Yapmayın sevgili Ragıp Hocam; etmeyin, eylemeyin!..

Türkiye’nin en saygın gazetecilerinden ve iletişim öğretmenlerinden biri söylerse, “çok tehlikeli” bulurum…

ADNAN BERK OKAN

Benim kuşağım hatırlayacaktır…
İlkokul Hayat Bilgisi
kitaplarımızda bir öykü vardı…
Adı “Külbastı yiyen küheylan”dı…
Bir kez daha hatırlayalım...

Bir yolcu, soğuk bir kış günü geldiği kervansarayda gürül gürül yanan sobanın çevresinin daha önceden vasıl olmuş konuklar tarafından çevrildiğini görür.
“Selamün aleyküm”
deyip, sıcak sobadan nasibini almayan bir sedire ilişir. Sonra da hancıya, “bana ve ahırdaki küheylânıma birer külbastı yap” der…
Sobayı sarmış konuklar başlarını çevirip, atına külbastı ısmarlayan yeni misafire hayretle bakarlar.
“Külbastı yiyen küheylân”
olduğunu ilk defa duymaktadırlar…
Az sonra hancı yeni misafirin külbastısını servis eder. Diğer elinde, içinde külbastı duran kalaylı kap olduğu halde kapıya doğru yönelir…
Sobanın etrafı bir anda boşalır…
Çünkü hâzirun, atın külbastıyı nasıl olup da yiyeceğini merak etmiş, hancının ardından ahıra koşmuştur…
Az sonra geri döndüklerinde hepsinin yüzü asıktır…
İçlerinden biri sobanın yanına tek başına kurulmuş yeni misafire bakar, azarlar gibi konuşur:
“Yahu hani senin küheylân külbastı yiyordu?.. Hancı tabağı önüne koyduğunda senin küheylân eti koklamadı bile”
Küheylânın sahibi, kendisini azarlayan adama bakmadan ellerini sobanın kızarmış dökümüne uzatıp ovuşturur:
“Ben size küheylânımın külbastı yediğini söylemedim, sadece ona külbastı ısmarladım... Hem eğer sizi merak ettirmeseydim bana hiçbiriniz şu sıcak sobanın yanında yer vermezdiniz?”


Öykü, fazla merakın hiç de iyi bir şey olmadığını göstermekteydi…

Şimdi sözü CNNTÜRK’te Şirin Payzın’ın modere ettiği programa getireceğim...
Ragıp Duran, Derya Sazak, Doğan Akın ve İsmail Küçükkaya, Şirin Payzın'ın konuklarıydı.
Zaman zaman İsmail ile Doğan arasındaki gerilim hariç çok düzeyli, kavgasız gürültüsüz bir programdı.
Ancak...
Konuşmalarını dikkatle dinlediğim konukların WikiLeaks'i çok ciddiye alışlarına, artık "WikiLeaks'tan önce, WikiLeaks'tan sonra" diye yeni bir tarihi dönemin başlayacağına ilişkin tespitlerine katılmıyorum...

Neyse...
Asıl anlatmak istediğim başka...
Sevgili Ragıp Duran’ın, “Dedikodudan haber çıkar” deyişine takıldım ben…
Bunu sıradan biri söyleseydi hiç ciddiye almazdım…
Ama Türkiye’nin en saygın gazetecilerinden ve iletişim öğretmenlerinden biri söylerse, “çok tehlikeli” bulurum…
Hem de çok tehlikeli
Eğer dedikodudan haber çıkarma gayreti başlarsa, gazetecilik belgeli habercilikten uzaklaşır…
Güçlülerin fısıltıları, dedikoduları “bilgi” olarak yayılır ortalığa ki; bundan daha tehlikeli bir şey düşünemiyorum…
Zaten dedikodulara inanmak gibi bir zafiyeti olan bizim gibi ülkelerin halkları kolayca inanırlar her yalana…
Yani, “et değil ot yiyen bir canlı” olan küheylânın nasıl olup da et yiyeceğini görmek için sıcacık sobanın yanını boşaltan bir genetik yapımız var bizim…

 Nitekim benim TARAF’a dünkü analizde yönelttiğim eleştirinin temel sebebi, hiçbir belgeye dayanmayan, daha önce Türkiye’de de fısıltı gazetesi tarafından yayılmaya çalışılan bir dedikoduyu, “belgeliymiş” gibi gazetenin birinci sayfa manşetinden okurlarına duyurmasıdır…

Bu arada, "aynı haberi, aynı başlıkla yapan SÖZCÜ’yü neden eleştirmedin?" diye soranlara cevabımı da vereyim...
Çünkü SÖZCÜ zaten hükümete muhalifliğiyle tanınan ve Ak Parti Hükümeti’yle, Başbakan Erdoğan’ı her türlü “iddia”yı kullanıp karalamayı “görev” kabul etmiş bir gazete…
Haliyle ciddiye almadım...

TARAF
ise tam tersi…
Hükümete ve Başbakan’a verdiği destekle bilinen bir gazete…
Yani…
SÖZCÜ
’nün dedikodu haberle ilgili inandırıcılığı “1” ise, TARAF’ın inandırıcılığı “50”dir…
Çünkü TARAF, hükümetten taraftır…
SÖZCÜ
ise muhalefetten taraf…
Yarın SÖZCÜ'yü elinize alıp Emin Çölaşan'ın Başbakan Erdoğan'la ilgili bir dedikoduya dayanarak yaptığı kötü ve belgesiz bir haberi okumak sizi şaşırtmaz...
Ama...
TARAF'ı elinize aldığınızda Ahmet Altan'ın Başbakan Erdoğan'la ilgili bir dedikoduya dayanarak yaptığı kötü ve belgesiz bir haberi okursanız hayret edersiniz ama inanma katsayınız da artar...

Şimdi biraz da "geleceğe" bakayım...
Unutmayın ki ABD, George W. Bush döneminde dünya halkları tarafından “nefret” edilen bir ülke haline gelmişti…
O “nefret” Barak Obama’nın başkanlığında biraz hafifledi…
Şimdi ise WikiLeaks belgelerinin yayımlanmasından hiç gocunmayıp, bütün dünya ülkelerinden özür dileme erdemini(!) gösteren “mağdur” bir Devlet olarak anılacak Amerika
"Vay namussuz Bush be!" denilecek, "Amma da geri zekâlı bir ekiple çalışıyormuş meğer... Obama ise Amerika dışişlerinin şeffaflaşmasından hiç gocunmadı, helâl olsun adama..."...

Başka?..
Söyleyeyim:
Müslüman ülkelerin birbirlerinden nasıl nefret ettiklerini de öğrenmiş(!) olacağız…
İlle de Azerbaycan Devlet Başkanı Aliyev’in, Türkiye Türkleri’ni hiç sevmediğini, siyasal iktidarımıza da güvenmediğini anlamış(!) olacağız…
Kim bilir?..
Belki de Ermenistan'la daha yakınlaşmak isteyen ama bunu bir türlü başaramayan Hükümet, Türk kamuoyu Aliyev'in düşüncelerini öğrendikten sonra daha rahatlamış olabilir...
Ya Suriye?..
Kardeş(!) Suriye?..
“Vay anasını be; Esad, İran’ın bölge için bizden daha önemli olduğunu düşünürmüş meğer”
diye kızacağız komşumuza…
Ve ABD’ye, “İran’ı hemen vurun!”diyen Müslüman kardeşimiz(!) Suudi Arabistan’ın aslında nasıl da “İslâm düşmanı” olduğuna inanacağız…

Başka?..
Önümüzdeki günlerde PKK terörünün sonlanması gerektiğine dair inandırıcı konuşmalara tanık olabiliriz...
Bazı devlet ve siyaset adamlarımızın "terör" konusunda hiç de kamuoyuna açıkladıkları gibi düşünmediklerini duyabiliriz...
2011 seçimlerine gidilirken, 1999 seçimleri öncesinde yaşadığımız "Öcalan'ın teslimi" kadar etkili bir başka "teslim töreni"ne tanıklık edebiliriz...

Başbakan'ın İsviçre'de bir bankada sekiz ayrı hesabı olduğuna hemen inanan ve bu konuda Erdoğan'ın üstüne giden Kemal Kılıçdaroğlu hakkında hiç ummadığımız bir suçlama yapıldığı düşebilir WikiLeaks sayfalarına...
"Hadi canm sen de!" mi?..
Efendim, Deniz Baykal'la ilgili görüntülerin otaya saçılacağı baştan söylense kaç kişi inanırdı?..

Yani...
Hele bir bekleyelim...
Acele etmeyelim...

“Amma da komplocu muyum?”…
Hiç işim olmaz komployla…
11 Eylül
’ü ABD’nin yaptığı yalanına da hiçbir zaman inanmadım…
Ama…
Bu kere durum başka…
Çok başka…
Bu kez ortada “ölüm” yok…
“Savaş çığırtkanlığı”
da yok…
Ya ne var?..
Dünyadaki (sadece Amerika’nın değil) bütün diplomatların aslında kamera karşısında göründükleri gibi olmadığını bütün dünya halkları öğrendi…
Yani…
Amerika “kazandı”…

Ve tabii Obama da…
Çünkü ben yayımlanan belgeler arasında Obama dönemini bağlayan bir dedikodu okumadım…

adnanberkokan@gmail.com