Yeni Şafak yazarı Ali Bayramoğlu: Erdoğan'ın mantığı, sonuç vermez
Yeni Şafak yazarı: Erdoğan'ın "Benim gibi durmayan düşmandır" mantığı, terörle mücadelede sonuç vermez
Yeni Şafak gazetesi yazarı Ali Bayramoğlu, Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan'ın, "Terör ve terörist tanımını, en kısa sürede yeniden yaparak Ceza Kanunu'na yeniden almalıyız. Bu mesele basın özgürlüğü, örgütlenme özgürlüğü meselesi değildir" şeklindeki sözlerini değerlendirdi. "Bu sözlerin pratik sonucu ve karşılığının ne olduğu ortadadır. 'Benim gibi durmayan, beni izlemeyen düşmandır' mantığı" ifadelerini kullanan Bayramoğlu, "Terörle mücadele adı altında siyasi tartışmayı, öneriyi, sesi boğacak bir sonuç. Söyledik, tecrübeyle de sabittir, bu mantık terörle mücadele açısından sonuç vermeyeceği gibi, tüm dengeleri altüst ederek aksi durumlara yol açar" diye yazdı.
Bayramoğlu, Güneydoğu'daki operasyonlara ve sokağa çıkma yasaklarına da değinerek, "Türkiye'de içeride ve bölge politikası dinamiklerinin seyri açısından misak-ı milli döneminden beri en zor anlarından birisi yaşanıyor. Kamu düzenini sağlamak için alınan ve alınacak kaçınılmaz tedbirlere devam etmek yanında, yapılması gereken iki önemli iş var: 1) Siyasi ve fikri alanı asayiş nesnesi haline çevirmemek, demokrasiyi örselememek... 2) Ülkede ve bölgede oluşan dengeleri yeniden değerlendirmek, bunlara uyum sağlayacak ya da bunları kuşatacak stratejiler peşine düşmek." ifadelerini kullandı.
Ali Bayramoğlu'nun, "İpin ucu..." başlığıyla yayımlanan (16 Mart 2016) yazısı şöyle:
Terör eylemleri karşısında kararlılık ve dik duruş önemlidir, buna hiç şüphe yok. Kritik anlarda bu tür tavır ve duruşlar, şiddet ve terörle mücadelenin bir parçasıdır, buna da şüphe yok.
Şu da anlaşılabilir bir durum: Terör eylemleri, her yerde, zihin ve
politikalara güvenlik aşısı yapar. Türkiye gibi özgürlük-güvenlik
dengesi yapısal olarak bozuk geleneklerde ise bu ciddi bir ağırlık
oluşturur.
Meseleye güvenlik gerekleri, ihtiyaçları içinden baktığınızda,
tepki, duygu ve öfkeyi öne aldığınızda bu “ağırlık”, “sıradan bir
durum” gibi görünür.
Ancak sorun odur ki, ne güvenlik gerekleri ve politikaları, ne
derin öfke ve tepki seli, terör ve arkasında yatan sorunlarla tek
başına baş edebilir.
Hatta tersine, şiddetin artışı ile güvenlik önlemlerin artışı ve
derinleşmesinin paralel bir seyir izlemesi, fasit bir daire
oluşturması yüksek bir ihtimal haline gelir,
“Ağırlık”, o zaman farklı ve ciddi bir sorun oluşturmaya
başlar.
Yakın tarihimiz göstermiştir ki, asayiş mantığının sistemi
kuşatması yanında, bu ağırlık zamanla o sistemin dengelerini bozar.
Tahrip olan sadece hak ve özgürlük alanı olmaz, devletin iç
işleyişinde dengeler de alt üst olur. Oyuncular birbirine hesap
sormaya, fatura çıkarmaya koyulur. Siyaset ve demokrasi açısından
fetret devri açılır.
Büyük istikrarsızlık krizleri, siyaset dışı iklimler, sivil siyaset
alanının daralması, Türkiye'de sıkça böyle fasit daire dönemlerinin
sonuçları olarak yaşanmıştır.
Kestirmeden söyleyelim, siyasetçinin, siyasi iktidarın, devletin
temel meselelerinden birisi böyle bir fasit dairenin oluşmasını
engellemektir. Bu fasit daireyi kırmanın tek yolu vardır, güvenlik
dahil diğer önlemlerle siyasi önlemleri ve siyaseti kombine
etmek...
Ne var ki, bugün gördüğümüz tam tersidir.
O fasit daireyi adım adım elimizle oluşturuyoruz.
Değil mi ki, bir süredir, siyasi alanın daraltılması, hak ve
özgürlük alanın sınırlanması, terörle mücadele sırasındaki yan bir
durum olmaktan öte, terörle mücadelenin doğrudan bir aracı olarak
tanımlanıyor.
Cumhurbaşkanı yaptığı son konuşmalardan birinde, “terör ve terörist
tanımını tekrar yapmak lazım” diyor ve ekliyordu: “Unvanının
milletvekili olması, akademisyen olması, yazar, gazeteci olması o
kişinin aslında bir terörist olduğu gerçeğini değiştirmez…”
Bu sözlerin pratik sonucu ve karşılığının ne olduğu ortadadır.
“Benim gibi durmayan, beni izlemeyen düşmandır” mantığı… Terörle
mücadele adı altında siyasi tartışmayı, öneriyi, sesi boğacak bir
sonuç…
Söyledik, tecrübeyle de sabittir, bu mantık terörle mücadele
açısından sonuç vermeyeceği gibi, tüm dengeleri altüst ederek aksi
durumlara yol açar.
Evet, terör, bu çağda, pek çok ülkenin baş belası.
2001 New York'ta yaşananlar malum. Paris'te geçtiğimiz aylarda
yaşananlar ortada. Fransa, Amerika'da, Türkiye'de yaşananlar
arasında pek çok açıdan benzerlik, hatta aynılık var.
Bununla birlikte arada ciddi bir farklılık da var.
Burada yaşanan, temel olarak, dış destek alsa da dışarıdan gelen
bir dalga değil, içeride üreyen bir şiddet dalgasıdır...
Ankara'daki, ucu PKK'ya giden son iki terör eylemi Güneydoğu'da
yaşananlardan bağımsız değil, Rojava'dan Güneydoğu'ya uzanan hatta
Kürt sorununun aldığı yeni biçimle, Kandil'in çatışma ve yayılma
politikalarıyla yakından ilgili.
Ülkenin 8 ayın bilançosunu dün rakamlarla verdik.
“Devletin bitti bitiyor ya da her şey kontrol altında” tarzı
kararlılık mesajlarını anlamak mümkün, verilen kaçınılmaz
mücadeleyi görmek de öyle...
Ama şu da bir gerçek ki, olaylar mantar gibi her gün başka bir
yerde yeniden karşımıza çıkıyor. Daha dün Diyarbakır Bağlar'da yeni
çatışmalar başladı. Nusaybin'de top atışları duyuluyor.
Yüksekova'da keza.
İnsan, bu durumun, bu bilançonun adını koymaya cesaret
edemiyor.
Türkiye'de içeride ve bölge politikası dinamiklerinin seyri
açısından misak-ı milli döneminden beri en zor anlarından birisi
yaşanıyor.
Bunun da adını koymak zor
Ancak kamu düzenini sağlamak için alınan ve alınacak kaçınılmaz
tedbirlere devam etmek yanında, yapılması gereken iki önemli iş
var:
1.Siyasi ve fikri alanı asayiş nesnesi haline çevirmemek,
demokrasiyi örselememek...
2. Ülkede ve bölgede oluşan dengeleri yeniden değerlendirmek,
bunlara uyum sağlayacak ya da bunları kuşatacak stratejiler peşine
düşmek...
Böyle zor günlerde bunları da söylemek zor, ama gerekli...
İpin ucunu kaybetmemeliyiz...