke miyiz, Doğulu bir ülke miyiz?' tartışması için Noel Baba bulunmaz bir figürdü bence. Biraz orta malı olduğu için kıymetini bilmiyorduk ama 'Ya bu Noel Baba yılbaşı kutlamıyorsa?' sorusu çok enteresan bir Türkiye tarifi imkânı verdi. O Batı'yla Doğu arasındaki köprü var ya bizim, işte o köprünün tam ortasındaki adamın hikâyesine dönüştü.

ÇOCUKLARIN İNANDIĞI YALANLAR GERÇEK Mİ?
- Filmi izlerken şu mesele kafamı çok kurcaladı; bizde ne eksik ki gözümüzü yükseklerden alamıyoruz, daha fazla istemeden duramıyoruz?
- Burada iki ana unsur var. Biri, tüm dünya insanının yaptığı: Yaşadığı anı geçmişle ilgili pişmanlıklarla ya da gelecekle ilgili projelerle berbat etmesi. İkincisi, bizim ülkemize göre olanı; 70'li yıllar insanların statülerinden çok akrabalık ilişkileriyle tarif edildiği yıllardı, şimdi daha çok statü belası var. Rıza'nın başındaki bela da bu. Bir de onun bir sonu yok. Yukarısı, daha da yukarısı var. O zaman da mutlu olamıyorsun.

- Peki çocukların inandığı yalanlar aslında gerçek mi?
- Evet. Ya da hayat çocukların inandığı yalanlardan daha gerçek değildir. Daha fazla da ciddiye almaya gerek yoktur.