Yıldırım Türker'in yazısı içinizi acıtacak
Yıldırım Türker, Pozantı Cezaevi'nde yaşananların ardından iç acıtan bir yazı kaleme aldı:
Yıldırım Türker, Pozantı Cezaevi'nde yaşananların ardından iç acıtan bir yazı kaleme aldı: "2010'lu yıllarda Pozantı'da Kürt çocuklarına reva görülen, Diyarbakır Zindanından beri gelen zincirin halkasıdır. Yeni değildir." yazdı.
Türker'in bu yazısı okuyanların içini acıtacak...
...Karşıdan bir çığlık kopuyor ki dehşet. Küçük bir kız. çığlığı korkunç. Anlamıyoruz. Dokuz veya on yaşlarındaydı. Bize göre çok çocuktu. Göğüsleri daha gelişmemişti. Hazal nasıl zevk alıyor musun, falan diyorlar. Ama kız ölüyor. Bir adam sürekli bağırıyor. Gözlerimiz kapalı. Anlamıyoruz. Arkamdan kan akıyor. Göğüs uçlarım ağrıyor, dayanacak güçte değilim. Vücudum alev alev yanıyor. Artık dayak yemek istemiyordum. Arkamın acısı beni zorluyor. Yanımdaki beni dürttü. Gözlerini aç, dedi. Açamam, dedim. Dayanacak gücüm yok, dedim. Kürtçe, aç gözlerini, dedi. Kararlı sesi beni korkuttu. Göğüsleri daha belirgin olmayan bir kız çocuğu, saçları dağılmış. Kızın bacaklarının arasından kan akıyor. Ne oldu anlamadık. Tokat atıyorum yok. Kızın gözleri fal taşı gibi açılmış. Kız defalarca tecavüze uğramış. Kızdan ha bire kan boşalıyordu. Ne yapsam kendine gelmiyor. Sanki gözleri yırtılıyor. Kürtçe konuşuyorum yok, Türkçe konuşuyorum yok. Hiç tepki yok. Kaskatı olmuş. Ped koyalım, bir şey yapalım diyorum ama taş gibi kaskatı. Ped tutacak gibi değil. Ben ses etmiyorum ama yanımdaki bastı küfrü. Artık ağzına geleni sayıyor. Biri gelip diyor ki dokuz kişi onu... Biraz daha konuşursanız yirmi kişi gelip sizi... Biri diyor ki babası daha konuşmadı mı? Babasını konuşturmak için küçücük kıza gözünün önünde tecavüz etmişler...
Şimdi bu anlatı, çocukluğunu doksanlı yıllarda 'Güneydoğu'da geçirmiş olan bir genç kadının ağzından o yıllarda yaşadığına dair, 'Bildiğin Gibi Değil' adlı kitapta kayda düşmüş.
80'li yılların Diyarbakır Askeri Cezaevi'nde yaşananlardan yine yürek daraltıcı bir anlatı örneği de verebilirim. Onların da bir kısmı kayda düştü çünkü.
2010'lu yıllarda Pozantı'da Kürt çocuklarına reva görülen, bu zincirin halkasıdır. Yeni değildir. AKP hükümetinin de sarılmış bulunduğu 'münferit' utanmazlığına gelmez.
O yörede Kürt kadınları ve çocukları ve erkekleri on yıllardır, hayal gücümüzü zorladığı için birer tercüme cehennem anlatısı gibi okur okumaz, işitir işitmez unuttuğumuz vahşet uygulamalarına denek edilmişlerdir. Edilegelmektedirler.
Jandarma, JİTEM elemanı, polis; kısacası üniformalı devlet güçleri tarafından tecavüze uğramakta, işkencelerde sakat bırakılmaktadırlar.
Diyarbakır Cezaevi'nde 80'lerde uygulanan devlet politikasının şimdi de daha küçük yaştayken Kürt çocuklarına Pozantı'da uygulanmakta olduğunu öğrenmiş olmak, hayat algımızı değiştirecek mi? Asıl soru budur.
Yani, o çocukların neden taş attıklarını artık anlıyor musunuz?
Ellerine taştan daha güçlü bir silah geçtiğinde hiç çekinmeden onu da kullanacaklarını; kendilerine yaşatılanları unutsalar da analarına, atalarına yaşatılmış olan onca zulmün hesabını ölümüne sormak isteyeceklerini biliyorsunuz, değil mi?
Tanık olmayı reddettikçe; yeni duyduğunuz her devlet marifeti karşısında şaşkınlıklardan şaşkınlık beğenerek mahzun demokrat pozunda bir kenarda dikildikçe hep birlikte korkunç bir yok oluşa doğru hızla gideceğiz.
Pozantı'dan binlerce var. Binlerce merkez on binlerce Kürt çocuğunu doğduğuna pişman etmek için harıl harıl çalışıyor.
Zaten o çocukları emzirecek memeler bile sakat bırakılmış, süte geçit vermiyor.
Terörle mücadele konusunda ahkâm kesen iktidar uzmanları, Hazal'ı nasıl iyileştireceklerini soranlara da terörist diyor.
Hep birlikte, katliam çağrısı yapan hocalarla katliamcı askerine şükranlarını sunan hacılar arasındaki itişmeyi izliyoruz. Hangi taraf bizi bu utançtan, Hazal'ın gözlerindeki sorudan, Pozantı'lardan kurtaracak dersiniz?