Yavuz Semerci'yle demokrasi polemiği
Ama “en berbat demokrasi, en başarılı askeri yönetimden iyidir” diyecek kadar da romantik değilim…
ADNAN BERK OKAN
Sevgili Yavuz Semerci…
“İktidarların hukuksuzluğunu, askerin öfkesine tercih edenlerdenim” diyorsun…
Seni severim ama bu fikrinden hoşlanmadım…
Çünkü sevgili kardeşim;
Demokrasi, “kırk katır mı? Kırk satır mı?” iki çıkmaz sokağından ille de birine sapmak değildir…
Neden, Hannibal’ın dediği gibi “ya yeni bir yol bulmayı ya da yeni bir yol açmayı” denemeyelim ki?..
Yollarımızı çeşitlendiremez de “ya iktidarların hukuksuzluğu ya da askerin öfkesi” arasında tercih yapmaya zorlanırsak; yüreğimize taş basılıymış gibi oluruz hep…
Ve sanki bir mengene kaburgalarımızı kavramış, sıkıyor ha sıkıyor…
Kırılmıyor kaburgalarımız ama sanki her an kırılacakmış gibi acı hissettiriyor…
Oysa öyle kolay ki yeni bir yol bulmak veya yeni bir yol açmak…
BU GÖZLER NE BAŞBAKANLAR GÖRDÜ!.
Sevgili Yavuz;
Sen, seçim sandığına gidip elindeki pusulayı o kalınca yarıktan içeri atarak demokrasicilik oynayan yüce halkımızın şimdiye değin, Turgut Özal merhumdan başka (Süleyman Demirel’in 1965 – 1969 dönemini de aynı kefeye koyabiliriz) devleti, bütün kamu kurumları ve özel sektörüyle birlikte yönetebilecek kariyerde bir başbakan seçtiğine tanık oldun mu?..
Altmış yaşıma geldim ben halen öyle bir başbakan görmedim de ondan sordum…
Peki ne gördüm?..
Söyleyeyim:
Haris bir gazetecinin güzel konuştuğu ve meslektaşları arasında saygın bir yere sahip olduğu için oturduğu başbakanlık koltuğunda, ülkemize ne kadar büyük zarar verdiğini gördüm…
Adam bulunamadığı için parti yönetimine kabul edilen ve sonradan şans eseri başbakan bile olan bir mirasyedinin bir gün AB’nin yolunun Diyarbakır’dan geçtiğini söyleyişine alkış tuttum, aynı Başbakan’ın birkaç gün sonra generallerden yediği zılgıt üzerine su pus oluşuna öfke duydum…
Yani, kendine has görüşü bile olmayan başbakan gördüm ben Yavuz…
Tek özelliği güzelliği olan ihtiraslı, tepeden inmeci, yalan söylemekte usta başbakan gördüm ben…
“Devleti ele geçireyim bütün kamu bankaları benim olsun, kanunları da ben çıkarayım” hırsıyla siyasete giren ve demokrasi sayesinde başbakan bile olan otobüs biletçisi tanıdım, tanıyorum…
Yani sevgili Yavuz;
Demokrasi denen şey; hayatında tek bir gün spor yapmamış, beden eğitimi derslerine bile rapor alıp girmeyen şişkoların spordan sorumlu devlet bakanı yapılması değildir...
Hayatı boyunca “adalet” kelimesiyle yan yana gelememiş, boşanma ve imar davalarından başka hukuk bilmeyen kasabalı avukatların adalet bakanlığı koltuğunu işgal etmesi ise hiç değildir…
Peki, “çalışma” denilince “tembellik” etmeyi anlayan, hayatı boyunca eli iş tutmamış birinin “Çalışma Bakanı” olmasına ne dersin?..
Ya da dışişleri bakanlığı koltuğunu, karısının başbakan eşinin doktoru olmasına borçlu Dışişleri Bakanı…
Veya bir taşra şehrinde avukatlık bürosu açamayacak kadar başarısız bir hal müdürünün başbakan koltuğuna oturtulması mıdır demokrasi?…
DEVLETİ SEVMEM AMA...
Bu mu demokrasi sevgili Yavuz!..
Devleti sevmem ama Demirel’in dediği gibi yerine koyabileceğimiz bir alternatifi de yok…
Ne yapabiliriz ki?..
Bütün dünyada yöntem aynı…
Devlet dediğin kurumun askeri var…
Yargısı var…
Eğitim kurumları var…
Dışişlerini yürüten bürokrasisi var…
İç güvenliği sağlayan bir emniyet ordusu var…
Hatta “En Liberal” bilinen ülkelerde bile bizde de olduğu gibi Merkez Bankası ve yatırım bankaları var…
Sevgili Yavuz;
Demokrasi, bir iş adamının istediği kadar büyümesine izin veriyor ama o süreç (eğer arkasında devlet yoksa) çok uzun sürüyor…
Peki aynı demokrasi, siyasetçiyi o kadar bekletiyor mu?..
Hayır…
Bir bakıyoruz, daha kısa bir süre öncesine kadar otobüs biletçiliği yapan bir siyasetçi başbakan olmuş…
Ve…
70 - 80 yıllık holdinglerin bir yıllık bütçelerinin 20 kat daha büyüğü bütçenin yönetimini eline almış…
70 – 80 senelik özel sektör şirketleri yılda 15-20 milyara ancak hükmederken, otobüs biletçiliğinden gelme başbakan 700 milyar dolarlık milli geliri yönetir olmuş…
Oysa daha düne kadar üç-beş kangal sucuk üreten bir akrabasının yanında muhasebe yardımcısıydı...
KÖFTE YOĞURAMAYAN ADAM 700 MİLYAR DOLARI YÖENETEBİLİR Mİ?
Değerli kardeşim;
Bu tarif ettiğim kişilerin "başbakan veya bakan olmaya hakları yok” demiyorum…
Demokrasi olduğuna göre elbette var…
Var ama…
Aynı kişilerin bir de vatandaşlık sorumlulukları var...
O sorumluluk, öylesine zayıf bir bilgi ve deneyimle dev bir devleti yönetmeye talip olmaktan vazgeçmelerini gerektiriyor...
Ayıp olan, haddini ve kendini bilmemeleri...
“Gel köfte yoğur” desen beceremeyecek biri, 700 milyar dolarlık bir geliri yönetmeye kalkışıyor…
Ve yönetemiyor tabii...
Yani Yavuz;
Sanma ki TSK’dan ve zırt – pırt darbe yapmalarından yanayım…
Asla…
Ama “en berbat demokrasi, en başarılı askeri yönetimden iyidir” diyecek kadar da romantik değilim…
Ya da hukuksuzluğu, askeri öfkeye tercih edeceğimi söyleyecek kadar hukuk düşmanı olamam…
Veya "elit askerlerin yönetimini, ağzı iyi lâf yapan bir imam hatipliyi başbakan yapan demokrasiye tercih ederim" diyecek kadar da demokrasi kültürü fakiri değilim...
Bütün mesele insanların kendilerini bilmelerinde sevgili Yavuz...
2002 seçimleri Avrupa'nın gelişmiş bir ülkesinde olsaydı...
Seçimde başarılı bir işadamı ve Siyasal Bilgiler mezunu, İngilizce'yi bir İngiliz kadar mükemmel konuşan Besim Tibuk'un LDP'si ile Tayyip Erdoğan'ın Ak Partisi yarışsaydı sence seçimin galibi kim olurdu?..
Tamam efendim benim yaptığım doğmamış çocuğa don biçmek ama "öyle bir olasılık yaşansaydı" faraziyesine samimi cevap istiyorum...
Benim cevabımı söyleyeyim: Besim Tibuk'un partisi, Erdoğan'ın partisine büyük fark atardı...
Lütfen, tam üye olmak için çırpındığımız Avrupa Birliği üyesi ülkeleri yöneten kadroların kariyerlerine bir bakar mısın?..
Bizim başbakan dahil hangi bakan o ülkelerden birinin bakanlar kurulunda yer alabilir?..
Bence hiçbiri...
Haydi ondan da geçtim?..
Adalet Bakanımızı kendi yönettiğin bir şirketin hukuk müşaviri yapar mısın?..
Yüksek sesle cevap vermen şart değil...
SEÇİMLERİ 25 YILDA BİRE ÇIKARIRLARSA?..
Devlet’ten söz ediyorum sevgili Yavuz…
Devlet’in, bilgisiz, yeteneksiz, dini duyguları çok etkin bir surette istismar etmekten başka hiçbir özelliği olmayan kasabalılar tarafından ele geçirilmesinden söz ediyorum…
Aman ha!..
Anadolu veya Trakya'da yeni gelişen, yeni muhafazakâr sermayenin ülke yönetiminde etkin olmasını istemediğimi zannetme lütfen...
İçlerinde muhteşem eğitim almış, mükemmel düşünce sistemine sahip olan genç işadamları var...
Var ama "haydi gel siyaset yap" denildiğinde "yok, ben almayayım... Siz benim yerime şu arkadaşı milletvekili yapın" diyerek Mecliste özel sekreteri gibi çalıştırabileceği kasabalı avukatı veya eczaacıyı aday gösteriyorlar...
Benim şikâyetim işte burada...
Ve ne yazık ki bu özel sekreterler meclise girdikten sonra büyük adam havasına da giriyorlar...
Ve ben işte bu yetersiz muhterislerin Yargı'yı ve TSK’yı kontrolü altına almalarından hazzetmiyorum...
Çünkü Yargı'yı ve TSK’yı kontrolü altına alan siyasal iktidarlar Türkiye’de diledikleri her şeyi yapabilirler…
Her şeyi…
İsterseler rejimi bile değiştirirler…
“Ama anayasanın ilk üç maddesi ve onları koruyan 4. maddesi” deme lütfen…
Yandan girip öyle bir değiştirirler ki sesimiz soluğumuz çıkmaz…
“Seçimler 25 yılda bir yapılır” deseler ve kendi yönetimlerindeki AM’a bunu onaylatsalar ne yapabiliriz?..
Ya da “Cumhurbaşkanlarının 25 sene için seçileceğini ve ölümünden sonra yerine en büyük erkek evlâdının, erkek evlâdı da yoksa en yaşlı damadın" geçeceği şeklinde bir kanun çıkarsalar...
Kim karışacak?..
Sen mi?..
Ben mi?..
Onlardan biri mi?..
Sevgili Yavuz;
Eğer ortada bir askeri darbe teşebbüsü varsa altından girip üstünden çıksınlar…
Eğer ortada bir çete varsa, anasını bellesinler…
Ama bir dakika…
Tam da bir YAŞ öncesi, geleceğin kuvvet komutanlarının önünü kesmek için saçma bir “kovuşturma” başlatıp, tutuklamaları genişletmesinler…
Buna kimseyi ikna edemezler…
Diyeceksin ki:
“Neden böyle bir şey yapsınlar?”
Ben de sana sorarım:
“Neden yapmasınlar?”
20 LİRA İÇİN ADAM ÖLDÜRÜLEN BİR ÜLKEDE YAŞIYORUZ...
Sevgili Yavuz;
Bu ülkede 20 lira için çok rahat adam öldürüldüğünü düşünürsen yıllık 200 milyar doları aşan bütçeyi ele geçirmek, 700 milyar dolarlık milli geliri yönetmek ve yönlendirmek için neler yapılmaz…
Paşaymış da, 35 senesini orduya vermişmiş de…
Kuvvet komutanı ve hatta genelkurmay başkanı olacakken yolları kesilmişmiş de…
Emeklerine yazık değil miymiş falan filan da....
Kimim umurunda Yavuz, kimin umurunda?..
Çünkü o dediğin kişiler bugün iktidar için tehlike oluşturmasalar bile gelecekte ne yapacakları belli olur mu?..
O halde?..
Bellerine bellerine vuracaklar…
Tam da YAŞ’a gidilirken emrindeki Adalet Bakanı’nı çağırıp; “önümüzdeki yıllarda kuvvet komutanı olması muhtemel bu paşaların yolunu kes kardeşim” diye emredecekler…
Onlar da “emredersiniz” deyip yanlarından çıkacak ve kendi müsteşarını çağırıp:
“önümüzdeki yıllarda kuvvet komutanı olması muhtemel bu paşaların yolunu kes kardeşim” diye emir devri yapacak…
Keşke bunu böylesine kırıcı yapacaklarına YAŞ'ta yapabilseydiler...
Başbakan ve Cumhurbaşkanı imzalamazsa kim terfi edebilir ki?..
Ne yazık ki içlerinde bir Turgut Özal daha yok, olamaz da...
Çünkü Özal gibi samimi değiller...
Çünkü Özal orduyu yıpratmak değil, demokrasiye uydurmak, sivil iktidara itaat ettirmek için siyaset yapıyordu...
Bunlar öyle değil...
Bunlar TSK'yı ve Yargı'yı önce yok etmek, yerine yenilerini (kendilerine ait olanı) kurmak için siyaset yapıyorlar...
GİT DERDİNİ MARKO PAŞA'YA ANLAT!..
Peki nasıl olacak bu sevgili Yavuz?..
Silâhlı Kuvvetler Personel Kanunu'nun 65. maddesini kullanarak…
Daha önceden tasarlanmış ve düzenlenmiş belgeler devreye sokulacak…
Şüpheliler diledikleri kadar itiraz edip, “bu belgeler benim el ürünüm değil” diye bağırsınlar…
Kim dinler?..
65. Madde açık…
Hakkında ceza istemi beş yılı geçen ağır cezalık yargılama varsa o subay terfi alamaz…
Git derdini, Marko Paşa’ya anlat!...
İşte ben bu noktada hukuka saygılı bir yurttaş olarak şu soruyu sormak zorundayım:
“Ya yargılama sonunda o subaylar beraat ederse?..”
Ya da yerel mahkeme cezaya hükmetse bile o karar Yargıtay tarafından bozulursa?.
Biliyorum ki senin terbiyen “sana ne?” sorusuna engel olur ama o terbiyeden yoksunların yönettiği bir ülkenin vatandaşıysam ne olacak?..
Söyleyeyim...
“Pardon” bile demeden yollarına devam edeceklerdir…
Zaten mahkeme bitinceye kadar yargılanan subayın yaşı yetmişi bulur…
48 yaşındaki Nazım’ın askere alınması için emir veren Menderes’in Savunma Bakanı gibi, paşaları da 70 yaşından sonra göreve döndürecek değiller ya?..
Ama şunu diyebilirsin:
“Ya yerel mahkemenin vereceği ceza kararı kesinleşirse?”
Olabilir…
Mahkûmiyet çıkmayacağını hiç kimse garanti edemez ancak...
Bu olasılık, bir gece bekçisinin bile kolundan tutup karakola getirebildiği bu emekli ya da muvazzaf paşaların önce kariyerlerini yerle bir edip sonra tutuklayarak 5 ay ileri bir tarihe duruşma günü vermeyi gerektirmez...
Bu karara kargalar bile isyan eder…
REFERANDUMDA "EVET" OYU VERECEĞİM
Ve son söz sevgili Yavuz...
Herşeye rağmen, referandumda "Evet" oyu vereceğim...
Hem de AM ve HSYK ile ilgili iki maddenin reform değil, iki kurumun siyasal İslâm tarafından ele geçirilip, kasabalı boşanma avukatlarının emrine verilme amaçlı olduğunu bile bile...
Çünkü...
Bütün bunlara rağmen, Ak Parti Hükümetinin ve teşkilâtlarının rejimi değiştireceklerinden korkmuyorum...
Neden mi?..
Bu orduyu sadece teğmenler ve assubaylarla yönetecek hale gelseler bile yine de başaramayacakları için korkmuyorum...
Sevgi ile gözlerinden öperim sevgili kardeşim
Adnan Berk Okan
adnanberkokan@gmail.com