Yazarlar bugün gündemi böyle değerlendirdi
12 gazeteden 19 köşe yazarı gündemi yorumladı. Bakın yazarlar gündemdeki konular hakkında ne yazdı?
Hürriyet’ten Mehmet Y.
Yılmaz; Milliyet’ten Sami
Kohen, Serpil
Çevikcan, Melih
Aşık; Radikal’den Cüneyt
Özdemir, Ezgi
Başaran; Akşam’dan Kurtuluş
Tayiz; Taraf’tanLale
Kemal; Yeni
Şafak’tan Abdülkadir
Selvi, Murat
Aksoy; Zaman’dan Mustafa
Ünal,Mehmet
Kamış; Star’dan Fehmi
Koru; Vatan’dan Ruhat
Mengi, Ruşen
Çakır;Habertürk’ten Umur
Talu; Cumhuriyet’ten Ergin
Yıldızoğlu, Takvim'den Ergün
Diler gündem hakkında yazdı.
İşte o yazarların yazılarından çarpıcı bölümler:
Mehmet Y. Yılmaz – Hürriyet
Dışarıda doğru söyler, içeride şaşar
Almanya’da bir Türk, havaalanı polisi tarafından copla dövülerek
hastanelik edildi.
Belli ki ırkçılık ile kontrolsüz polis gücü bir araya gelmiş.
Umuyorum ki Dışişleri yetkilileri Almanya’da işlenen bu suçu takip
ederler ve ırkçı polislerin cezalandırılmalarını sağlarlar.
Bu olay üzerine Başbakan Yardımcısı Bekir Bozdağ bir tweet
atmış.
“Almanya Köln Havalimanı’nda vatandaşımıza
uygulanan polis şiddetini kınıyorum. Alman yetkililerin bu konuda
yapacaklarının yakın takipçisiyiz” diyor.
Bir vatandaşımız ağır şekilde yaralanmamış olsa Bozdağ’ın bu
sözlerine gülerdim ama mesele şakayı kaldırmayacak kadar ciddi.
Belli ki Bozdağ’da “dahili körlük” var, tedavisi var mıdır
bilemeyeceğim.
Ülke dışında cereyan eden polis şiddetinin farkına varıyor, bunu
şiddetle kınıyor ama ülke içindeki polis
şiddeti mağdurları ile ilgili tek kelime ettiğini duymadık.
Sami Kohen – Milliyet
Ortadoğu politikası neden aksadı
Hükümetin başta büyük umutlarla yürüttüğü bu politikada son
zamanlarda karşılaşılan sorunlar ve başarısızlıklar, bu yeni
durumun nedenlerinin iyice incelenmesini gerektiriyor.
Hemen belirtelim ki, bu olumsuzlukların tüm kabahatini Türkiye’ye yüklemek haksızlık olur. Tabii ki bölgesel ve küresel konjonktürün de Türkiye’nin karşılaştığı sıkıntılarda payı var.
Örneğin Arap Baharı’na kadar Türkiye’nin Suriye ile ilişkileri “stratejik ortaklık” noktasına ulaşmışken, bu ülkedeki ayaklanmadan sonra Esad yönetimi ile bir çatışma aşamasına girilmiştir.
Aynı şekilde son dönemde Mısır dahil, diğer bölge ülkeleriyle de iyi giden ilişkiler bozulmuştur.
İlk bakışta bu değişiklik, Arap Baharı ile ilintili görülebilir.
Ancak bunda önemli olan, Türk Hükümeti’nin bu yeni gelişmeler
karşısında nasıl bir tavır aldığı, tercihlerini ne yönde
kullandığıdır.
Serpil Çevikcan – Milliyet
Tarihi kongre
Sadece Türkiye’de değil, Suriye, İran ve Irak’taki Kürtler için
tarihi bir dönemden geçiliyor.
Suriye’de Esad’ın boşalttığı kuzeyde 1 yıldır fiili olarak yönetimi devralan Kürtler, ateşkes ilan ettiği Özgür Suriye Ordusu’nun El Kaide bağlantılı bileşenlerinden El Nusra ile uzun süredir çatışmasız bir süreç yaşıyordu.
Ancak özellikle bölgedeki petrol yatakları üzerindeki hâkimiyet çabası, PKK’ya yakınlığıyla bilinen PYD ile El Nusra arasındaki çatışmaları başlattı. Başlangıçta PYD’ye bütünüyle mesafe koyan Türkiye de çatışmaların başladığı günden sonra bölgeye ilgisini arttırdı ve PYD lideri Salih Müslim’le temas kurmaya başladı.
İran’da da durum farklı değil. İran’daki Kürt yapıları, dikkatle Irak, Türkiye ve Suriye’deki gelişmeleri izliyor. Buralardaki gelişmelere göre, İran’daki Kürt yapılarının özellikle Suriye’ye “asker” ve “silah” takviyesi yaptığı da biliniyor.
Irak’ın kuzeyinde, merkezi hükümetle ilişkileri rayına
oturtamayan Bölgesel Yönetim’in lideri Barzani de hem Suriye’de
PYD’nin diğer Kürt gruplarını dışlayarak bir yönetim kurması
çabalarına karşı durmaya çalışıyor hem de Suriye’nin kuzeyindeki
Kürt yapılarının üzerinde etkisini hissettirmeye çabalıyor.
Melih Aşık - Milliyet
Mutafyan’a suikast!
Ergenekon sürecinde kirli propagandanın ahlak düşkünü senarist ve tetikçileri tam kapasite çalıştılar. O günlerdeki gazete haberlerini hatırlayın... Orhan Pamuk’a suikast yapacaklardı... Ahmet Türk’ü öldüreceklerdi... Ermeni Patriği hedeflerindeydi... Alevi Dernekleri Başkanı Ali Balkız vurulacaktı vs.
Böylece aydınlar, Ermeniler, Aleviler, Kürtler davaya karşı bilendiler.
Suikast planları iddianamede ve gazetelerde ayrıntılı şekilde yer aldı.
Ermeni Patriği Meşrob Mutafyan’la ilgili “Tedhiş Planı Mutafyan” başlıklı planda, eylemin hangi silahla, nasıl ve kimler tarafından gerçekleştirileceği belirtiliyordu. Eylemin lav silahı ile gerçekleştirileceği, hücre başkanının polis memuru Kenan Temur olduğu anlatılıyordu.
Lav silahı gece karanlığında karşı binaların damına yerleştirilecek, Mutafyan evinden çıkarken ateşlenecekti.
İddianamede bu konu sayfalarca anlatıldı. Uzun sorgular yapıldı. Sonra ne mi oldu?
Kenan Temur 13 ay hapishanede yattı. Hem kendisi hem annesi sinir hastası oldu. Sonunda Kenan Temur tek gün ceza almadan beraat etti.
Diğer suikast planlarında adı geçenler de beraat etti... İhbarlar balon çıktı.
Peki bu ihbarları kim yaptı? Bu suikast senaryolarını kimler, nerede yazdı?
Bunlar bilinmediği gibi araştırılmıyor da... Belki de bilindiği için araştırılmıyor!
Cüneyt Özdemir - Radikal
Gülen cemaati aslında ne diyor?
Facebook dükkanı Kürt siyasetine kapadı
Önden siz buyurun Hasan abi
Cengiz Çandar – Radikal
İktidar, şizofreni, demokratikleşme...
İktidar odağında da bir ‘kampanya’ algısı var. Buna göre, “Gezi
olayları ile birlikte ivme kazandırılarak sürdürülen medya
kampanyası, ülke içinde ve dışında farklı frekanslarda devam
ettiriliyor. Genel anlamda AK Parti’yi, özelde ise Başbakan
Erdoğan’ı hedefe koyan bu kampanyanın temel amacı, Başbakan
Erdoğan’ın ‘diktatör’ olduğu algısını oluşturmak, kamuoyunu buna
inandırmak, toplumsal psikolojiyi biçimlendirmek ve Başbakan
Erdoğan üzerinden hükümete ‘anti-demokrat’ yaftası yapıştırmaktır.
Otoriterlik suçlamaları arasında her gün, Başbakan Erdoğan’ı hedef
alan onlarca yazı yazılıyor... Aslında bu; siyasete girmeden,
gazete köşeleri üzerinden, gönüllü hizmet sundukları merkezler
adına siyasete ve hükümete nizam vermektir.”
Kafa yapısı bu; ‘dışarıdaki merkezler’ ve bunlara ‘gönüllü hizmet
sunan’ içerideki uzantıları söz konusu. Bunlar da genellikle ‘köşe
yazarı’ ve ‘dışarıdaki merkezler’e –nedense- ‘gönüllü hizmet
sunarak’ Başbakan’a ‘karakter suikastı’ yapıyorlar.
Bunun karşılığı ise ‘yedirtmeyiz’ olmak zorunda ve iktidar
çevreleri, kendiliğinden –olan biteni- ‘iktidar mücadelesi’
optiğinden görme eğilimindeler.
Lale Kemal – Taraf
Obama Erdoğan’ı gözden çıkarmaz ama…
Türkiye’deki darbe teşebbüsü davalarına ilişkin verilen hükümler,
Ankara’daki özellikle NATO üyesi yabancı diplomatlar arasında da
bölünmelere yol açtı. Bu çevrelerde ağır basan görüşün, maalesef
davalar ve verilen hükümlerin, hükümetin muhalefeti bastırmasının
bir aracı olarak görülüyor olması. Hele de Gezi protestolarını
hükümetin kötü yönetmiş olması ve gösterilere destek veren kişi ve
şirketlere yönelik devam eden baskısı, Ergenekon davasında verilen
hükümlerin, adeta iktidarın muhalefete sistematik baskısı gibi
algılanmasında rol oynadı. Dolayısıyla bu algı, sanki Türkiye’nin
60 yılı aşan darbe tecrübesi yokmuşçasına mevcut davalara adeta
hükümetin bir öç alması şeklinde bakılmasında rol oynadı.
Ne var ki, hükümetin yalnızca Gezi protestolarını kötü yönetmiş
olması değil, demokratikleşme adımlarını uzun süre kesintiye
uğratmış olması da hem ülke içindeki kimi sözde laik çevrelerin hem
de kimi Batılı ülkelerin, mümkünse darbeleri aklama kampanyasına
dönüşmesini sağladı denebilir.
Abdülkadir Selvi - Yeni Şafak
Ergenekon’da fırtına neden koptu?
Şili ölüm döşeğinde Pinochet'i, İspanya ölümünden sonra Franco'yu,
Almanya Nörnberg'de Hitler zihniyetini, İtalya bacağından asmak
suretiyle Mussolini'yi, Yunanistan Albaylar cuntasını, Arjantin
darbeci generalleri yargılayıp hesap sorarken, kimi idama mahkum
edilip, kimi ağır müebbet hapis cezalarına çarptırılırken, biz bunu
yapamadık.
Tam tersine Ergenekon ve darbe Siyam ikizleri gibi yükselmenin iki aracı oldu.
Ergenekon yargılaması, 12 Eylül ve 28 Şubat davaları ile biz geciktirdiğimiz tarihi hesaplaşmayı yapıyoruz.
Geçmişte bu tür yapılanmaların paydaşları ve suç ortakları ise şimdi yeni bir görev üstlenmiş, bu süreci engellemeye çalışıyorlar.
Ergenekon üzerine koparılan fırtınaların özü bu.
Murat Aksoy – Yeni Şafak
İP-CHP ittifakını zorlayanlar CHP'nin ulusalcıları
Kamuoyunda Kılıçdaroğlu'nun liderliğine yönelik pek çok eleştiri
var. Ama önceki akşam Kılıçdaroğlu, CNN Türk'te katıldığı programda
önemli bir açıklama yaptı ve parti içindeki duruşundan ödün
vermeyeceğini sinyalini 'Seçimlerde CHP'nin oyunu
arttıramazsam bırakırım' diyerek vermiş oldu.
CHP 2009'daki yerel seçimlerde yüzde 23,1 oy aldı. Yani, CHP Mart 2014'te bu oyu geçemezse Kılıçdaroğlu görevi bırakacak.
Çok kez yazdım bir kere daha yazmakta beis görmüyorum. Kılıçdaroğlu CHP'yi yenileştirme, partiyi sola çekme iddiasından vazgeçmiş değil. Hatta bu konuda özellikle CHP'nin genç kadrolarında epey mesafe aldığı da söylenebilir. Kılıçdaroğlu'nun bu süreçte önündeki en büyük engeller partinin otoriter Kemalist çizgideki kurumsal kimliği, bu kimlikle büyük ölçüde özdeşleşmiş mevcut Meclis grubu ve parti içindeki siyasi yalnızlığı olmuştur.
Kılıçdaroğlu'nun CHP'nin tarihine geçmesi için tek yapması
gereken biraz daha risk almak.
Mustafa Ünal – Zaman
İP’in CHP ile ittifak arayışı
2014 seçimlerinde muhalefet partilerinin seçim işbirliği sürpriz
olmaz.
Tek başlarına AK Parti ile başa çıkmaları zor çünkü. Türkiye bugüne kadar pek alışık olmadığı ‘blok siyaseti’ ile cumhurbaşkanlığı seçimlerinde zaten tanışacak. Seçimin ikinci tura kalması durumunda en fazla oy alan iki aday blok olarak mücadele edecek. Önce yerel seçimler... Mahallî idarelerde AK Parti 1994’ten bu yana iktidarda. Durun hemen itiraz etmeyin, haklısınız AK Parti 2002’de kuruldu. Ancak partinin üzerine oturduğu siyasi geleneğin geçmişi çok daha eski. AK Parti’ye vücut veren yerel yönetim kadroları. Partinin kurucusu Erdoğan, İstanbul’un belediye başkanıydı. Başta İstanbul ve Ankara olmak üzere Türkiye’nin önemli şehirleri 20 yıldır aynı siyasi geleneğe mensup başkanlar tarafından yönetilmekte.
AK Parti yine seçimlerin favorisi. Kamuoyu yoklamaları yüzde 50
oyu koruduğunu gösteriyor. Muhalefet çok gerilerde. Bu yarışa
girmeyeceği anlamına gelmiyor elbette. Bazı şehirlerde seçimler
başa baş mücadeleye sahne olacak. Neticeyi küçük oy oranları
belirleyecek. Bir oyun bile önemi var. Kaybedilen veya kazanılan
sadece başkanlık olmayacak çünkü. Siyasi mevzi söz konusu... Ve
tabii cumhurbaşkanlığı seçimi. İktidardan muhalefete partilerin
seçimlere ‘yerel yönetimlerin’ ötesinde anlam yükleyeceğini tahmin
etmek zor değil.
Mehmet Kamış – Zaman
Tasfiye
12 Haziran seçimlerinde AK Partiyi hararetle desteklerken bu
ülkenin en temel problemini ortadan kaldırmasını bekliyorduk. O
problem devletin toplumun herhangi bir kesimini ötekileştirmesiydi.
Bunca zaman devlet dindarları, Kürtleri, solcuları, Alevileri hep
dışlanması gereken insanlar olarak görmüştü. Biz yeni Türkiye’de AK
Parti’nin öyle bir sistem getireceğine inanıyorduk ki, bu düzende
hukuk mutlak hakim olacak, kimse düşüncesinden, kimliğinden ya da
inandıklarından dolayı dışlanmayacak, ötekileştirilmeyecek,
işlemediği suçtan dolayı tasfiyeye maruz kalmayacaktı. İsteyen o
dönemde yazdıklarımıza ve AK Parti’nin söylemlerine yeniden
bakabilir.
Türkiye olarak çok sıkıntılı bir süreçten geçerken AK Parti,
seçim öncesindeki ruh haline yeniden dönmek, ötekileştirilmenin
kökünü kazıyacak şekilde evrensel bir hukuk düzeninin tesis
edilmesini sağlamak zorundadır. Bunu yapmaması halinde bu ülkede
çatışmaların, kavgaların önünü almak mümkün olmayacaktır. Üstelik
de bu, galip gelenin bile zerre kadar bir şey kazanmadığı kavgadan
ibarettir. Her şeyin akıp gittiği ve herkesin konup göçtüğü bu
dünyada bizi yarınlara taşıyacak, yarınlarda da hayırla anılmamızı
sağlayacak en önemli işlerden birisi evrensel hukukun tesisi
olacaktır kuşkusuz.
Fehmi Koru – Star
İktidarı eleştirirken
Siyasetin merkezinde eleştiri vardır; içinde yer alanlar, dışında
bulunanlar tarafından eleştirileceği gibi, siyaset içindeki
aktörler de birbirlerinde buldukları beğenmedikleri unsurları
rahatlıkla ifade edeceklerdir...
Türkiye siyasetin bu kuralının tepe tepe kullanıldığı bir ülke zaten...
Bizi diğer demokratik ülkelerden ayıran önemli bir yön var: İçte ve dışta eleştirilerini dile getirenlerin tutarlı olma gibi bir derdinin bulunmaması... Sözgelimi, iktidarda karşı çıktıkları, kıyasıya eleştirdikleri söylem ve eylemleri kendilerine yakıştıran muhalifler, bu durumdan hiç yüksünmüyorlar...
İktidar sert, kibirli, tepeden bakan, toplumu kutuplaştıran bir parti olarak eleştiriliyor bazı çevreler ve partilerce; zaman zaman bu eleştirilere sahip çıkmaya hazırlandığım da oluyor... Ancak, yaptıkları açıklamalara veya davranış tarzlarına bakarak, muhalefetin de, dile getirdikleri hemen her konuda eleştirdiklerinden farklı davranmadıkları ortaya çıkıverince...
Ruhat Mengi – Vatan
Bu nefret suçunun ta kendisi
Adına “ileri demokrasi” denilen bir sistem içinde vatandaşların
“konuşmaları veya yazdıkları nedeniyle” yani düşünce ve ifade
üzerinden cezalandırılamayacağını, bunların ve korku havasının
olduğu yerde bırakın “ileri”yi, normal bir demokrasinin bile
mevcudiyetinden söz edilmeyeceğini anlamıyorlar. Mehmet Ali
Alabora’ya karşı “sadece attığı bir tweet nedeniyle ve Ankara
Belediye Başkanı’nın kışkırtmalarıyla” başlatılan kampanya sindirme
konusunda en güzel örnektir.
Eğer twitter’da yazılanlar ceza gerektiriyorsa önce bu belediye
başkanı bugüne kadar takipçisi kadınlara yazdığı “kabul edilemez ve
açıkça suç sayılacak sözler” nedeniyle cezayı hak etmiştir. Sanatçı
Alabora’ya karşı yürütülen kampanya ise “halkı kin ve nefrete
tahrik, nefret suçu”nun ta kendisidir. Öyleyse yargıyı neden
duymuyoruz?
Ruşen Çakır – Vatan
Cemaatten manifesto gibi açıklama
Açıklamadaki 11 iddia ve o iddialara verilen cevaplar hakkında ayrı
ayrı çok şey söylenebilir, söylenmeli de. Bu yazıda şimdilik en çok
dikkatimi çeken noktaları aktarmakla yetineyim:
- Gezi direnişinin ilk günlerine sahip çıkmaktaki ısrar;
- Hizmet’e yakın olduğu iddia edilen yargı mensuplarının tasfiye
edildiği iddialarının doğrulanması;
- Siyasi eleştiriler karşısında “siyasete karışma”, “öyleyse parti
kur”, ya da “seçimleri bekle” denmesinden duyulan rahatsızlık;
- Bürokrasideki cemaate yakın isimlerin fişlenmesi ve tasfiye
edilmesinden kaygı duyulması;
- Hükümetin KCK davalarının faturasını kendilerine kesmek
istemesine itiraz;
- “Cemaat Başbakan’ı tutuklayacaktı” iddialarının yol açtığı
öfkeyle karışık rahatsızlık;
- “Siyasi partilerle ittifaklar yapmamakla birlikte, demokrasi,
çoğulculuk, insan hakları, inanç özgürlüğü, adalet gibi temel
ilkelerine uygun politikaları ve uygulamaları hangi parti
tarafından yapılırsa yapılsın” destekleme kararlılığı...
Sonuç olarak, Fethullah Gülen cemaatinin ülkemizin önde gelen güç
odaklarından biri olduğu, bir süredir de AKP ile belli bir mücadele
içinde olduğu tescillenmiş ve bu tartışma/mücadelenin kapıları
herkese açılmış durumda.
Umur Talu – Habertürk
Hibe çocuk raporu
30 yılda 30 savaşta 50 bin ölü.
Dörtte birine “şehit”, dörtte üçüne “etkisiz hale getirilen”
diyoruz!
Bunların arasında, aynı yoksul ailelerden, aynı sıvasız hanelerden
gelip, birbirlerini katleden binlerce çocuk.
Doğmamışken gencecik kefeni hazırlanmış onbinlerce bebek.
Komutanların, örgütün hanesinden toprağa taşıdığı onca çocuk.
Cephaneliğe vakitsiz, lüzumsuz, insafsız sokulup 25’i bir arada
parçalanmış çocuklar.
Katırlarıyla bir hayat taşımaya çalışırken bombalanmış
çocuklar.
Pusu çocukları, puslu hava çocukları, umursanmayan istihbaratların,
derme çatma karakolların, hinoğlu hin oyunları kurbanı çocuklar.
Yok kınalı kuzu denerek, yok bayrağa sarılarak, yok bir cenazede
resmi taşınarak ve birçoğu hep yok sayılarak, kimi bir mezardan
dahi yoksun bırakılarak uçup unutulmaya atılmış çocuklar.
18 yıl sonra, devlet birimleri marifetiyle atıldığı asit kuyusundan
13 yaşının kemikleriyle aklımızın kapısı çalan, aklımızı başından
alan çocuklar.
Molotofla otobüste yakılan, karakoldan ateşle yıkılan, 12 yaşında
13 devlet mermisiyle delik deşik edilen çocuklar.
Ergin Yıldızoğlu – Cumhuriyet
‘Adalet üzerine not’
Ergenekon davasındaki kutuplaşma, adalet kavramının içeriğinde
anlaşan insanların, gerçekleşmesine ilişkin yaşadıkları
bir görüş ayrılığındankaynaklanmıyor.
Kutuplaşma adalet
kavramının içeriği üzerinde oluşuyor.
Bu, “görüş ayrılığının” ötesinde, çok
vahim bir duruma işaret ediyor.
“Adalet” kavramı evrensel olmakla birlikte, bu
evrenselliğin kapsamı ve içeriği konusunda bir mutabakat
gerektiriyor. Bu mutabakat ise bu adalet kavramının
dayandığı “hakikat”e (en temel ilkeye) sadakat
üzerinden şekilleniyor. Örneğin, liberal demokratik toplumda,
hırsızlığı cezalandırmak kolaydır, bir dilim ekmek çaldığı için
birkaç yıl yatmaya mahkûm olanların durumu bile açıklanabilir. Bu
toplumum adaleti özel mülkiyete
sadakate dayanır.
Buna karşılık, devrimi yapmakta olan hareketin adaleti ile devrimi
bastırmakta olan iktidarın adaleti birbirine taban tabana zıttır.
Her iki kesimin adalet kavramının içeriğini oluşturan sadakatler
birbirini dışlarlar. Bu durumda her iki adaleti kıyaslayacak bir
üçüncü bakış noktası da bulunamaz.
Ergün Diler - Takvim
Cemaat