Yasin Aktay, cinayetin yıl dönümünde arkadaşı Cemal Kaşıkçı'yı anlattı

Bundan tam bir yıl önce gazeteci Cemal Kaşıkçı, Suudi Arabistan İstanbul Başkonsolosluğu binasında öldürülmüştü. Siyasi bir krize dönüşlen cinayet, Suudiler ve ABD'liler tarafından karartılmaya çalışılsa da uluslararası kamuoyu Cemal Kaşıkçı'ya sahip çıkmıştı. Yasin Aktay, ölümünün yıl dönümünde yakın arkadaşı Cemal Kaşıkçı'yı yazdı.

Objektif ve dürüst gazeteceiliğin bedelini canıyla ödedi Cemal Kaşıkçı...

Bundan tam bir yıl önce pasaport ve nikah belgeleri işlemi için gittiği Suudi Arabistan İstanbul Başkonsolosluğu binasından bir daha çıkamadı. 

Cansız bebeninin parçalandığı, asitle eritildiği, asit kuyusuna atıldığı gibi iddialar korkunç cinayeti ortaya sererken Suudi Arabistan Prensi Selman da bu cinayet dolayısıyla siyasi olarak köşeye sıkışmıştı. 

Uluslararası kamuoyu Cemal Kaşıkçı'ya sahip çıksa da cinayetin halen aydınlatılamamış olması bir gazetecinin yok edilmesinin devletler nezdinde bir hiç hükmünde olduğunu gösteriyor. 

Türkiye'nin büyük uğraşlar verdiği cinayetin aydınlatılması için tam bir yıldır çaba gösteriliyor. 

İşte bu bir yıllık süreci yakın arkadaşı Cemal Kaşıkçı'yı yazan Yasin Aktay'a kulak verelim...

Tam bir yıl önce bugün yaşanan cinayet, aslında, dünyada her gün yaşanmakta olan yüzlerce, binlerce cinayetten sadece biriydi. Bir insanın haksız yere, gaddarca, vahşice öldürülmesi dersek. Her cinayet kendi içinde gaddarca, zalimce, vahşice değil midir?Bir insanı öldürmek bütün insanlığı öldürmek gibi değil midir?

Her cinayet aslında bütün insanlığa karşı işlenmiş bir suçtur ve kendi kötülüğünü kendi içinde yeterince taşır.

Çok cinayet işlenmesi, işlenen cinayetleri çok duymamız, çok şahit olmamız bizde cinayetlere karşı bir kayıtsızlık oluşturuyor, onları adeta normalleştirmemize yol açıyor. Merhamet de böyle böyle köreliyor.

Kim demiş günümüzün medya düzeninin daha fazla duyarlılık oluşturduğunu? Oluşan duyarlılıklar kısa süre içinde etkisini gösterse de bir saman alevi gibi sönüp gidiyor, geriye unutmak kalıyor. Hele bu olaylar artarda yaşandığı ölçüde oluşturduğu tehlikeli alışkanlık, kötülüğün normalleşmesini, cinayetin bile sıradanlaşmasını sağlıyor.

Doğrudur, Kaşıkçı cinayeti, insanoğlunun, belli bir alçalma seviyesinde işleme istidadına sahip olabildiği cinayetlerden bir cinayet. Ancak bütün cinayetler arasında bir Kabil’in Habil’i öldürmesini ayırt ediyoruz, bütün insanlığın ölümü gibi bir cinayet olarak.

Bir Yezid’in Hz. Hüseyin’i katledişini ayırt ediyoruz, bir trajedi olarak, bir büyük acı olarak, ondan sonraki bütün İslam nesillerinin zihnine kazınmış bir Kerbela olarak... Ondan sonra işlenen bütün cinayetlerin cürmünde payı olan bir cinayet olarak, bütün İslam milletinin tarihine ekilmiş bir büyük fitne olarak…

Kaşıkçı cinayeti de bu türden bir cinayet işte. Bütün insanlığın tecessüm ettiği bir bedene karşı işlenmiş bir cürümle, insanlığa karşı işlenmiş bir cinayet. Katillerini lanetleyen, insanlık düzeyinde maktulüne üstün mertebeler kazandıran bir cinayet. Çağımızın Kerbelası.

2 Ekim günü yeni bir hayat kurmaya çalışan bir insan, kendi ülkesinin konsolosluğuna güvenerek girdiğinde başına gelecekleri bilemedi Kaşıkçı. Güvenmemesi için bir sebep görmediği için güvendi ve kendini bütün varlığıyla ülkesinin vaat ettiği güvenliğe teslim etti. Kapıdan girerken güvenlik tarafından üstünde, içerdekilerin güvenliğini tehdit edebilecek herhangi bir cisim taşıyıp taşımadığı kontrol edilmek üzere arandı. Onu acımasızca katledecek olan 15 caniye karşı kendini savunmak üzere bile kullanabileceği hiçbir silahı olmadığı böylece temin edilmiş oldu.

Kaşıkçı içeriye girdiğinde kendisini karşılamaya gelmiş katilleriyle ilk karşılaşmasında başına gelebilecekleri tahmin etmiş. Gelenler onu kaçırmaya gelmemişti, onu ikna etmek için fazla bir mesai harcamamış olmalarından bu çok net görünüyor. Bütün eylem önceden onu öldürmek üzere planlanmış. Onu öldürmek, parçalamak ve konsolosluktan paramparça olarak çıkarmak üzere yapılmış bir plan var, bu çok açık. Oracıkta verilmiş bir karar yok. Oracıkta böyle bir karar verip bu kararı bu kadar organize uygulamaya sokacak ne vakit ne de yetki var.

Gelenler tam yetkiyle gelmişler, o da çok net.Dışişleri bakanlığından emir alan bir konsolosluğun bütün yetkilerini devre dışı bırakacak ve bir cinayeti o alanda işlemeye göz yummasını hatta yardımcı olmasını sağlayacak kadar yüksek bir mevkiden gelen bir yetki var.

Hiçbir şey bilmesek bile bu yetkinin Dışişleri Bakanı’ndan bile daha büyük bir yetki-otorite olduğunu görebiliriz. Ne o 15 kişinin ne konsolosun ne de onları görevlendiren ve “veliyülahdin izni olmaksızın tuvalete bile gidemem” sözü yakınlarda kayıtlara geçmiş olan Kahtani’nin veya Asiri’nin tek başına bu kararı vermesi de hiçbir akla ve mantığa sığmaz.

Zaten mantığa sığmayan bu hikayeyi yanlışlayan ve aksini gösteren çok daha sağlam veriler de var elde. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı henüz son sözünü söylemiş değil. Kahtani ve Asiri’ye yakalama çıkarmış olan Başsavcılık ötesine de gider mi? Göreceğiz.

Türkiye olarak bu cinayet karşısında hiçbir hesabiliğe kapılmadan “adalet” dedik ve “sadece adalet” dedik. Bu işe yaklaşım tarzı itibariyle olabilecek en ilkesel duruşu sergiledik. Sayın Cumhurbaşkanımızın bu konudaki tavrı, olayı siyasi değil hukuki çerçevede ele alan yaklaşımı, bütün dünyada büyük bir takdirle karşılandı.

Kaşıkçı cinayeti kısa süre içinde sembolleşen yanıyla aslında çağımızda işlenmekte olan bu türden cinayetlerin canilerinin sömürmekte olduğu iktidarları, ayrıcalıkları ve entrikaları da ifşa etmiş oldu. Artık Kaşıkçı cinayetini konuşmak dünyamızda süregiden bir kirli düzeni konuşmak anlamına da geliyor. Suriye’de, Myanmar’da, Yemen’de, Libya’da, Mısır’da, Keşmir’de masum insanları öldüren dünya Kaşıkçı’yı öldüren dünyanın ta kendisi veya tersi.

Malum, Kaşıkçı başına bir şey geldiğinde haber verilmek üzere benim ismimi vermişti. Bana haber verildiğinde o çoktan şehit olmuştu. O yüzden onun bu sözünü uğruna kavga verdiği davayı gütmek üzere bir vasiyet olarak telakki ettim. Ne yazdıysam, ne yaptıysam ve ne söylediysem bu vasiyet adına oldu, olmaya da devam edecek.