Yeni Şafak Genel Yayın Yönetmeni'nden özeleştiri: Başkanlıkla ilgili...
Karagül, bir özeleştiri yaparak, "Geriye dönüp baktığımda başkanlık sistemi ile ilgili tek bir yazı yazmışım. Yani, konunun tartışılmasına yeterince katkıda bulunmamışım" dedi.
Yeni Şafak Genel Yayın Yönetmeni İbrahim Karagül, Başbakan Ahmet Davutoğlu'nun görevini bırakacağı 22 Mayıs'ta gerçekleşecek olan AKP'nin 2. Olağanüstü Büyük Kongresi'ne ilişkin olarak, "Kongre bir ara istasyondur. Süreç bundan sonra anayasa ve başkanlığa göre biçimlenecektir" yazdı.
Karagül, bir özeleştiri yaparak, "Geriye dönüp baktığımda başkanlık sistemi ile ilgili tek bir yazı yazmışım. Yani, konunun tartışılmasına yeterince katkıda bulunmamışım" dedi.
Karagül'ün Yeni Şafak'ta "Kongre, Başkanlık sistemi ve Güney’den gelen tehdit" başlığıyla yayımlanan (9 Mayıs 2016) yazısı şöyle:
22 Mayıs'taki AK Parti Kongresi'nde Ahmet
Davutoğlu'nun yerini kim alır, nasıl
bir kabine şekillenir, bütün ülke bu konuya kilitlenmiş
durumda. Siyaset, iktidar yapılanması kendi tabiatı içinde,
özellikle AK Parti'nin derin siyasi tecrübesi ile bu süreci
çok rahatlıkla yönetecek ve sonuç alacaktır. Bundan
önceki her değişimde, büyük bir umutla gerilim bekleyenlerin
yine hayal kırıklığı yaşayacağı bir gerçek.
AK Parti içinde çatlak senaryoları
yazanların, isimler üzerinde spekülasyonlar üretenlerin
yazdıklarını ve söylediklerini, 22 Mayıs'ta
kimse hatırlamayacak. AK Parti kurulduğundan bu
yana, iktidar döneminin her safhasında krizlerle mücadele
etmiş, bunların üstesinden gelmiş, dahası sürekli yeni
şeyler üretebilmiş, muhalif siyasi yapılarla bu anlamda
arasına büyük mesafeler koyabilmiş bir partidir.
Gazetecilik becerilerini, iç politika
uzmanlıklarını kişilere endeksli dedikodulardan öteye
geçiremeyenlerin yazıp çizdiklerini pek dikkate almamanızı
öneririm. Özellikle, alınmasınlar ama Ankara
gazetecilerinin fısıltıları büyük krizler gibi algılayıp
pazarlamalarına da teslim olmayın. Kişisel
olarak, siyasetin doğasına gazetecilerin bu kadar müdahil
olmalarını hiçbir zaman doğru bulmadım. Çünkü bizim
gazetecilerimiz, maalesef,değer üretmekten, yol yordam önermekten
çok, rekabetleri krize dönüştürmeleriyle yani
abartmalarıyla öne çıkmaktadır.
Başkanlık sistemi niye anlatılamadı?
Türkiye, yeni bir döneme girdi. Başkanlık sistemi, her ne kadar
hakkıyla tartışılamamış olsa da, pratik olarak uygulamadadır.
Bundan sonra, işin hukuki ve siyasi çerçevesinioturtmaya dönük
bir süreç işleyecektir. Maalesef, Başkanlık sistemi
hakkında yazıp çizenlerin büyük çoğunluğunun, konu hakkında
pek bir şey bilmediklerine tanık olduk. Kamuoyunda her ne
kadar belli bir kanaat oluştuysa da, içerik konusundaki kafa
karışıklığının sebebi bu bilgi eksikliğidir.
Oysa çok daha somut örneklemelerle, Türkiye için ne
anlama geldiği üzerinde ciddi bir kamuoyu
çalışması yürütülebilirdi.Entelektüel çevre ile yakın bir
çalışma yürütülüp güçlü projeler halinde anlatılabilirdi. Konuyla
ilgili çalışmaların çokdar alanlara sıkıştırıldığı,
anlatılamama sebebinin biraz bundan kaynaklandığı kanaatindeyim. En
azından, bundan sonra Anayasa ve Başkanlık konusu en
önemli gündem olacağı gerçeğiyle, tartışma alanının
çeşitlendirilmesi yönünde bu adımlar atılabilir.
Türkiye ölçek büyüten ülke
Türkiye, ölçek büyütmüş bir ülkedir. Ulusal sınırlarının çok
ötesinde güç/etki uyandırabilen bir ülkedir. Siyasi nüfuz
alanı genişlerken, ekonomik alanda
aynı yükselişi sürdürmüş, toplumsal direnç
odaklarını çok güçlendirmiş bir ülkedir. Eskininsavunmacı,
refleksif ülkesi değil, kendi doğruları, yol haritası, bölgeye
ve dünyaya bakışı oluşmuş, stratejik değer tanımını cephe
ülkesi olmanın çok ötelerine taşımış, “merkez güç”lerden biri
olmuş bir ülkedir.
Bugün içeriden ve çevreden kuşatılmaya çalışılıyorsak,
ağır saldırılar altında kalıyorsak sebebi, işte bu yükseliş
döneminin boşa çıkarılması, yeniden eski cephe ülkesi
pozisyonuna çekilmesiiçindir. Gezi, 17 Aralık, terör gibi
dalgalarla, psikolojik operasyonlarla, bütün muhalif
çevreleri ortak mevzi haline getirme girişimleriyle,
terör örgütlerini tek merkezde toplama projeleriyle ulaşılmak
istenen sonuç da budur.
Artık iktidar değil hizmet meselesi..
AK Parti Kongresi'ni, yeni Başbakan'ı, yeni hükümeti bu çerçeveden
tartışınca, değişimin nasıl normal bir süreç olacağını görüyor
insan. Ölçek büyütmüş, Cumhurbaşkanı'nı halkın seçmesiyle
Başkanlık sisteminin kapılarını açmış bir Türkiye için bu
değişimlerin iktidar biçimlenmesiyle alakası
kalmamıştır. Artık sadece hizmet kadrolarındaki
değişim anlamına gelmektedir.
Kongre bir ara istasyondur. Süreç bundan sonra Anayasa ve
Başkanlığa göre biçimlenecektir. Geriye dönüp baktığımda başkanlık
sistemi ile ilgili tek bir yazı yazmışım. Yani, konunun
tartışılmasına yeterince katkıda bulunmamışım. 20 Ocak
2015'teki yazıdaki cümlelere döneyim:
O zamanlar bu tartışma lükstü
Cumhuriyet tarihinde ilk kez halk tarafından doğrudan seçilen
Cumhurbaşkanı, kabineye başkanlık ederken, aslında Başkanlık
Sistemi'nin ilk adımlarını atıyordu.Cumhurbaşkanlarının Bakanlar
Kurulu'na başkanlık etme örnekleri ve daha önceki Başkanlık sistemi
tartışmalarıyla bugünkü durum arasındaki farkı iyi anlamak
lazım. Tayyip Erdoğan'ın doğrudan seçilmiş olması ve Başkanlık
sistemi için Türkiye'de köklü yapısal değişikliklerin yıllar
içinde yapılabilmiş olması yeni bir durumdur.
Önceki cumhurbaşkanları dolaylı bir seçimle geldiler ve
güçsüzdüler. Başkanlık tartışmasını açsalar da sistemik
yapı buna izin vermiyordu. O yapısal değişiklikleri,
dönüşümleri yapacak irade ve güce de sahip
değillerdi. Dolayısıyla o zamanlar boş, Türkiye gerçeklerine
göre lüks tartışmalardı onlar.
Sitemik dönüşüm bütün yolları açtı
Oysa bu sefer yeni gerçekle karşı karşıyayız. Somut uygulamalar,
yapılan değişiklikler Türkiye'yi gerçekten
bir tercihle karşı karşıya getirdi. Uzunca bir
süredir, Erdoğan'ın yürüttüğü sistemik dönüşüm bugün için
o yolu açtı. Dolayısıyla ilk kez Başkanlık sistemi gerçekçi
bir anlam ifade ediyor, amacına ulaşması da bu yüzden kuvvetle
muhtemel.
Tartışmayı demokrasinin daha da güçlenmesi ya da zayıflaması
açısından değil de sistemin elverip elvermemesi, Türkiye toplumunun
buna hazır olup olmaması açısından yürütürsek, bugünkü ortamın bir
ilk olduğunu görürüz ve işi daha rasyonel bir zemine
oturturuz. İleri demokrasi tartışmaları açısından bakıldığında
bile, örnek oluşturan birçok ülkenin zaten böyle bir sistemle
yönetildiğini görürüz. Özellikle orta ve büyük ölçekteki
ülkeler için Başkanlık sistemi tek kurtuluş olarak öne
çıkmaktadır.
Erdoğan'ı bu yüzden durdurmak istediler
Bütün bunlara karşı olağanüstü bir karşı
direnç gelişecekti ve geliştirildi de. Aslında Türkiye içi
iktidar çatışması gibi gördüğümüz kavga tam da burada oluyor. Gezi
ayaklanması, Alevileri isyana teşvik, bu
organizasyonda Batılı “dost” istihbarat teşkilatlarının fiilen
işin içine girmesi Türkiye'deki dönüşümü ve geleceğe yürüyüşü
durdurma mücadelesiydi. Bunu yaparken, sokak
terörü üzerinden Erdoğan'a yönelik müthiş bir öfke ile
kitleler provoke dilip, Erdoğan'ın itibarı hedef alındı.
Türkiye toplumunun gözünden düşürülecek, Erdoğan'la birlikte bu
büyük yürüyüşün öncüleri tasfiye edilecek, ülke yeniden
Anadolu sınırları içinde hapsedilip 20. Yüzyıla özgü bir ulus
devlet şablonuna sıkıştırılacaktı.
Bir daha böyle şeylere teşebbüs etmemesi için de içerideki
bütünfarklılıklar çatışma alanına dönüştürülecek, ülkenin enerjisi
yıllarca içeride tüketilecek, ülke belini doğrultamayacak,
uluslararasısisteme yeni bir aktörün katılımının önüne geçilecek,
Türkiye'nin nüfuz alanında kalan ülkelerdeki etkisi de boşa
çıkarılmış olacaktı.
Yani hem Türkiye hem de coğrafya bu yeni siyasi yükselişten,
güç birikiminden uzaklaştırılacak, vesayet ve hegemonya devam
edecekti.
Sarsıntılı coğrafya, fırtınalı Türkiye..
Türkiye çok tehlikeli bir oyun oynuyordu! Osmanlı'nın
çözülmesinden sonra en büyük meydan okumayı yapıyor,
coğrafyayı bu meydan okumaya çağırıyor, küresel iktidar denklemine
güçlüitirazlar yükseltiyor, kendi toplumunu büyük bir
mücadeleye ve dönüşüme hazırlıyordu... Erdoğan ve çevresinin işin
farkına varması,şiddetli direnç göstermesi, kamuoyunun bu
dirence destek vermesi ve medyanın bir bölümünün oyunu fark edip
harekete geçmesiyle senaryolar boşa çıktı.
Bu kadar hareketli, sarsıntılı bir coğrafyada ve kadermiş
gibi görünenlerin kader olmadığının gösterilmesi gereken dönemde
Türkiye'nin son derece kıvrak olması, dinamik olması
gerekiyor. Karar mekanizmaları hantal bir Türkiye bu fırtınalı
dönemi atlatamaz. Oysa fırtınayı atlatmaktan ziyade baş döndürücü
bir tarihsel geçiş dönemine imza atmak istiyor Türkiye. 20. yüzyıl
bizim için bir parantezse ve o parantez kapatılmak isteniyorsa,
sistemik dönüşümün duraksamadan devam etmesi, kıvrak ve hızlı
hareket edebilen bir devlet aklı ve mekanizmasının inşa edilmesi
gerekiyor.
Başkanlık sisteminin bu dönüşümün en ileri aşaması olduğunun altını
çizerek, bu fırtınalı tarih diliminde hızlı hareket edebilen bir
ülke ihtiyacını da not edelim.
Cumhurbaşkanlığı Sarayı'nı bile tartışmaya açanların, ileri
demokrasi örnekleri verip Başkanlık sistemine karşı çıkanların, o
ileri demokrasilerdeki monarşik yapıları bari azıcık
tartışma konusu yapmaları hiç
değilse ikiyüzlülüklerini gizleyecek bir adım
olabilirdi.
Güney'den çok ciddi bir tehlike yaklaşıyor!
Bütün bunlardan bakınca, AK Parti Kongresi yerli yerine
oturuyor,normalleşiyor. Ancak çok ciddi bir durum var ve bu,
yeni bir dalga gibi Türkiye'ye yaklaştırılıyor. Dönüşümü sabote
edecek,istikrarsızlık kapılarını açacak şey, Güney'den
sınırlarımıza dayanan tehlikedir. Terör dalgasını inşa
edenler, PKK üzerinden ülkenin güneyinde kalın duvarlar örüp
bölge ile bağlantısını kesmeye çalışanlar, IŞİD'i Türkiye'nin
üzerine salıyorlar.
Bugün aslında bunu yazacaktım. Bir sonraki yazıya kaldı.
Ama IŞİD'le savaşa kilitlenmek Türkiye'yi körleştirme
operasyonuna dönüşebilir. İçeride PKK'ya ağır darbe vuruldu, terör
üzerinden işgal hesapları suya düştü. Hiçbir ülke
Türkiye'den bu kadar sert tepki beklemiyordu. Bizi
içeride meşgul ederek Suriye'de Türkiye karşıtı bir güç
haritası şekillendirdiler.
İçeride terör güç kaybedince de IŞİD'e sarıldılar. Ama tehlike
sadece bu da değil. IŞİD'le savaşa kilitlenen, onunla meşgul edilen
Türkiye, oyuna getirilebilir. Bu senaryo PYD'ye alan açma
amaçlıolabilir. Orada asıl tehdit PKK/PYD'dir. Türkiye'yi
bölgeden uzaklaştırma çabaları bu örgüt üzerinden yürütülmektedir.
Türkiye'yi vuracak olan örgüt odur. Senaryoya derhal müdahale
edilmeli ve içeride PKK nasıl zayıflatıldıysa bölgede de PYD o
şekilde zayıflatılmalıdır.
Başkanlık sistemi dahil, birçok şeyi sabote etme potansiyeline
sahip bir tehditten söz ediyorum. Küçümsemek intihar olabilir.
Kongre eşiği atlatılıp Türkiye yoluna devam ederken önümüzdeki en
ciddi gündem bu olmalıdır. Çünkü o da diğerleri gibi çokuluslu
bir müdahalebiçimidir.