Ve söz savunmada...

Ayşe Arman herkes için hayırlı bir iş yapmış ve Serdar Turgut'la dolu dolu bir röportajla Turgut'a merak edilen her şeyi sormuş...

GAZETECİLER.COM

Serdar Turgut bir yazı yazdı ve yer yerinden oynadı. Kürt müzisyen Rojin'i yazıda hayli 'ilginç' bir figür olarak kullanan Turgut, öyle tepkiler aldı ki işin bu noktaya geleceğini ne O ne biz düşünemezdik açıkçası. Sonrasını biliyorsunuz, eleştiren, destekleyen, arada kalan bir çok yazı yazıldı, bir çok şey söylendi. Ama Serdar Turgut sınırlı bir özür yazısı dışında fazla bir şey söylemedi.

Ayşe Arman herkes için hayırlı bir iş yapmış ve Serdar Turgut'la dolu dolu bir röportajla gündeme ışık tutmuş.  Sanıyoruz ki bu röporatajdan sonra tartışma daha sağlıklı yapılacak. İşte haftanın en çarpıcı

*  Ben senin okurunum. Seksten hoşlanan, erotik yazılara itiraz etmeyen biriyim. Kendimce, bir espri anlayışım olduğunu da düşünüyorum. Ama senin son birkaç yazın beni rahatsız etti.
a) Ben şimdi aptal mıyım?
- Bir kadının aptal olduğunu düşünsem bile, bunu onun yüzüne söyleyemem!
*  Çok naziksin, sağol yani!
- Dur, dur kızma hemen! Tabii ki değilsin. Ve haklısın, bazı yazılarım iğrenç. Bile bile iğrenç yapıyorum ben onları...
*  Nasıl yani?
- İnsanları, yazıyla rahatsız etmekten hoşlanıyorum. Ama asla, rencide etmek değil sözünü ettiğim. Onları bile bile rahatsız ediyorum.
*  b) Bu durumda ben senin kara mizahını anlamıyor mu oluyorum?
- Bunun cevabını bilemem. Ama şu kadarını söyleyebilirim: O yazıların amacı, rahatsız etme özelliğine mizah unsuru katmak. Dünyada böyle bir ekol var ama Türkiye gibi bir yerde bunu uygulamak çok da kolay değil.
*  Son birkaç tanesi beni irite etti. Bende mi sorun, sende mi?
- İkimizde de sorun var.
*  Mesela Rojin’le ilgili yazı...
- Kesinlikle yazının şehvetine kapıldım. Hangi hislerle yazdıysam, insanların da o hislerle okuyacağını düşünmek gibi bir aptallık yaptım.
*  Ne güzel bak şimdi “Yazının şehvetine kapıldım” diyorsun, keşke özür yazında da deseydin...
- O zaman böyle bir cümle kurmak gelmedi aklıma. Ama tam da bu. Ben yazının şehvetine kapıldım, okuyucunun da aynı şehvetle okuyacağını sandım. Ama anladım, hep öyle olmuyormuş.
*  “Yüzde 100 hatalıyım” diyor musun?
- Tam öyle de demiyorum. Beni tanıyan insanlar, benim gibi düşündükleri için belki, “Bu, gülünecek bir şey! Ne var bunda” dediler. Bu arada, benim bir sürü kadın okuyucum da var, onlar da “Sakın, geri adım atma!” diye uyardılar. Bundan sonra da “rahatsız edici mizah yapacağım” ama kimseyi rencide etmemeye daha fazla dikkat edeceğim.
*  İstemeden Rojin’i rencide ettiğini kabul ediyorsun yani...
- O öyle diyor, ben kabul etmesem de öyle diyor. Yazılarıma bakınca öyle gözükmem ama benim ailemde bana verilen terbiye şudur: Bir kadını asla rencide etmeyeceksin. Babam her sabah arıyor ve soruyor: “O hanımefendiyi arayıp gönlünü aldın mı?” “Hayır” deyince de kızıyor.
*  E peki nasıl gönlünü almayı düşünüyorsun?
- Bilmiyorum. Özür dilemem yetmedi. Ne yapsam acaba?
*  Son zamanlarda biraz “kayışın koptu” gibi. Acaba yayın yönetmenliğini bıraktıktan sonra, dengende bir değişiklik olmuş olabilir mi?
- Ne alakası var! Son New York seyahatinde, son derece planlı bir şekilde, “Tekrar 15 yıl önceki türden New York yazıları yazayım” dedim, “Çeşitli absürt maceralar”. Kimsenin de itirazı olamaz çünkü kimseyi doğrudan alakadar eden şeyler değil. Bir tek bu son yazıda, hiç adetim olmamasına rağmen, isim verdim. Oysa, ben genellikle bir tek kadının ismini veririm, o da karım Rana’dır.
ROJİN İSMİ ÇOK ŞİİRSEL
 *  Ama Rojin diyor ki “Bu ilk değil. Başka seferlerde de benden söz etti!” Bir psikiyatra sorsak mı ne dersin, belki de ona bir takıntın var, farkında değilsin...
- Olsa olsa aşık der ama ben Rojin’i hiç görmedim, tanımıyorum, etmiyorum. Ama ismini çok seviyorum. Roman kahramanı ismi gibi. Çok şiirsel geliyor. Bu sebeple ismini kullandım diye düşünüyorum.
*  Sen zeki bir adam olduğun için, bir sürü şeyi gırgıra vuruyorsun. Mesela Akşam’daki yayın yönetmenliği macerası söz konusu olunca, “Zaten sıkıcı bir işti. Politika yazmak filan gerekiyordu. İyi oldu kurtulduğum” gibi normal insanların demeyeceği şeyler diyorsun. Tabii bu laflar insanlara o kadar şaşırtıcı geliyor ki, altındaki gerçek kayboluyor. O konumdan el çektirilmiş olmak, sana koymuş olmalı. Eğri oturup, doğru konuşalım: Bir şekilde sen yayın yönetmenliğini beceremedin diye, o konum elinden alındı. Bu farkında olmadan seni incitmiş, yaralamış olabilir...
- Ve ben bu yüzden çıldırdım öyle mi? Ayşecim, o beceremediğimi iddia ettiğin iş üzerine birkaç şey söylemek isterim. Bu konularda susuyordum ama madem yeri geldi: Ben o konuma gelirken, benden istenilen her şeyi yaptım. Ama şunu baştan söyledim, “Ben bu gazetenin tirajını artıramam. Ama bu gazeteyi, modern, şehirli, AB grubuna hitap eden bir gazete haline getirebilirim, reklam da aldırabilirim.” Dediklerimi de yaptım, AB grubuna girmeye başlamıştık, gazetenin kârı da oldu, reklam da aldı...
*  Tirajı artırmak da yayın yönetmenlerinin görevleri arasında değil mi? Bunu yapamayacağını söyleyen adamı nasıl kabul ederler ki?
- O dünyada söyle bir şey var: Tiraj, genel yayın yönetmenlerinin çok da insiyatifinde değil. Tiraj, para harcayarak alınan bir şey. Tiraj, satın alınıyor. Nasıl alırsın? Promosyon verirsin, reklam yaparsın. O, olmadan olmaz. Ya da benim yaptığım gibi, kendine daha niş hedefler koyarsın. Başarılı bir yayın yönetmeni olduğumu filan iddia etmiyorum, başarısız olmuşsam da olmuşumdur. Bu, benim kendimi çok tanımladığım bir şey değil.
*  Ben de şöyle düşündüm, “Herhalde adam delirdi böyle tuhaf şeyler yapıyor...”
- Yok, henüz delirmedim! 15 yıl önceki yazılarımı hatırlarsan, çok daha çılgın şeyler yazıyordum. Galiba benim hatam şu oldu: Türkiye’nin bu geçen sürede ne kadar değiştiğinin farkına varamadım.
*  15 yılda Türkiye muhafazakârlaştı, o zaman bu tür yazılar kabul görüyordu, şimdi görmüyor mu demek istiyorsun...
- Duyarlılıklar arttı. Şimdi yaptığın espri, muazzam bir “duyarlılık gayyası”na düşüyor, oysa eskiden gülünüp geçiliyordu...
*  Yok eskiden bunları yazmıyordun. Sıçratarak mastürbasyon yapan kadın yeni. Eskiden başka şeyler yazıyordun...
- Çok yazdım, kitaplarımda var.
*  Ben seni sektirmeden okuyorum! Yok diyorsam, yoktur!
- O yazıdan niçin rahatsız oldun?
*  İmajı da kötü, her şeyi kötü. Ben mastürbasyonu destekleyen biriyim. Yine de çok fenaydı, hiç sevmedim...
- Ama ben o kadını sahnede izledim. Orada komiklik, mastürbasyonda değildi. Komiklik, müthiş bir beceri göstererek, gerçekleştirdiği eylemi, sosyal bir tespit yaparak, adamların suratına fışkırtmasıydı. Resmen sahneden, “Siz aptalsınız! Ben de sizin suratınıza ediyorum!” diyordu.
*  Bir yazar bu kadar provokatif şeyleri niçin yapar? Sivrilmek, öne çıkmak için mi?
- Bu yaşa, bu konuma geldikten sonra neyin önüne çıkacağım? Ben sadece eğlenmek ve eğlendirmek için yazıyorum.
*  Rojin hikayesinde şimdi sen, kendi kazdığın kuyuya mı düşmüş oldun?
- Orada görülüyor ki, bir hata yaptım. O yazı şöyle oluştu: Televizyona bakıyordum, Habur sınır kapısından giren insanlar çok büyük mutluluk içinde karşılanıyordu. Bu, biraz abartılı geldi bana. “Ben kendi memleketimde böyle ilgi görmedim” fikri hoşuma gitti, bu konuda bir yazı yazayım dedim. Sonra şu espriyi yazıya dahil etmeye karar verdim: “Herkes dağdan inerken, ben dağa mı çıksam?” Sonra da yazının şehvetine kapılarak, o yanlışı yaptım. Ama dikkatini çekerim, ben aslında bu yazıda hem Türklerle, hem Kürtlerle dalga geçiyorum. 
*  İyi de öyle bir koyuyorsun ki durumu, Rojin senin yazının içinde bir “unsur”, bir “meze.” Sen de onun bunu normal karşılamasını bekliyorsun...
- Meze olmaması gerekirdi...
*  Kadının adını geçiriyorsun...
- Yanlış oldu, söylüyorum. Yanlış yaptım. Elimden kaçtı. Özür diliyorum.
*  Diyelim ki, senin karın Rana’nın ismini başka bir yazar bu şekilde yazısının içinde geçirdi. Çok da hukukunuzun olmadığı bir yazar. Rana’nın tepkisi ne olurdu?
- Komiklik olsun diye yazıyorsa, rahatlıkla söylüyorum, gülüp geçerdi. Zaten Rojin’le ilgili yazıyı da her zaman yaptığım gibi Rana’ya okuttum, güldü, “Tamam gönder” dedi. Ondan izin almadan böyle yazıları yollamam. Irkçı ve kadın cinselliğine saldıran bir yazı değil bu. Bu suçlamayı kabul etmem.
*  Peki ya Kürtler seni dağa kaldırırsa... Korkar mısın?
- Korkmam. Çünkü onlar bunu yapacak kadar kendilerini kaybetmiş değiller.
*  Tamam da oldu diyelim, “Değer miydi” demez misin?
- Polis koruması altında yaşıyorum.
*  Genel olarak mı, bu olay üzerine mi?
- Bu olay üzerine daha arttı tabii.
*  Evde polis mi var?
- Kapıda var.
*  Sen mi istedin?
- Ben de istedim, onlar da uygun gördü.
*  Biri, bir erkek, esprili bir şekilde “Serdar’ı seks kölem yapmak” istiyorum dese. Kendini aşağılanmış hisseder misin?
- Hayır, ben pek çok bu tür kitap okuyorum. Gülüyorum. Bunu bir tür edebiyat olarak görüyorum. Ama belki de gazete, bu tür yazıların ortamı değil. Keşke kitapta yapabilsem bunları. Tüm bu soyutlamaları yaparken, yanlış anlaşılabileceğimi düşünmem gerekirdi.
CÜMLELERDE SAPIĞIM BEN
 *  “Beni anlayamayacaklarını düşünmem lazımdı!” tavrının, üstten bir tavır olduğunu kabul ediyor musun?
- Hayır asla. Kimseye üstten bakmıyorum. Ben sana kendi ortamımı anlatıyorum. Ben böyle yetiştim. Böyle kitaplar okuyarak. Ama sadece absürt yazılar yazan ve cinsel konulara değinen biri değilim. Türkiye’nin modernleşmesi ve demokratlaşması için de yazdım.
*  Sence bu yazının yarattığı problem, muhafazakârlık problemi mi, ölçüsüzlük problemi mi?
-Muhafazakârların hoşlandıkları konular değil bunlar. Ama bu, yazının şehvetine kapılmadan dolayı, bir haddini aşmadır. Zaten haddimi zor bulan insanlardan biriyim.
*  Kadınların yürüyüşe geçmesine ne diyorsunuz?
- Geçsinler, ne diyeyim?
*  “Ya işime son verirlerse?” diye korkuyor musun?
- Onu sadece bu nedenle yapacaklarsa, çok tehlikeli olmaz mı? Hepimiz için. Bir gün hepimiz benzer bir yanlış yapabiliriz.
*  Yazı yazmak için masaya oturduğunda farklı bir insana mı dönüşüyorsun?
- Aynen. “Gündüz insan, gece hırt”lar vardır ya, ben de yazıya oturunca, işte öyle hırt oluyorum.
*  İçinde iki insan yaşıyor olabilir mi: Gündelik hayattaki normal Serdar ve yazı yazmaya başlayınca sapık Serdar...
- Sadece cümlelerde sapığım ben! Yazı dışında, gayet normal bir adamım. Ben o absürt yazıları yazarken, çocuğum odanın kapısında oynuyor...

Okuyucumun hayatında, bir noktalı virgül olmak istiyorum

*  Rana’nın arkadaşları filan ne diyor bu yazılara? Ya da oğlunun arkadaşlarının anneleri babaları? Hiç yorum yapan
yok mu?
- Oğlanın veli toplantılarında, müsait anlarda, anne babalara “Okuyor musunuz yazılarımı?” diye soruyorum. Kamuoyu yoklaması yapmak için. “Son zamanlarda biraz edepsizleştim” dediğim de oldu. “Amaaaan” diyorlar, “Edepsizleş, n’olacak!” Sana palavra gibi gelecek ama bazı insanlar, bu tür yazıları, hayatın sorunlarından kaçmak için de okuyor. Bir durup es veriyorlar, sonra hayata devam ediyorlar. Ben okuyucumun hayatında, bir noktalı virgül olmak istiyorum. Koşturuyorlar, uğraşıyorlar, çocuklarının sorunlarıyla boğuşuyorlar. Gazetelerde devamlı kötü haberler var, arada bir tane
uçuk-kaçık, “okunsa da olur, okunmasa da” bir yazı olsun, ne olur yani...

Özge’nin kocası Volkan kızmadı

*  Bu arada son zamanlarda televizyon programlarında da provokatif şeyler söyledin...
- Ha onu da anlatayım, spiker Özge Uzun’un bacakları... Ben ona takılmaya başladım, evli olduğunu da biliyorum. Belki yüzlerce e-mail attım. “Kocan kızmıyor mu?” dedim, Özge de, “Hayır Volkan kızmıyor” dedi. Zaten Özge, ben, Volkan ve Rana viski içmeye karar verdik. Eğer deseydi ki, “Volkan rahatsız oluyor”, hemen keserdim! O takılmayı soyut alana aldım, Özge de öyle yorumladı, kocası da...
*  Bu ne zaman soyut oluyor, ne zaman olmuyor ben tam anlamıyorum. Mesela Rana dese ki, “Serdar yatakta felakattir!” Sonra da eklese, “Gülelim diye söyledim, bu bir soyutlama...” Bunu senin normal mi algılaman gerekiyor?
- Bu soyutlama değil, gerçektir belki... Rojin’li yazının başlığı, “PKK teröristi olmadığıma pişmanım...”dı. Normal bir Türk insanının söyleyebileceği bir laf değil bu...
*  Yazının başlığından yola çıkarak, “Geri kalan her şey soyutlama!” diyorsun ama somut bir şey sokuyorsun, o kadının izni ve dahli olmadan, onun adını kullanıyorsun. O da bundan rahatsız oluyor. Sen de, “Ben burada absürt ebebiyat yapıyorum. Üstelik 15 yıldan beri” diyorsun...
- Bir daha diyorum: Onun adını vermem yanlıştı. Kurgu olduğunu bileceğini düşünerek yaptım.
*  Evet, masaldaki “prenses” gibi anlatılırsam kızmam ama seksüel bir eyleme alet edileceksem kızarım...
- Öyle değil...
*  “Seks kölesi”, bütün bunları içeriyor. İnsan, hoşlandığı adamın, “seks kölesi” olmak isteyebilir ama durduk yerde bir adam, onu “seks kölesi” yapıyorsa, insanın gözünün önüne bir sürü görüntü geliyor...
- Ay Ayşe tamam. İsim vermemem gerekiyordu.
*  Son soru: Özründe ne kadar samimisin? Dışından özür diliyorsun da, içinden “Anlamadılar! Salaklar!” mı diyorsun?
- Anlaşılmadığımı düşünüyorum. Ama özrümde samimiyim. Salaklar da demiyorum. Anlamamaları onların değil, benim suçum, kendimi iyi ifade edememişim demek ki...