Yasak, korumak ve yıkmak...
Fetihten sonra Müslümanların ibadet yeri yapılan Ayasofya'daki freskler, üzerleri sıvandığı (görülmesi yasaklandığı) için 500 yıl korunabilmiş,
ADNAN BERK
OKAN
Ertuğrul Özkök mutlaka samimidir bugünü yazdıklarında...
Bilirim ki geçtiğimiz günlerde kendisine "Ruhunuzu kaça sattınız?" diyen üniversite öğrencisi genç kıza öfkelenmemiştir...
Çünkü ve yine biliriz ki (evet, hepimiz biliriz) Ertuğrul, kendisine "ruhunuzu kaça sattınız?" diye "kin" kusan kızımızın sorusundan çok daha ağırlarına muhatap olmuştur...
Hayat böyle bir şey işte...
Ya yer seviyesinden daha alçak bir düzeyde (gözlerden ırak) yaşayıp kimseye "hedef" olmayacaksınız...
Ya da eğer çıkmışsanız gökyüzüne, her kurşuna "nişan tahtası" olmayı kabul edeceksiniz...
Ben ne Ertuğrul'u savunmak istiyorum, ne de genç kızımıza "ayıp ettin" demek...
Ne, "Ertuğrul da hak etmişti ama birader" diyebilecek kadar kırgınım dostuma, ne de genç kızımızın yaptığı sözlü saldırıyı hoşgörecek kadar Liberal...
Çünkü bir insanın ruhunu sattığı iddiası asla "aman da ne güzel söz etti kızımız" diye kabullenilemeyecek ölçüde "densiz, dengesiz" ve elbette "haksız"dır...
ZAMAN'da Nedim Hazar daha da ileri gitmiş...
Özkök'ün ruhunu kaça sattığını bile bildiğini ..
Kendisine yakıştıramadım...
Eğer gerçekten o bedeli biliyorsa, Ertuğrul'un ruhunu kimin satın aldığını da biliyor demektir ki; bunun somut belgelerini ortaya koyamadığı sürece dinimizin en büyük günahlarından biri olan "dediodu" vebalini yüklenmiş sayılır...
Biliyor musunuz?..
Ertuğrul'la ben yaşam felsefesi olarak neredeyse "ikiz kardeş" gibiyizdir...
Bunda mutlaka Bulgaristan/Kırcali (aslında Avrupa) havasının genlerimize yüklediği yazılımın da rolü vardır..
Bizim Ertuğrul'la anlaşamadığımız tek nokta Aydın Doğan'dır...
O, patronunu çok fazla (geretiğinden de çok) severken benim ise Aydın Doğan'ı göresi gizüm yoktur...
Başörtüsü veya türban konusunda da, laiklik anlayışındaki "dinleştirme"de de, yasakların tahrik edici şehvetinde de ve daha birçok inanç konusunda aynı şeyleri düşünürüz Ertuğrul'la...
Bilhassa inanç ve düşünce konusunda getirilmiş "yasaklar" benim de O'nun da en tilt olduğumuz "sınırlamalar"dır..
Aslında "Yasak = Korumak"tır da...
Yani bir bakıma savunulması gerektir..
Ama...
Neyi korumak?..
Nasıl korumak?..
Kim/ler/den korumak?..
Öyle yasaklar vardır ki bazen kendi inançlarınızı muhafaza etmek, başka inançların etkinliğini yıkmak için uygularsınız...
Bunlardan "en tarihi" olanı Ayasofya'nın tavanındaki fresklerin, camiye dönüştürüldükten sonra sıvayla örtülmesidir...
Yani...
Fetihten sonra Müslümanların ibadet yeri yapılan Ayasofya'daki freskler, üzerleri sıvandığı (görülmesi yasaklandığı) için 500 yıl korunabilmiş, sıvalar dökülünce (yasak kalkınca) bütün ihtişamıyla ortaya çıkmıştır...
Yani "yasak" aslında "görülmesi istenmeyen" şeyleri orumuştur...
"Başörtüsü" ya da "türban" ne derseniz deyin 12 Eylül 1980'den itibaren yasaklanınca, (üzerine sıva atılınca) aslında nasıl da korunmuş olduğunu gördük...
Bugün artık başörtüsünü yasaklamanın pratikte hiçbir anlamı yoktur, zararı çoktur...
O halde Ertuğrul'un da dediği gibi; “Beyaz Türkler (ben bu kısma ayrıca bir de "Avrupalı Türkler" sıfatını ekliyorum), demokrasinin beşiği olan, aile içi demokrasiden gelirler. O nedenle toplumun bütün sorunlarının demokratik biçimde çözülmesinden yanadırlar.”
Evet arkadaşlar...
Bakın işte bir taşla kaç kuş birden vurdum...
Hem, Özkök'e "ruhunuzu kaç paraya sattınız?" diye sorarak kabalık eden kızımızla ilgili görüşlerimi aktardım...
Hem "ruhunu kaça sattığını biliyorum" diyen Nedim Hazar kardeşim'e "sana yakışmadı" mesajını gönderdim...
Ham yasaklar - korumacılık ve yıkmak hakkında kişisel görüşümü serdettim...
Ve hem de...
Eski ve fakat eskimeyen dostum Ertuğrul'la nasıl da "aynı" düşündüğümüzü ilân ettim...
adnanberkokan@gmail.com
Ertuğrul Özkök mutlaka samimidir bugünü yazdıklarında...
Bilirim ki geçtiğimiz günlerde kendisine "Ruhunuzu kaça sattınız?" diyen üniversite öğrencisi genç kıza öfkelenmemiştir...
Çünkü ve yine biliriz ki (evet, hepimiz biliriz) Ertuğrul, kendisine "ruhunuzu kaça sattınız?" diye "kin" kusan kızımızın sorusundan çok daha ağırlarına muhatap olmuştur...
Hayat böyle bir şey işte...
Ya yer seviyesinden daha alçak bir düzeyde (gözlerden ırak) yaşayıp kimseye "hedef" olmayacaksınız...
Ya da eğer çıkmışsanız gökyüzüne, her kurşuna "nişan tahtası" olmayı kabul edeceksiniz...
Ben ne Ertuğrul'u savunmak istiyorum, ne de genç kızımıza "ayıp ettin" demek...
Ne, "Ertuğrul da hak etmişti ama birader" diyebilecek kadar kırgınım dostuma, ne de genç kızımızın yaptığı sözlü saldırıyı hoşgörecek kadar Liberal...
Çünkü bir insanın ruhunu sattığı iddiası asla "aman da ne güzel söz etti kızımız" diye kabullenilemeyecek ölçüde "densiz, dengesiz" ve elbette "haksız"dır...
ZAMAN'da Nedim Hazar daha da ileri gitmiş...
Özkök'ün ruhunu kaça sattığını bile bildiğini ..
Kendisine yakıştıramadım...
Eğer gerçekten o bedeli biliyorsa, Ertuğrul'un ruhunu kimin satın aldığını da biliyor demektir ki; bunun somut belgelerini ortaya koyamadığı sürece dinimizin en büyük günahlarından biri olan "dediodu" vebalini yüklenmiş sayılır...
Biliyor musunuz?..
Ertuğrul'la ben yaşam felsefesi olarak neredeyse "ikiz kardeş" gibiyizdir...
Bunda mutlaka Bulgaristan/Kırcali (aslında Avrupa) havasının genlerimize yüklediği yazılımın da rolü vardır..
Bizim Ertuğrul'la anlaşamadığımız tek nokta Aydın Doğan'dır...
O, patronunu çok fazla (geretiğinden de çok) severken benim ise Aydın Doğan'ı göresi gizüm yoktur...
Başörtüsü veya türban konusunda da, laiklik anlayışındaki "dinleştirme"de de, yasakların tahrik edici şehvetinde de ve daha birçok inanç konusunda aynı şeyleri düşünürüz Ertuğrul'la...
Bilhassa inanç ve düşünce konusunda getirilmiş "yasaklar" benim de O'nun da en tilt olduğumuz "sınırlamalar"dır..
Aslında "Yasak = Korumak"tır da...
Yani bir bakıma savunulması gerektir..
Ama...
Neyi korumak?..
Nasıl korumak?..
Kim/ler/den korumak?..
Öyle yasaklar vardır ki bazen kendi inançlarınızı muhafaza etmek, başka inançların etkinliğini yıkmak için uygularsınız...
Bunlardan "en tarihi" olanı Ayasofya'nın tavanındaki fresklerin, camiye dönüştürüldükten sonra sıvayla örtülmesidir...
Yani...
Fetihten sonra Müslümanların ibadet yeri yapılan Ayasofya'daki freskler, üzerleri sıvandığı (görülmesi yasaklandığı) için 500 yıl korunabilmiş, sıvalar dökülünce (yasak kalkınca) bütün ihtişamıyla ortaya çıkmıştır...
Yani "yasak" aslında "görülmesi istenmeyen" şeyleri orumuştur...
"Başörtüsü" ya da "türban" ne derseniz deyin 12 Eylül 1980'den itibaren yasaklanınca, (üzerine sıva atılınca) aslında nasıl da korunmuş olduğunu gördük...
Bugün artık başörtüsünü yasaklamanın pratikte hiçbir anlamı yoktur, zararı çoktur...
O halde Ertuğrul'un da dediği gibi; “Beyaz Türkler (ben bu kısma ayrıca bir de "Avrupalı Türkler" sıfatını ekliyorum), demokrasinin beşiği olan, aile içi demokrasiden gelirler. O nedenle toplumun bütün sorunlarının demokratik biçimde çözülmesinden yanadırlar.”
Evet arkadaşlar...
Bakın işte bir taşla kaç kuş birden vurdum...
Hem, Özkök'e "ruhunuzu kaç paraya sattınız?" diye sorarak kabalık eden kızımızla ilgili görüşlerimi aktardım...
Hem "ruhunu kaça sattığını biliyorum" diyen Nedim Hazar kardeşim'e "sana yakışmadı" mesajını gönderdim...
Ham yasaklar - korumacılık ve yıkmak hakkında kişisel görüşümü serdettim...
Ve hem de...
Eski ve fakat eskimeyen dostum Ertuğrul'la nasıl da "aynı" düşündüğümüzü ilân ettim...
adnanberkokan@gmail.com