Yetkin sordu: Devletin İslamcısı var da Devletin Solcusu yok mu?
Radikal yazarı Murat Yetkin bugünkü köşe yazısında "İslamcı ajanlar" tartışmalarını hatırlatarak, "Derin devletin soldaki ajanlarını merak eden yok mu?" diye sordu.
GAZETECİLER.COM -
Radikal yazarı Murat Yetkin bugünkü köşe yazısında "İslamcı ajanlar" tartışmalarını hatırlatarak, "Derin devletin soldaki ajanlarını merak eden yok mu?" diye sordu.
Radikal yazarı Murat Yetkin bugünkü köşe yazısında "İslamcı ajanlar" tartışmalarını hatırlatarak, "Derin devletin soldaki ajanlarını merak eden yok mu?" diye sordu.
"İslamcı saflar pek çok etkili ismin derin devlete
çalıştığı iddialarıyla sarsılıyor. Peki, soldaki hangi etkili
isimlerin yıllarca derin devlet kontrolünde yazıp çizdiğini merak
eden var mı?" ifadelerini kullanan Murat
Yetkin,"Ben de merak ediyorum, ama İslamcı ve
milliyetçi mahallelerden çok bizim mahalleyi merak ediyorum: Acaba
sol, demokrat, liberal cenahta kimler aslında derin devletin
adamıydı? Yaptıklarıyla nelere mal oldular, hangi canları yaktılar,
ya da neleri kurtardılar; ne bileyim anlatsalar da anlasak. Siz
merak etmiyor musunuz?" diye sordu.
İşte Murat Yetkin'in o yazısı:
"İslamcı saflar pek çok etkili ismin derin devlete çalıştığı
iddialarıyla sarsılıyor. Peki, soldaki hangi etkili isimlerin
yıllarca derin devlet kontrolünde yazıp çizdiğini merak eden var
mı?
Tartışmanın bir iftar sohbeti sonrasında başladığı
anlaşılıyor.
Ali Bulaç, Mümtazer Türköne ve Ekrem Dumanlı burada Türkiye’de
İslamcılığın dünü ve bugünü üzerine konuşmuşlar.
Sonra da Türköne, Zaman’da ‘İslamcılık Bitiyor mu?’ diye bir
yazı yazmış; ama asıl tartışma Bulaç’ın onu takiben yazdığı ’Neden
Devletin İslamcısı Olmadım?’ yazısıyla başladı.
***
Çünkü Bulaç, İslamcı hareketle tanıştığı 1970’lerde
polisin kendisine ajanlık teklif
ettiğini, kendisinin kabul etmediğini, ama kabul edip sonra
medyada, devlette etkili konumlara gelen bazı isimleri bildiğini
söylüyordu.
Tartışma birden alevlendi. Mesela HDP’li Altan Tan, İslamcı
örgüt ve dergilerde birlikte de çalıştığı Bulaç’ı destekledi.
Tan kendisinin de içinde bulunduğu 1992-95 arasında
yayınlanmış “Yeni Zemin” Dergisine dikkat çekiyor, oradaki bazı
isimlerle ilgili “Devletin adamı” kanısını paylaşıyordu.
***
Yeni Zemin ilginç bir dergiydi. Dönemin polis şefi, sonra
İçişleri Bakanı, şimdi Yurt Partisi Genel Başkanı Sadettin Tantan’a
göre, “1999’larda Fatih’te çıkmaya başlayan yirmiye yakın gazete ve
dergiden” birisiydi. “Demokrasi küfürdür” tartışmasını başlatarak
diğerlerinden öne çıkmıştı.
Yazı kadrosu içinde kimler yoktu ki? Ali Bulaç, Altan Tan,
bugün AK Parti Milletvekili Mehmet Metiner, bugün Başbakan
Yardımcısı Yalçın Akdoğan, RTÜK başkanı Davut Dursun, Yeni Akit
Yazarı Abdurrahman Dilipak bu isimler arasında.
Hemen bir durak verelim: bir dergide yazmak, o dergiye
birilerinin bir suçlama yöneltmesi tek başına hiçbir şeyin kanıtı
sayılmaz; burada sadece son günlerde İslamcı medyadaki tartışmaları
aktarıyoruz.
***
Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç’ın
eski danışmanı, eski Anadolu Ajansı Genel Müdürü ve şimdi Yeni
Şafak yazarı Kemal Öztürk de tartışmaya dâhil oldu.
Ona göre bu tartışma, Fethullah Gülen Cemaatinin “İslamcılık
Tayyip Erdoğan ile bitti” tezini öne
çıkarma taktiğiydi.
Öztürk kendisinin de geçmişte bu dergilerle, mesela yine
Metiner’in yayın yönetmenliğini yaptığı “Girişim”, yazı kadrosunda
Akdoğan, bugün Kültür ve Turizm Bakanı Ömer Çelik, bir dönem
Erdoğan’ın Kürt meselesindeki danışmanı ve MazlumDer kurucusu İhsan
Arslan’ın da bulunduğu “Kitap” dergisi çevresinde yetiştiği bilinen
bir isim, kendisi anlatıyor.
***
İslamcı medyada, biraz bu “paralel” tartışmalarının da
etkisiyle müthiş bir karşılıklı suçlama, belki iftira zincirine
tanık oluyoruz.
Yok, efendim Dilipak hem 28 Şubat
sürecindeki Balans Ayarı hadisesine gerekçe yapılan meşhur
Sincan Kudüs Günü gösterisini, sonra
2010’da Mavi Marmara örgütlenmesini köpürttükten sonra son anda
ortadan kaybolmuş, 2003’de Irak Tezkeresinin reddedilmesi için lobi
yapmış, yok efendim Akdoğan yine 28 Şubat sürecinde Başbakanlık
Takip Kurulu’da görev almış, daha neler, neler…
Meğer İslamcı cephede her kes birbirine karşı ne kadar
doluymuş?
***
Akdoğan dün bu iddialara Twitter hesabından sert bir yanıt
verdi.
“Devlet adamı olmakla devletin adamı ve ajanı olmak
farklı şeydir” diyen Akdoğan, “paralel yapının
iftiraları diye” Cemaati suçlayarak, “İçinde
bulunduğu topluluğa ihanet etmek, muhbirlik ve münafıklık yapmak
alçaklıktır, kahpeliktir” dedi.
Akdoğan’a göre “Yüzlerce Türk askerine casus diye
delil üretip kumpas kuran bu habis yapı, şimdi de İslamcıları ajan
diye birbirine düşürüyor.”
Aslında mesela Tan, derin devlet yapılanmasının Gülen
cemaatinde de uzantıları olduğunu öne sürüyor, son dönemde oradan
ayrılan isimlere bakın diyor.
***
O çerçevede 1960’ların sonu, 70’lerin başındaki
Yeniden Milli Mücadele, ya da Mücadele Birliği grubuna dikkat
çekiliyor; MHP ve Türk Ocaklarından
kopanların kurduğu bir gruptu.
Eski Meclis Başkanı Cemil Çiçek, Mustafa Karaalioğlu’na
verdiği bir mülakatta, o yapıda “devletin ilgisi ve bilgisi
dâhilinde” çalışma yapanlara şahit olup “ilk
ayrılanlardan” olduğunu söylemişti. Bunu o gruptan benzer
gerekçelerle ilk ayrılan kişi olan Taha Akyol’dan
da dinlemiştim.
O grupta sonra yükselen kimler yoktu ki Melih Gökçek’ten, Ali
Müfit Gürtuna’ya, yakın zamana dek Gülen’in sözcüsü gibi davranan
Hüseyin Gülerce’ye dek.
***
Biz zamanlar o gruba yakın olanlardan Avni Özgürel, Ankara
İzmir Caddesi’nde MİT’in paravan yapılarından olduğunu öne sürdüğü
bir “Fikir Ajansı”ndan söz ediyor örneğin Refik Korkut adını
vererek.
Orada Abdullah Öcalan’ı da gördüğünü, üstelik Öcalan’ın
1993’te Bekaa’daki görüşmesinde bunu doğruladığını söylüyor;
dediğim gibi bu dergilerde, derneklerde, şirketlerde görünen
herkesi damgalamak doğru değildir, sadece yazılanları
aktarıyoruz.
Özgürel diyor ki, “Derin devletin sol unsurları da,
sağ unsurları da var, yani o sağcı, ben solcuyum, o Kürtçü diye bir
ayrım yok”.
***
“İslami, sosyalist, Kürt, Türk milliyetçisi… Tanıdığım
tüm yapıların içinde, devletin olmadığı bir yapı görmedim” diyor
1970’lerden bu yana bu işlerin içinde olan Altan Tan.
Eski polis şefi, sonra İçişleri Bakanı ve siyasetçi Sadettin
Tantan, işleyişi şöyle anlatıyor: “O günkü mantıkta
ilk önce polis kendi kullanacağı ajanları mimler, onları eğitir ve
devşirir, hizmete sunar. Sonra onlar içinden en iyilerini MİT
alır.”
***
Şu son günlerde İslamcıların birbirlerinin kirli çamaşırlarını
ortaya döküp, belki bir kısmı iftira olan suçlamalarına bakarak
derin devletin neredeyse sadece İslamcılarla ilgilenip onlar içinde
ajan devşirdiğini düşünebilirsiniz.
Fena halde yanılırsınız, işte Özgürel ve Tan güzel güzel
anlatıyor.
Derin devlet deyince aklımıza sadece MİT’in delmesi de
bir yanılgıdır, derin devletin sadece İslamcılar içinde çalıştığı,
her bir darbede yer ile yeksan olan solun bu devşirmelerden azade
kaldığı da..
***
Mesela MİT ve sol deyince aklımıza hemen Mahir Kaynak geliyor.
Hani darbeci solcuların içine sızıp 12 Mart 1971 darbesinin hemen
öncesinde 9 Mart’ta darbe yapacak Doğan Avcıoğlu-Cemal Madanoğlu
ekibini patlatıp yakalatan.
Demek ki ondan sonra bütün o ülkenin kutuplaştığı 60’larda, iç
savaşa sürüklendiği 70’lerde, bir yandan darbenin yaralarını
sararken, diğer yandan PKK’nın yükselişine tanık olunan 80’lerde,
faili meçhul cinayetlerin kol gezdiği, askerin siyasete operasyon
çektiği 90’larda ve Türkiye’nin “Gömlek
değiştirmiş” İslamcıların seçimle işbaşına geldiği
2000’lerde derin devlet soldan, hatta liberallerden hiç ajan
devşirmemiştir, öyle mi?
***
Aslına bakarsanız, İslamcılar arasındaki bu hesaplaşma
beni fazla ilgilendirmiyor; birbirlerini suçlamaları önce kendi
sosyal ve siyasi çevrelerini ilgilendir.
Benim merak ettiğim bütün bu süreçte sosyalistler, sosyal
demokratlar, demokratlar ve liberallerden, yani genel anlamıyla
bizim mahalleden kimlerin derin devlet tarafından
devşirildiği.
Hangi gazeteciler, televizyoncular, yazarlar, profesörler,
sanatçılar, kanaat önderleri, hangi örgüt lider kadroları ve tabii
ki siyasetçiler en keskin söylemleri, en iddialı kampanyaları
açarken, yürütürken ifade ederken aslında derin devletin
kontrolündeydi.
***
Altan Tan, MİT Müsteşarı Hakan Fidan’ı “Şu mübarek Ramazan
günü”, bu isimleri açıklamaya çağırıyor, ama böylelikle resmin
sadece bir kısmını gösteriyor.
Derin devlet dediğiniz sadece polis ve MİT değil çünkü; daha
çok asker.
Bir defasında Fikret Bila ile birlikte Süleyman Demirel’in
üzerine “Nedir bu derin devlet? Diye fazla gittiğimizde “Derin
devlet askerdir” deyivermişti; o kadar, daha fazla bir şey
söylememişti.
***
Malumunuz 28 Aralık 2009 günü, şimdi, bir kısmı
Cemaatçilikle suçlanan yargı adamları daha önce eşi görülmemiş bir
operasyona imza attılar.
Ankara’da Kara Kuvvetleri Komutanlığı’nın tam karşısında, ABD
Askeri Heyeti İrtibat Komutanlığı (TUSLOG) karargâhına komşu
Kirazlıdere mevkiinde Özel Kuvvetler Komutanlığı’na bağlı
Seferberlik Tetkik Kurulu (STK) binasına baskın yaptılar.
Amaçları, 19 Aralık’ta Başbakan Yardımcısı Arınç’ın Çukurambar
semtindeki evi etrafında suikast amaçlı keşif yaptığını öne
sürdükleri iki subayın izini sürüp, bunun Türk Silahlı
Kuvvetleri’nin Başbakan Tayyip Erdoğan ve AK Parti hükümetini zor
yoluyla devirmeye çalıştığının belgelerini bulmaktı.
***
O dosya kapandı biliyorsunuz, suikast girişimi
olmadığı açıklandı. Meğer o komployu kuranlar, aslında hükümeti
içeriden devirmek isteyen Cemaatçilermiş; şimdi MGK tarafından da
onaylanan resmi tez bu.
Ama girdikleri yer doğru adresti. Genelkurmay Başkanı İlker
Başbuğ’un 24 ve 26 Aralık’ta Erdoğan ile iki kez görüşmesi, tam da
MGK toplantısının yapıldığı o gün baskının yapılmasını
engelleyemedi.
Ta 1990 Aralık ayında Genelkurmay’ın açıkladığı üzere, bir
işgal sırasında gerilla, ya da kontr-gerilla gücü olarak çalışacak
resmi ve sivil elemanların listesi oradaydı; yani aslında bir NATO
projesi olan kontrgerillanın adeta İnsan Kaynakları merkezi
Seferberlik Tetkik Kurulu idi.
***
STK, bazen askere alma ve birliğe gönderme sürecinde,
bazen eğitim sürecinde neredeyse ömür boyu sürecek görevler için
(ki bazılarına ömür boyunca görev çağrısı gelmeyebilirdi) eleman
devşiriyordu.
Bunlar bir yerde “sivil askerlerdi”; aralarında her meslekten
eleman vardı. Emlak komisyoncusundan manava, üniversite
profesöründen gazeteciye, iş adamından doktora, iş adamından hâkim,
savcı, avukata kadar.
İşte o elemanlar, haydi büyük kısmı diyelim o baskında ele
geçti.
***
Yani bütün o saydığımız dönemler boyunca sağcı, solcu, Kürtçü,
İslamcı, liberal demeden kimlerin Özel Kuvvetlerin sivil elemanı
olarak çalıştığının listesi şimdi devleti yönetenlerin
elinde.
Genelkurmay’daki derin devlet personel listesi MİT’e
geçti, dönemin cumhurbaşkanı Abdullah
Gül’e, başbakanı Erdoğan’a ulaştı; muhtemelen Başbakan
Ahmet Davutoğlu da o isimlere
vakıf.
Ben de merak ediyorum, ama İslamcı ve milliyetçi mahallelerden
çok bizim mahalleyi merak ediyorum: Acaba sol, demokrat, liberal
cenahta kimler aslında derin devletin adamıydı?
Yaptıklarıyla nelere mal oldular, hangi canları yaktılar, ya
da neleri kurtardılar; ne bileyim anlatsalar da anlasak.
Siz merak etmiyor musunuz?"