Yiğit Bulut bayan çalışanlara dekolte dayattı mı?
Yiğit Bulut Akşam gazetesine verdiği röportajda çarpıcı açıklamalarda bulundu.
Son dönemin en ilgi çekici medya figürlerinden biri
Yiğit Bulut. Bir yıl önceki röportajımızda 'Babam
gibi severim' dediği MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli tarafından
protesto edilen Ciner Grubu'nda, Habertürk televizyonunu yönetiyor
ki kendisi söz konusu partinin gelecekteki genel başkanı olarak
gösteriliyordu... Şimdi de onun MHP'yi protesto ettiği iddia
ediliyor. Sadece bu da değil ayrıldığı Doğan Grubu'yla bozulan
ilişkileri, Ertuğrul Özkök'le çatışması, hükümete yaklaşıp
'ulusalcı' kimliğinden vazgeçmesi, Genel Yayın Yönetmeni olduğu
kanalda 4. Murat gibi yasaklar koyması, hatta kadın spikerlerden
'göğüs çatalınızı gösterin' isteğinde bulunması gibi hakkında
sayısız iddia var. Tüm bunları sordum, kendisi de içtenlikle
yanıtladı.
GÜLAY ALTAN - Akşam
- 6 ayı geçti siz Habertürk televizyonunu yönetmeye
başlayalı. Nasıl buluyorsunuz bu süreçteki
performansınızı?
Mükemmel olmanın sonu yok.
Kafamızdakiler ve daha iyiye gitme açısından daha atacağımız çok
adım var. Belli bir standarda getirmek kriteriyle bakarsak
kafamdaki projelerin yüzde 51'ini gerçekleştirmiş
durumdayım.
- Son dönemde, ekranınızda sürekli olarak karşıt görüşleri
yan yana getiriyorsunuz...
Tek tip bir görüşün değil,
tam bir nötralizasyon şeklinde fikirlerin ortaya konduğu konsept
için çaba gösteriyoruz. Dikkat ederseniz gazetede de bu böyle.
Sentezini üzerinde taşıyan medya kuruluşu olmaz. Bugün bazı
televizyon kanalları, senteziyle beraber geliyor; o zaman o
adamların ne söyleyeceğini biliyorsun. Bunların izleyici
potansiyelleri sınırlıdır, kısırdır; büyüyemezler.
- Gazete sayfalarında polemik yaptırmak, zıt fikirdeki
kişilerin görüşlerini aynı sayfada yan yana kullanmak daha kolay
gibi, canlı yayında bu tip kişileri karşı karşıya getirmek riskli
değil mi? Hatta elektrik yükü nedeniyle sizin rejiden müdahale
ettiğiniz, yarıda kestiğiniz yayınlar oldu. Bu risk değil
mi?
Hayır, bu böyle olmalı. Böyle de devam edecek.
Zaten bir natürel seleksiyon süreci de yaşadık. Bu fikre
alışamayacak olanlar, geçmişten getirdiği bagajını taşıyanlar, bana
göre + veya - yönde bir elektrik yükü taşıyanların hepsi
ayıklandı.
TÜM KARARLARIMIN
ARKASINDAYIM
- Dışarıdan bakınca o, natürel seleksiyon sürecinin biraz kanlı
geçtiğini gördük. O dönem alınan anlık kararlardan memnun
musunuz?
Kesinlikle. Tüm kararlarımın arkasındayım.
Hiçbir zaman anlık karar almam. Sayılarla aram çok iyidir; yıllarca
sayıların efendisi diye program yaptık. Bu sıfatı da ben vermedim
kendime. Her şeyi matematik olarak görürüm; sübjektif hiçbir şey
yoktur. İşimde duygu yoktur; benim adamım yoktur, benim sevdiğim
insan yoktur... Benim için sadece işini iyi yapan, bilen adam
vardır. Zaten kalan arkadaşlarımın Türkiye'deki medya grupları
içinde en iyiler olduğunu düşünüyorum.
- Ekrandaki kişilerin bir ön fikir sahibi olmadan her türlü
görüşe kulvar açabilecek sorular sormasını istiyorsunuz ama bu
durum o kişiyi tedirgin etmez mi?
Ekrandaki kişi bu
analizi anlık yapıp bunun kararını verebilecek kadar profesyonel
olmalı. Arkadaşlarımız o noktaya gelmeye başladı. Gördüğünüz o çok
parlak insanların hepsi, başka haber kanallarında, oradaki genel
yayın yönetmenleri tarafından şans verilmeyen insanlar.
HABERİ BİLMİYORSA CLAUDIA
SCHIFFER OLSA EKRANA ÇIKAMAZ
- Gidenler arkanızdan kötü şeyler de söyledi... Bunların içinde en
ağır olanı, sizin kadın spikerlere 'Göğüs çatalınız görünecek
kıyafetler giyin' talimatı verdiğiniz iddiası ki siz buna yanıt
vermediniz. Özellikle mi sessiz kaldınız?
Biz güldük
geçtik ona... Öyle olmadığını buradaki herkes biliyor. Benim için
kadın veya erkek yoktur, sadece işini bilen adam vardır. İşini iyi
yapamayan adamlar bu tip polemiklere girişir. Bazı internet
sitelerinde, bazı yorumlar çıkıyor çok gülüyorum onlara...
Türkiye'de bununla ilgili yargı süreci çok geç işlediği için
yayınlarına da devam ediyorlar. Onları hiç takmıyorum, istedikleri
kadar yazabilirler. Hiç umurumda değil, hiç kimseyi takmam. O
arkadaşlar boşuna yoruluyor. Psikolojik harekatla Yiğit Bulut'un
psikolojisini bozarız diye düşünmesinler mümkün değil, bunlar bana
işlemez.
- Spikerlerin etek boyu gazetelere de konu oluyor.
Sonuçta sunucuların kıyafeti önemli...
Etekler zaten
görünmüyor ki. Masanın arkasında kalıyor. Bizim bu konuyla ilgili
danışmanımız var; Gülay Kamaz hazırlıyor giysileri. Bazı şeyleri
çok açık söylemek istemiyorum ama... Türk medyasında etek boyuyla
bir yere gelmeye çalışanlar, bu tip yalanları uyduruyor. Burada hiç
kimse eteğinin boyuyla bir yere gelemez. Etek boyuyla yol almaya
çalışanlar, etek boyu muhabbeti yapar. Haber spikeri sabah gelip
gazeteleri okumuyorsa, okuduğu haberi bilmiyorsa, isterse Claudia
Schiffer olsun, ekrana çıkamaz! Gazete okumayan spiker olmaz; ama
ben bunları da gördüm...
İŞLEYİŞİ BİLMEZSENİZ
ALTTAKİLER SİZİ PARMAĞINDA OYNATIR
- Hem programlarınız var hem de çok önemli gelişmeler
olduğunda ekrana çıkıyorsunuz, bu işinizi zorlaştırmıyor
mu?
Performans olarak tabii biraz zor. Haftada üç tane
uzun süren gece programı yapıyorum, biri Bloomberg HT'de. Zorluk
aslında mutluluk veriyor. Hava kuvvetleri komutanı, o filodaki en
iyi savaş pilotu olmalıdır. Bir televizyonun genel yayın yönetmeni,
o televizyonda yapılacak bütün işleri en iyi yapacak adamdır; eğer
yapamıyorsa o koltukta oturmayacak. Televizyonlarda da gazetelerde
de öyle yayın yönetmenleri var ki köşe yazısı yazamaz, hiçbir şey
üretemez, bir kere ekrana çıkmamıştır... Gece 2'de 3'te telefon
ederim buraya. Artık hakkımda şehir efsaneleri türedi. Bence bir
adam, 24 saat işine odaklı olmalıdır. Televizyonda geçen alt
yazıdaki bir harf hatasını bile genel yayın yönetmeni görmeli ve
nereden müdahale edeceğini de bilmelidir.
- Peki ama sizin güvendiğiniz birileri yok
mu?
Var ama bir geminin kaptanı makine dairesinde ne
olduğunu bilmezse sadece dümen çevirerek hiçbir yere gidemez.
Aşağıdakiler sizi parmağında oynatır. Genel yayın yönetmeni hem
entelektüel, hem teknik bilgi hem de algılama açıklığı açısından
yanında çalıştırdığı bütün insanları kapsayacak kapasitede
olmalıdır.
- Başbakan'ın medyadan şikayet etmesine alışmıştık ama
geçtiğimiz günlerde Devlet Bahçeli sizin grubunuzun da içinde
olduğu bir medya patronları listesini protesto etti. Buna istinaden
MHP haberlerine ambargo uyguluyor musunuz?
Kesinlikle
bir ambargo yok, bu da uyduruluyor. Aslında eğer MHP bizi öyle
görüyorsa bizim de öyle olmamız gerekir ama biz bunu yapmıyoruz.
Geçmişe dönük arşivleri tarayın, Oktay Vural'ın, Mehmet Şandır'ın
birden çok kez yayına çıkmadığı bir hafta bulun, gelin, ben özür
dileyeceğim.
HABERTÜRK'ÜN MHP TAVRI
SÜRECEK Mİ? BULU BAHÇELİ'NİN AÇIKLAMALARI İÇİN NE
DEDİ?
[page_end]
MEDYA PROTESTOSU DEVLET
BAHÇELİ'YE YAKIŞMADI
- Neden böyle bir açıklama yapıldı
peki?
Anlamadım... Liderler saman balyaları üzerindeki
insanlar gibi, aşağıdaki ateş kendilerine ulaşmadığı sürece ne
olduğunu çok anlamaz. Biri gelir, onları etkiler, bir açıklama
yaptırır ve bu sonra onları değil, lideri bağlar. Devlet Bahçeli,
çok sevdiğim, çok objektif olduğunu düşündüğüm bir insan. Böyle bir
açıklama yapmasına çok üzüldüm. Geçmişten tanıdığım biri. İnsan
olarak bir teşriki mesaim var, bırakın parti liderliğini. Sübjektif
bir yargılama yaptı. Turgay Ciner'i tanımıyor; tanımadığı biri
hakkında yorum yapması talihsiz bir açıklamaydı, Devlet Bahçeli'ye
yakışmadı. Başkası deseydi bu kadar üzülmezdim ama Devlet Bahçeli
olduğu için üzüldüm.
- Siz onun için 'babam gibidir demiştiniz' arayıp
konuştunuz mu?
Devlet Bey'le konuşmadım ama Mehmet
Şandır'la, Cihan Paçacı ve partinin diğer ileri gelenleriyle
konuştum. Sonuçta onlar da üzgündü yapılan açıklamadan. Bugün aynı
noktada olduklarına inanmıyorum. Bazen insanlar çok acele
açıklamalar yapıp sonrasında üzülebilirler, Devlet Bey'in o
açıklamasından üzüldüğünü düşünüyorum.
- Peki, sizin dışınızda isimler sayıldı, yandaşlık tanımı
içine giren o isimleri nasıl konumlandırıyorsunuz?
AK
Parti iktidara geldikten sonra belli bir şekilde medya sahibi olmuş
kişileri yandaş diye tanımlıyorlar; ki bunların bazıları kendi
imkanlarıyla medya sahibi olurken bir kısmı da gerçekten hükümete
yakınlığıyla medya sahibi olmuştur. Bu jargonlara karşıyım ama
kamuoyunda böyle bir algı var. Hükümetin kendi medya imkanlarını
yaratması da gerekiyordu, bu çok açık. Doğan Grubu, Türkiye'yi öyle
bir eğip büküyordu ki, hükümet kendi medyasını yaratmasa yargısız
infazlara karşı durma imkanı yoktu.
- Yani, 'yandaş medya' mecburiyetten mi doğdu?
Kesinlikle. Koalisyon hükümetleri varken medya çok güçlüydü ve
medya çok güçlüyken bu tip infazlar devam ediyordu. Ama tek parti
iktidara geldiğinde medyanın aslında o kadar büyük bir güç olmadığı
ortaya çıktı.
En tehlikeli adamlar devşirmelerdir
- Ergenekon'dan alınma endişesi taşıyıp yatla kaçma
planı yapmışsınız, doğru mu?
(Gülüyor) O dönemde her
sabah televizyona çıkıyorum, yerim belli, yurdum belli. Bunları
yazanlar devşirme. Bana göre en tehlikeli adam devşirilip
seccadeden kalkıp elinde şarap kadehiyle yeni sahiplerinin
kucağında bunları yazanlardır. Ciddiye bile almaya değmez.
- Eskiden yazdığınız Ergenekon yazılarıyla bugün
yazdıklarınızı ve konuştuklarınızı kıyaslar
mısınız?
Geçmiş yazılarım içinde şu anki durumumdan
farklı bir yazı bulun çıkıp özür dileyeyim. Benim zaten
Ergenekon dediğim, Türkiye'deki yerleşik düzen. İçerideki Mustafa
Balbay benim için Ergenekon değil, yargılama sürdüğü için daha
fazla konuşamıyorum. Benim için Ergenekon, finansal Ergenekon'dur.
Çok doğru tanımlarla yola çıktılar ama sonra işi sulandırdılar, o
kadar sulandırdılar ki normal rayına çekemiyorlar. Ergenekon
uluslararası bir çetedir. Türkiye'de uzantıları vardır. Türkiye'de
neden 4,5 milyar dolarlık Alman denizaltısı sipariş edilir?
Yiğit Bulut mu, 4. Murat mı?
- Hakkınızdaki şehir efsanelerine gelirsek, binayı
gezip, baskınlar yapıyormuşsunuz...
(Gülüyor) Onların
hepsi uydurma. Fiziki bir baskına gerek yok. Siz kriterleri
tanımlarsınız, uyanlar uyar, uyamayanlar natürel seleksiyona
uğrar.
- Geçtiğimiz hafta haber merkezindeki iki muhabiri
güneydoğu illerine sürgün ettiğiniz yazıldı... Hatta 4. Murat'a
benzetildiniz.
Hiç öyle bir şey yok, bunlar hep
aynı internet sitesinden çıkıyor. Birini çıkarmak
istesem, açıkça yazarım, bahaneye gerek yok.
- Çalışma arkadaşlarınızla diyalogunuz nasıl, neden bu
kadar dedikodu üretiliyor hakkınızda?
Bu kıskançlıktan
çıkıyor. Son aylarda reyting listelerinde rakiplerimizle aramızdaki
fark 0,40'a kadar açıldı. İzlenme oranı yüzde 1'lerde olan rakip
kanallar için bu yüzde 40'lık bir fark.
- Hakkınızdaki efsanelerden sonuncusunu da sorayım.
Doğan Grubu'nda çalışmaya devam eden eşinizle boşandığınız da iddia
edildi...
(Gülüyor) Belki boşanıyoruzdur, belki
boşanmıyoruzdur... Belki de boşanmışımdır! Hiçbir zaman işle özel
hayatı birbirine karıştırmadım. Bu konularda hiçbir şey
söylemeyeceğim. Yazmaya devam etsinler.
Medyanın yüzde 65'i tek
elden yönetiliyordu
- Doğan Grubu'ndan ayrılma sebebiniz Ertuğrul Özkök'le
yaşadığınız sürtüşmeydi...
Evet, sübjektivite olduğunda
her zaman kavga çıkarırım. Bir medya grubu yüzde 65'i kontrol
ediyorsa ve editöryal çıkarımlar da tek elden yapılıyorsa o ülkede
yargı bağımsızlığından söz edilemez. Bir adam için bu kötüdür
dediğinizde, 10 gazete birden 'kötüdür' diye yazıyordu. Bir adamın
kafasından çıkmış görüşlerin arkasından gitmem. Her zaman
doğruların arkasından giderim. Dolayısıyla hiçbir zaman o adamla
anlaşamadım. Ne olduğunu da gördünüz, görevine veda etmek zorunda
kaldı. Grubun sahibi bu durumu daha fazla devam ettiremeyeceğini
gördü ve bir operasyon yaptı ve Enis Berberoğlu'nu getirmek
zorunda kaldı.
- Siz bir yazınızda henüz bir operasyon olmadan Berberoğlu
ismini önermiştiniz...
O yazıda 3 madde vardı. 1- Sedat
Ergin'i görevden alın. 2-Ertuğrul Özkök'ü görevden alın yerine Enis
Berberoğlu'ni getirin. 3-Eyüp Can'ı Hürriyet'ten uzaklaştırın.
Üçünü de yaptılar.
- O mektubu gazetede yayınlamak yerine, akraba
olduğunuz Aydın Doğan'a doğrudan söyleyemez
miydiniz?
Aile ilişkim de abartılıyor. Eşimin uzaktan
akrabası.
- Teyzesinin eşi...
Benim bir akrabalığım
ve yakınlığım yok. Bu her zaman abartıldı. Böyle bir akraba
yakınlığı da yok aramızda. Bunları söyleyip devam etmek de mümkündü
ama ben çok kısa vadede sübjektivitenin objektiviteye döneceğinden
umudumu kaybetmiştim. Hakkın yerine geleceğinden umudum yoktu,
dolayısıyla orada çalışmak istemedim. Bu bir tercihti. Bu mektubu
ben yazdım da çok ciddiye aldılar da onun için yaptılar diye bir
şey yok. Zaten aklın yolu birdi. Elinizde çok büyük bir marka var
ve bir insan o markayı kirletiyor, buna daha fazla müsaade
edemezsiniz; bu halka açık bir şirket.
- Peki, ama Özkök'ün görev yaptığı süreçte markanın o
büyüklüğe gelmesinde payı yok mu?
Kesinlikle yok. Top
şişerken topun üzerindeki benekler de büyür. Türkiye büyürken o
markanın o noktaya gelmesi gayet doğaldı. Tam tersi, 20 yıl
objektif kriterlerle yönetilseydi, Türkiye'nin büyümesini baz
alırsanız bugün olduğu noktanın iki katı büyüklüğünde olması
gerekirdi. Belki bundan sonra belli bir noktaya ilerleyebilir.
Tabii, grubun vergiyle ilgili devam eden bir süreci var. Devlet
alacaklarını tahsil ettikten sonra nasıl bir yapı ortaya çıkar
bilemiyorum...
MEDYA HADDİNİ
BİLMEZSE
- Sizin bir yazınızda şöyle bir cümle vardı: 'Özkök'ün bu tavrı
devam ederse, sizin de sonunuz kaçınılmaz olarak Maliye olur.' Çok
uğraşırsanız siyasetle siyasetçiler de sizinle başka yollarla
mücadele eder demek mi bu? Türkiye'de medya-siyaset
ilişkisine bakışınızı anlamak için soruyorum.
O yazının başını hatırlayalım: Bir hayal kuruyor kendisi, Hürriyet
Cumhuriyeti'ni temsilen Başbakan'la görüşmeye gidiyor. Sanki iki
farklı ülkenin başkanları gibi... Ben de bunun üzerine o yazıyı
yazdım. Medya eğer haddini bilmezse -bu herkes için geçerli, bizim
için de başkaları için de- seçilmiş hükümeti hükümet olarak
tanımazsa, devlet otoritesini yok sayarsa devlet ona haddini
bildirir. Bugüne kadar medyaya haddinin bildirilememesinin sebebi
Türkiye'nin her zaman koalisyon hükümetlerince yönetilmesi ve
Türkiye'de medyanın yüzde 65'inin bir adam tarafından kontrol
edilmiş olması. Siz medyanın yüzde 65'ini temsil ediyorsanız,
hükümetlerde iki-üç partili koalisyonlar olursa yüzde 65'lik medya
gücüyle o koalisyonları istediğiniz gibi manipüle ediyordunuz ama
ne zaman bir tek parti iktidarı ortaya çıktı ve bu tek parti
devleti kontrol edebildi, o zaman devlet gücünün ne olduğunu
gösterdi. Medya devlet yönetiminin ortağı değildir. Medya bakan
atamaz, medya başbakana, cumhurbaşkanına posta koyamaz. Bugüne
kadar büyük medya her zaman siyasi çarkların içinde kendi işlerini
yapmaya çalıştı. Hükümet kurmak için yapılan toplantıları örneğin
Almanya'daki matbaa toplantısını hatırlayın. Devlet Bahçeli,
Almanya'daki o toplantıya çağrılmadığı için erken seçime gitti.
Medya ve siyaset etle tırnak gibi olmuştu, şimdi de çok sert bir
şekilde ters tepti.
- Siyasi yazılar yazanlar beğenmediklerini
yazamayacaklar mı?
Yazabilirsiniz ama TBMM içinde
kulis yapamazsınız. Siyasi parti başkanlarıyla evinizde yemek
yiyemezsiniz. 'Bunu bakan yapalım, siz ikiniz birleşin, şununla
koalisyon yapın' diyemezsiniz, Anayasa Mahkemesi'nden karar çıksın
diye gidip Yargıtay'da kulis yapamazsınız. Türkiye'de bunlar
yaşandı. Bir yayın yönetmenine ihale peşinde koşmak yakışır mı?
50 YIL ONLAR YEDİ, BİR 15 YIL
DA BUNLAR YESİN NE OLACAK?
- Bugünkü siyasetçiler de yandaş medya mensuplarıyla ev
yemeklerinde buluşabiliyor ya da patronların yatında tatil
yapabiliyor...
Tabii ki bunun adı normalleşme. 50 yıl
onlar yedi, bir 15 yıl da bunlar yesin ne olacak? Sonuçta bir denge
ortaya çıkıyor, yin yang. Bir süre sonra ne şeriat, ne laiklik
konuşulacak. Türkiye bu dönemi sorunsuz atlatırsa tamamen
normalleşme başlayacak. Bu bir demokrasi eşiğidir. Ordu geride
durarak, sesini çıkarmayarak en doğrusunu yapıyor. Sivil inisiyatif
bu eşiği atlamak zorundadır. Tayyip Erdoğan, yerleşik düzenle
şimdiye dek savaştı, son noktaya geldi, ya çarpışacak ya da yok
olacak. Burada geri adım atarsa, bu yerleşik düzen onu da
öğütecek.
- Bu süreçte kırılıp dökülenler sizi korkutmuyor mu?
Örneğin yargıda yaşananlar...
Hiçbir şey tehlikede
değil bence. Geçmişte başka bir dengesizlik vardı şimdi yeni bir
dengesizlikle dengeye geleceğiz.
- AK Parti hükümeti bu denge arayışının sonucu
mu?
Hayır; 28 Şubat'ın, 2001 ekonomik krizinin, 1960 ve
1980 darbesinin, itilmiş-kakılmış üreten bütün süreçlerin
sonucudur. Eğer siz ötekileştirirseniz, eşinin başı bağlı,
Kasımpaşa'da bilet satarken belediye başkanı olmuş biri gelir,
başbakan koltuğuna oturur. Bu bir süreçtir, bunun önüne kimse
geçemez. Bu bir süre sonra normale dönecek. Çünkü o insanlar öteki
değil artık. Alışveriş merkezlerinde görüyorsunuz, sermaye sahibi
olmaya başladılar...
- Siz de yayın yönetmeni oldunuz. Ciner Grubu'nun nükleer
ihalesini alması için yayın yaptığınız iddia
ediliyor.
(Gülüyor) Çok komikler, eğer Turgay Ciner'in
ihaleyi tamamlamak için Yiğit Bulut'a ihtiyacı varsa, bu başlı
başına komik bir durum. Buraya geldiğimden beri, bu şirketin enerji
işleriyle ilgili bir tane kömür parçası bile görmedim. Bırakın
nükleeri. Burası tamamen ayrıştırılmış durumda. Hatta Greenpeace
anti-nükleer eylem yaptı ilk biz verdik haberi.
Başkalarının yaptığı hatayı ben de yaptım
- Öncesinde 'ulusalcı' olarak tanımlanırken şimdi
hükümeti destekleyen bir çizginiz var.
O zaman da
ulusalcı etiketine karşı çıktım. Ben ulusalcı değil, Türk
milliyetçisiyim. Türkiye Cumhuriyeti'nin menfaatlerinin her zaman
korunmasından yanayım. Milli sermayenin gelişmesi ve Türkiye'nin
büyümesi yönündeki fikirlerimi her zaman saklı tutuyorum. Bendeki
değişim şu: Ben de sübjektif bir insandım. Karşı görüşe fazla imkan
tanımayan, kendi bildiği yolda konuşmayı, yazmayı seçen biriydim.
Ama gördüm ki Türkiye'yi germenin kimseye bir yararı yok. Sonuçta
bir parti lideri değilim ki bir köşe yazarıyım, televizyoncuyum.
Türkiye'de medya mensupları siyasi parti lideri gibi davranıyor.
Başkalarının yaptığı bu hatayı ben de yaptım. Ama şimdi öyle bir
lüksüm yok.
- Hükümetle barıştınız mı?
Hükümetle hiç
küsmedim ki barışayım ya da hiç barışmadım ki küseyim. Faiz yüzde
80'di. Dolar 1,70-1,15 arasını bir haftada geçiyordu. Dolayısıyla
sıcak para inanılmaz rantlar sağlıyordu. Bugün faiz 8,80; dolar 6
aydır kıpırdamıyor. Faiz yine yüzde 30 olsun, yine 'sıcak paraya
Türkiye'nin kanını emdiriyorsunuz' diye yazı yazarım. İnsanlar
değişimi görmüyor.
- 'Beyaz Türk' müsünüz?
Değilim. Ailem
son derece mütevazı. Edirne'nin Keşan ilçesinde avukatlık yapmış
bir babam var, Adalet Partisi'nden 1977 Ara Seçimleri'nde
milletvekili oldu. Annem öğretmen. 'Beyaz Türk' falan değilim,
bunlar hikaye.
- Bir dönem 'beyaz Türk'lerleydiniz ama içinde
bulunduğunuz ortama uyum sağlayamadınız ve özünüze döndünüz, öyle
mi?
Evet. Bakın; Tayyip Erdoğan'ın siyasetle ilgili
fikirlerinin yüzde 70'ine katılmıyorum. Özellikle bazı kavramlarla
ilgili mesela Laiklik kavramının tartışmasında fikirlerinin yüzde
100'üne katılmıyorum. Ama Kasımpaşa'da bilet satarken bugün
Başbakan olmuş! Birinin çocuğu olduğu için başbakan olmuş
değil.
- Peki, 'kayıkçının oğlu'nun, oğlunun gemi sahibi
olmasını eleştirmeyecek misiniz, bunu takdir
ederken.
Tabii ki bu da eleştirilecek, 'kayıkçının
oğlu'nun oğlu, gemi almışsa nasıl aldığının hesabını gelsin versin.
Bunları yazıyorum zaten. Ofer, Galataport'u aldığı zaman, hızlı
tren ihalesi Alarko'ya verildikten sonra en ağır yazıları ben
yazdım.
- İşte tam da bu nedenle sizi bugün bulunduğunuz noktada
eleştiriyorlar...
İnsanların karıştırdığı şu: Tayyip
Erdoğan, Ordu'ya karşı sistem savaşı vermiyor. Yerleşik düzene
karşı veriyor. Yerleşik düzen, Türkiye'nin yıllık 50 milyar dolar
kaynağını emiyor ve bunlar sadece 5 bin kişi. Bunlar başbakan
seçiyor, bunlar bakan seçiyor. Şimdi halkın içinden insanlar
çıkıyor. Sürekli insanları itip kakarsanız, hep ötekiler derseniz,
o ötekiler organize olur, AK Parti olur. Benim için önemli olan
Erdoğan'ın duruşu. Tayyip Erdoğan Türkiye'deki yerleşik düzene;
İsrail'in ve ABD'nin Türkiye'deki politikalarına teslim olursa; IMF
ve Dünya Bankası'na teslim olursa T'si kalmaz. Türkiye'deki
yerleşik düzen sadece Türklerden oluşmuyor. İngiltere'de de, ABD'de
de ayağı var. Türkiye'de bütün düzenlemeler yapıldı bir tek hazine
bonolarında yapılamadı. Erdoğan bile yapamadı; açıkça sesleniyorum:
Gücü yetiyorsa yapsın. Hazine bonolarında isme takas yoktur.
- Bu ne demek?
Hazine bonosunu kime
sattığını bilmez devlet çünkü Türkiye'deki hazine bonolarının yüzde
82'si yabancı bankaların elinde. Türk halkı çalışır, çalışır, yüzde
82'si o yerleşik düzene gider.