'Utanmaz fişadamı gazeteciler!'

Sabah Gazetesi yazarı Umur Talu çok öfkeli... Hakkında muhbirlik yapan 'Fişadamı Gazetecilere' ağır eleştiriler yöneltti;

"Şimdi anlatacaklarım beni doğrudan ilgilendiren hususun "en vahim" olmasından değil! Meselenin özünün vahametine de, özellikle bizim meslek içindeki bir çamura da dikkat çekebilmek için." Sabah Gazetesi yazarı Umur Talu çok öfkeli... Hakkında muhbirlik yapan 'Fişadamı Gazetecilere' ağır eleştiriler yöneltti;

(..) Şimdi anlatacaklarım beni doğrudan ilgilendiren hususun "en vahim" olmasından değil!

Meselenin özünün vahametine de, özellikle bizim meslek içindeki bir çamura da dikkat çekebilmek için.

Tabii ki bir de "şahsi kısım kayda girsin" diye.

İyice anlaşılıyor ki, bir takım gazeteci, meslektaşlarını (da) fişlemiş.
Bunu karşı görüşte olmakla filan da izah edemezsiniz.
Bunun, insanlık bir yana, gazetecilikle de ilgisi yok.
Üstelik bu bir takım gazeteci Fişadamı, bolca şahsi nefret sokuşturdukları, hakikatleri de haysiyetleri de umursamadıkları dosyaları kimi devlet görevlisiyle yahut emeklisiyle ortak havuzda birleştirmiş.

Ve bu haltı yerken, kendilerini gazeteci olarak sunmaya devam etmişler.
Biz de onları meslektaş zannetmişiz. Yazı yapmışlar, haber yapmışlar, başlık atmışlar, yöneticilikten de eksik olmamışlar.
Birileri gazetecilik hizmetinden, birileri muhbir hizmetinden yararlanmış.

"Ergenekon iddianamesi", biraz da abur cubur biçimde, bu tür "belgeler"le dolu. Anlaşılıyor ki, özellikle de "ekler".
Bir "ek"in benimle ilgili kısmı, sanık kişide ele geçmiş belgeler şunu buyuruyor:

"Gazetedeki filanca kişi de aracı yapılarak annesi Alman Hastanesi'nde bedava ameliyat ettirildi."

Şimdi, bunu yapar mıyım, yapmaz mıyım polemiğine girmeden, "rahmetli annem"in huzurunda, şunu açıklayayım:

Ben 6 yaşında iken babamı SSK Samatya Hastanesi'nde yitiren annem, 20 yıl kadar önce Amerikan Hastanesi'nde yapılmış bir endoskopi hariç, son yıllarına kadar hiçbir özel hastaneye gitmedi.
Elinde Emekli Sandığı karnesi, ya Sait Çiftçi Dispanseri'nde kuyruğa girerdi ya da Baltalimanı Kemik Hastanesi'nde. Ve genellikle kendi giderdi.

75 yaşına kadar böyle sürdü.
Sonra anlaşıldı ki, kanser o dinç görünen, hayatı boyu dik duran bedenine çoktan yerleşmiş. Yine de üç yıl mücadele etti, el ele ettik.
Her seferinde hak ettikleri ücreti ödediğimiz iki (iyi insan) onkologu oldu: Prof. Fuat Demirelli ve Prof. Ahmet Öber.

Çeşitli tahlil, müdahale ve kemoterapi ise, yine Emekli Sandığı kapsamında, elbet farkları ödeyerek, Metropolitan Hastanesi'nde yapıldı: Dr. Elif Akün ile Prof. Coşkun Tecimer gözetiminde.

Alman Hastanesi'ne hiç gitmedi. Ameliyat hiç olmadı. Ağırlaştı, evinden son kez sedyeyle çıktı; ambulansla yine Metropolitan'a götürdüm ve orada bir gece son kez torunlarına baktı, hiç konuşamadan; gece yarısından sonra eli elimde son nefesini verdi.

O hastanenin morgundan kabristana, son yolculuğuna götürdük. İki yıla yaklaştı.

Yukarıdaki şahsi konuyu, birkaç utanmaz fişadam için yazıyorum.
İsimleri anmayacağım; anladığım kadarıyla biri bu gazetede bile görev yaptı, gıcık oldukları için de sözde raporlar tuttu, belki başkalarına ve bu arada bir gazetede bir "abisi"ne iletti, o da Ergenekon sanığı bir gazeteciye; o da Ergenekon sanığı bir emekli generale, "Paşasına arz etti". Aramalarda da bu fişler çıktı; iddianameye kadar eklendi!
Arkadaştaki adi muhbirlik bir yana, kötü muhabir olduğu da belli.
İnsanlıkla, meslektaşlıkla alakası yok; ama hakikatle de hiç yok.

Başta Cemiyet, meslek örgütleri, elbet mağdur her gazeteciyle dayanışma yapsın da, meslektaş fişleyen, onları kurgularla itibarsızlaştırmak için gazeteciliği kullanan, andıçlar hazırlayan Fişadamlar için de bir şey desin!

Ya da, nasıl işadamı gazeteciler TÜSİAD üyesi oluyor, Fişadamı gazeteciler için de bir örgüt bulunsun!

Yoksa, var mı zaten?
Bir de, "İddia makamı" sanıkların kişisel haklarını gözetmekte zaten problemli de, yetmiyor, sanıkların başkalarını vurmak için (mecazi) doldurdukları silahları delil diye alıyor, aynen ek yapıyor, lakin mermiyi namluya sürüyor, orta yerde masanın üstüne koyuyor! Herhalde sanıkların da gönlü olsun diye!