Yavuz Baydar da sütten çıkmış ak kaşık değil hani...

Baydar’ın New York Times’ta yayımlanan makalesini okumaya başlar başlamaz aynaya koşup kendimi fırçaladım…

ADNAN BERK OKAN

 

Ertuğrul Özkök, “köşeler babalarımızın malı değildir” dediğinde en içten desteği benden almıştı…

Çünkü…


Biliyor musunuz?..

 Bundan bir ay kadar önce eğer kendi kendime zorunlu izin vermeseydim, Hadi Özışık’a beni kovması için altın varaklı davetiye gönderecektim…

Ya da “kov beni, kov beni!” diye şımarıkça bir manevi baskı uygulayacaktım…
En iyisi patronumu da zor durumda bırakmadan bir süre sinirlerimi dinlendirmek; kafamla baş başa kalıp daha akıllı ve akılcı düşünmekti…
Öyle yaptım…
Hadi de beni, hem de haklı olarak kovup vicdan azabı çekmekten kurtuldu…

Keşke Baydar o yazıyı New York Times’a göndermeden önce genel yayın yönetmeni ile istişare etseydi…
Ayıp olmazdı…
Aksine…
Akılcılık etmiş olurdu…
Ya da…
Keşke birkaç haftalık izin kullansaydı…
Unutmayınız ki;
Tarihin en değerli mektuplarından biri ABD’nin efsane başkanlarından Lincoln’ün, iç savaş sırasında Potamac Ordusu Komutanı General George Meade’e yazdığı ama göndermediği mektuptur…
Zira o anlık heyecanla yazdığı mektup cephedeki General George Meade’e ulaşsaydı, Kuzeyliler savaşı büyük ihtimalle yine kazanacaklardı ama iç savaş belki de hiç bitmeyecekti…
 

Yazarlar o köşeleri para verip kiralamıyor; o köşelerde yazmak için “para alıyorlardı”…

Ve…

O köşelerin bulunduğu gazeteler her şeyden önce birer “ticari emtia” idi…

Yani…

Patronaj; belirli ilkelerle ayakta durabilmek için o belirli ilkelere uyulmasını istemek hakkına sahipti…

Yani...

Bugün de o fikrim değişmiş değil...

Yani...

Kimilerinin çok kızacaklarını biliyorum ama itiraf etmeliyim ki kovmaların gerekçesi sağlamsa itirazı olmayanlardanım…

Hatırlayacaksınız…

Hasan Cemal’in kovdurulma (evet, “kovdurulma”) biçimini de, kendisini “kovdurmak” için gösterdiği “azami gayret”i de eleştirmiştim…

Sözü Yavuz Baydar’a getireceğim…

 

Ey güzel insanlar!

New York Times’da makalesi yayımlandığında sevinmiş, alkışlamıştım…

İçimizden biri, New York Times’da dünya kamuoyuna seslenmek imkânı bulmuştu..

Bu az şey miydi?..

Ama…

İtiraf ediyorum ki o makalenin bütününü okumamıştım…

Sadece ve beni etkileşmişti de…

İçinde hakaret yoktu…

Sadece ve sadece dürüst ve samimi bir eleştiri vardı…

Ama…

Bugün Hürriyet Gazetesi Okur Temsilcisi Faruk Bildirici ve Milliyet Gazetesi Okur Temsilcisi Belma Akçura’nın, Yavuz Baydar'a destek mahiyetli yazılarının arkasında "Başbakan Erdoğan'a çakma" kötü niyetliliğini gördükten sonra New York Times’ta yayımlanan makalenin tamamını bulup baştan sona ve dikkatlice kıraat ettim…


Erdoğan aleyhtarı 


Today's Zaman
’ın genel yayın yönetmeni Bülent Keneş, Baydar’ın Sabah’tan kovulmasını(!) uluslar arası arenaya taşıyıp Sabah’ı mahkûm ettireceklerini bile düşünüyor…
Aklım almıyor…
Sanırsınız ki Tamer Korkmaz’ı kendileri kovmadılar Zaman’dan…
Ya da Ergun Babahan’ı kafası iyi ama morali bozukken attığı bir twit yüzünden Star’dan kovduran kendileri değildi…
Ve bir başka anlayamadığım konu da şu…

Zaman hariç bütün medya patronlarının kirli işler yaptığını iddia eden Yavuz Baydar, yazdığı yabancı gazetelerden birinin “Hanefi Avcı hakkında verilen 15 yıl ağır hapis cezasına yönelik eleştirel bir yazı” talebini ise “o konuda yazamam” diye geri çevirmedi mi?..
Yani, Hanefi Avcı’nın niçin hapiste olduğunu bilmeyenimiz var mı?..
Ne yani?..
Yoksa “Avcı’yı da Erdoğan hapsettirdi” mi diyeceksiniz?..
E vallahi pes yani…
Gerçekten ayıp oluyor…
Hem de çok ayıp oluyor…
Son on yılda ekonomi alanında KOÇ Holding’den daha büyük oranlı gelişim yaşayan, siyasi ve sosyal her konuda daha önceleri rüyalarında göremedikleri özgürlüğü Erdoğan’ın başında bulunduğu hükümetler döneminde elde edenlerin bunu Başbakan Erdoğan’a borçlu olduklarını unutup “nankörlük” etmeleri ne fena!..
Yani…
Baydar'a göre kendi patronu Ahmet Çalık da  “Kirli ittifaklar” kuruyor ama Zaman kurmuyor
Son on yılda (Erdoğan Hükümeti) döneminde; daha önceki gazetecilik hayatı boyunca kazandığından çok daha fazla para kazanan Baydar nasıl oldu da birden böylesine Erdoğan aleyhtarı oldu aklım almıyor…
 

Baydar’ın New York Times’ta yayımlanan makalesini okumaya başlar başlamaz aynaya koşup kendimi fırçaladım…

Neden mi?..

Çünkü Baydar'ı alkışlamakla sadece “acelecilik” değil “hıyarlık” da etmiştim…

Çünkü Baydar o makalesinin daha girişinde, içinde kendi patronu da olan (Zaman Gurubu hariç) bütün medya patronlarına “hakaret” ederek başlamıştı..

Şuraya bakar mısınız?..

“Türkiye’deki büyük medya holdinglerinin basın özgürlüğünü ayaklar altına almadaki utanç verici rollerini gözler önüne serdi.”

 Dikkat!...


"Büyük medya holdingleri..."

Holding
gazetesi olmayan sadece Zaman var...

Yani; Baydar; Zaman'ı eleştirilerinin dışında tutuyor...

Yani; Baydar'a göre kendi patronu Ahmet Çalık da utanç verici rol oynayanlardan biri ama Zaman tertemiz... 

Bakın, aşağıdaki suçlamaları da Baydar’ın New York Times’da yayımlanan makalesinden alıntıladım:

“Hükümetler ve medya şirketleri arasındaki kirli ittifaklar, kapalı kapılar ardında gizli kapaklı el sıkışmalar…..”

Şuraya bakar mısınız?..

“Kirli ittifaklar”…

“Kapalı kapılar ardında gizli kapaklı el sıkışmalar…..”

                        *     *     *

Yahu kardeşim; madem bu “kirli ittifaklar”dan ve “kapalı kapılar ardında gizli kapaklı el sıkışmalar”dan bu kadar eminsin, ne işin var o gazetede?..

Gece “otel” diye geldiği binanın sabah “genelev” olduğunu öğrenen namuslu kadının genelevde kalmaya devam etmesi gibi bir şey yani…

İş tutmasa bile o evde yaşamak bir kadın için “yanlış” değil mi?..

Hem patronunun “kirli” olduğunu bileceksin…

Hem patronunun kapalı kapılar ardında gizli kapaklı el sıkışarak sizlerin köşelerini sattığından, en azından pazarladığından haberin olacak…

Ama hem de o kirli kurumdan bir çuval maaş alıp keyfine bakacaksın…

Yok yaaaa?..

Yahu senin yaptığın, patronun (eğer iddiaların doğruysa) yaptığından çok daha onursuzca ya…

Hiç olmazsa patronun “işadamı”…

Yani sahibi olduğu kurum kâr ettiği sürece ayakta kalacak…

Yani…


Yazarlar batırmış

 Cumhuriyet dönemi medya patronlarından en etkin olanlarından birinden; AKŞAM Gazetesi’nin eski sahiplerinden Malik Yolaç’tan kısa bir anekdot:
“Beni köşe yazarlarım batırdı”…
Kemal Ilıcak merhum da Tercüman’ın batışının ilk sorumlularından birinin karısı Nazlı Ilıcak ve birkaç yazar olduğunu her yerde söylüyordu…

 

İşinin gereği bazen yasaları delmeden cingözlük de yaparsa hoşgörülebilir…

Peki ya sen?..

Senin işin, senin görevin, senin sorumluluğun ne?..

Basın özgürlüğünü ayaklar altına almada utanç verici rol üstlenen; kirli ittifaklar kuran, kapalı kapılar ardında gizli kapaklı el sıkışmalarla sizin köşelerinizi satan bir patronun yanında keyif çatmak mı?..

Sonra da başka bir yerlerden (Zaman’dan mı acaba?) “ışık” alıp, Zaman hariç bütün patronları (kendi patronunu da) dünya kamuoyuna şikâyet etmek mi?..

 

Yani ey güzel insanlar!..

 Baydar tabii ki keşke kovulmasaydı…

Çünkü…

Keşke New York Times’daki o makaleyi yazıp göndermeden önce istifa etseydi…

Ve ben de “keşke” ilk önce, Yavuz Baydar’ın o, kendi patronunu “aşağılayan” ve hatta “kirli kumpaslar kuran” bir “medya patronu” olarak tanımlayan makalesini baştan sona okumadan alkışlamasaydım Onu…

Ya da…

Keşke önce Yavuz Baydar’ın o makalesindeki ayıbı yazsaydım…

Keşke; kovma, kovulma, kovdurulma (medyamızdan) tamamen kaldırılsa…

Keşke bunun için köşe yazarlarıyla – gazete yönetimi arasında bir sözleşme yapılsa…

 

Patron parasıyla…

 Ey mesleği, kendilerine tahsis edilen köşelerde “Yazarlık” yapmak olanlar…

Eğer beni de meslektaşlarınızdan biri olarak kabul ederseniz gelin hep birlikte kendimize şu soruyu soralım:

Bizler acaba kendimizi köşe yazarlığının ötesinde “Köşe Tanrısı” olarak mı görüyoruz ne?..

Öyle bir egomuz var ki…

Üstüne bir de “kucak dolusu” para aldığımız o köşelerde Yavuz Baydar’ın yaptığı gibi patronlarımıza bile sallıyoruz…

Ayıp oluyor be ustalar!..

Hem de çok ayıp oluyor…

Baydar’ı da o ayıbı yapanlardan biri olduğu için eleştirdim ya…

New York Times’da yayımlanan makalesinin içinden medya patronlarına yaptığı hakaretleri ve suçlamaları çıkarın inanın hem sorun çıkmayacaktı hem de makale çok daha inandırıcı ve “düzeyli” olacaktı…

Demek istemem o ki…

Evet; özgür olmalıyız…

Bağımsızlığımızı korumalıyız…

Ama özgürlüğümüzü korumak isteyişimiz “taraflardan birine bağımlı olma hürriyeti” olmamalı…

Kabadayılık yapmak, birilerine (hatta kendi patronumuza) küfür ve hakaret etmek kolay…

Hiçbir kültürel derinlik ve entelektüellik gerektirmiyor…

Ama be arkadaşlar!..

Eleştiri sınırları ötesinde “hakaret” etmek de “özgürlük” olamaz yani…

Yok böyle bir özgürlük efendiler!..

“Ben yaparım” diyorsanız yok öyle; hem yirmi beş kuruş hem şoför mahalli…

Hem elim günahta hem canım cennette…

Patronun parasıyla cumbalı odaya girmek yok yani…