Ünsal Ünlü: Son çare hapse atıyorlar, tek amaç korkutmak!

Gazeteci Ünsal Ünlü, Can Dündar ve Erdem Gül'ün tutuklanasını, medyanın bugün geldiği noktayı Hatice Kübra Kocaoğlu'na değerlendirdi. Ünlü: Son çare; Can ve Erdem'e yaptıkları gibi hapse atıyorlar, tek amaç var, korkutmak.

HATİCE KÜBRA KOCAOĞLU
GAZETECİLER.COM

26 yıllık gazetecilik deneyimiyle, deyim yerindeyse tam bir Ankara gazetecisi Ünsal Ünlü. TRT'den yetişme, hem alaylı hem de mektepli. NTV muhabirliği, Habertürk Ankara Temsilciliği gibi görevler de yapmış olan Ünlü, ana akım medyada uzun yıllar çalışmış bir isim. Son birkaç aydır ise Periscope'dan her sabah yaptığı yayınlarla gündeme geliyor. 

Gazeteci Ünsal Ünlü ile ana akım medyadan alternatif medyaya geçiş sürecini, medyanın bugün geldiği noktayı, Can Dündar ve Erdem Gül'ün tutuklanmasını ve daha birçok şeyi konuştuk. 

KARANLIĞA KURŞUN SIKMA İHTİMALİNİZ VAR

- Hafta içi her sabah Periscope'dan gündemi ve gazete manşetlerini değerlendiriyorsunuz. Nereden çıktı bu Periscope fikri?

Halk TV'de yaptığım bir program vardı. 7 Haziran seçimlerinden önce o programı bitirdim. Sonrasında artık "kişisel mecra nasıl açabilirim?" diye düşünüyordum. O sırada Ruşen Çakır, Periscope yayınlarına başlamıştı ve Medyascope diye bir oluşumdan bahsetti. Ben de ona şunu anlattım: Yapacağım şey 10'ar 15'er dakikalık gün içi yayınlar olmasın da ben yine bir televizyon mantığıyla yayın yapayım. "Olur mu olmaz mı?" diye tartışırken, el yordamıyla bugün yaptığım formatı oluşturdum. Bunun bir benzeri yok, yapılmıyor. Çünkü çok zor bir şey. Şöyle bir handikapı var. Birincisi karanlığa kurşun sıkma ihtimaliniz var. Sizi kimse izlemezse, dinlemezse yaptığınız iş hikaye. Evde kendi kendinizi eğlendiriyor olursunuz. İki; yaptığınız iş aslında bir yanıyla insanı daha fazla yalnızlığa iten bir iş. Dostlarınız var, ekranın öbür tarafında olduğunu biliyorsunuz, alttan yazı yazıyorlar ama yayın bitip, stop tuşuna bastığınızda aslında ben evin çalışma odasındayım.

- Ne zamana kadar devam edecek yayınlar? 

Gazetecilik nosyonunu kaybetmemek bütün derdim bu. Benim işim bu, şu anda yaptırılmıyor, doğru ama bu işe küsmek için yeterli bir mazaret değil bence. Benim söyleyebilecek bir sözüm var ve gidebildiği yere kadar da böyle gidecek.

- Yayına nasıl hazırlanıyorsunuz?

Sabah erken kalkıyorum. Ciddi bir hazırlık yapıyorum, iki saat boyunca gazeteleri okuyorum, hazırlanıyorum.

- Peki maddi bir getirisi var mı?

Hiç bir maddi karşılığı yok.

İNSANLAR OTOSANSÜRE BAŞLAYALI ÇOK OLDU 

- Zor değil mi bu? Her sabah aynı saatte, para kazanmadığınız bir iş yapıyorsunuz. Üstelik yapmak gibi bir zorunluluğunuz yok, yapmazsanız yaptırımı yok. Canınız istemediği gün yapmayabilirsiniz mesela. Nedir size her sabah bunu yaptıran motivasyon?

Bu gazetecilik motivasyonu. Hala söyleyecek sözüm olduğuna inanıyorum ben. Konuşmam gerektiğine inanıyorum. Türkiye'de, insanlar çok susuyor, çok korkuyorlar. Halbuki korkunun büyük bölümünü kendileri yaratıyorlar. Bugün Türkiye'de medyada sansür var mı diye sorsak, cevabı evet. Ama şunu da rahatlıkla söyleyebilirim, medyada eskisi kadar sansürün tepeden gelmiş boyutuna ihtiyaç yok. İnsanlar otosansüre başlayalı çok oldu zaten. Biz bunu NTV'deyken, HaberTürk'teyken çok yaşadık.

Halk TV'de bile var. Otosansür başka bir şey. Herkes kendi cenahının haklılığını anlatmaya çalışıyor. Türkiye'de yayıncılık da habercilik de bu anlamda yapılıyor.

- Eşiniz ne diyor bu duruma? Her gün sabah evin içinden bir canlı yayın yapılıyor. "Derdin ne?" falan demiyor mu?

Demiyor çünkü beni tanıyor, yapımı biliyor, buna sessiz kalmayacağımı biliyor. Oğlum bile biliyor. O da bazen yayınları bir şekilde izliyor, bana çok çaktırmıyor ama ben anlıyorum. Bazen arada benim yayınlarda kullandığım sözleri söylüyor. Hoşuna gittiğini hissediyorum. Yarın birgün, "sen gazetecisin ne yaptın bu ülke için?" derse ne cevap vereceğimi bilmiyordum ama şimdi biliyorum. Bu da bir motivasyon. 

TEMEL AMACIM: SUSMAYIN, SİZ DE KONUŞUN 

- Yayınlarınızı günlük kaç kişi izliyor?

Şu anda Youtube, Medyascope ve Periscope üzerinde 24 saat kalan yayınlarla 3 bin 500, 4 bin izleyici oluyor. Bazen 5 bin ve çok daha üzerine çıktığı oluyor. Çok ciddi bir rakam bu. Temel amacım "susmayın, siz de konuşun" demek. Çünkü siz sustuğunuz zaman birilerinin sesi daha çok çıkıyor. Ve Türkiye giderek daha yüksek sesle bağıranların haklı olduğu bir ülke haline geliyor. Öyle bir şey yok ki. Eğer öyle olsaydı 5 senedir kendimi parçalıyorum "bu Suriye politikası yanlış" diye, sadece ben değil bir çok insan parçalıyor, medyada işlerimizi kaybettik. Ama sonuçta haklı olduğumuz çıktı ortaya. Bunun bize maddi bir getirisi yok, maddi zararı var aksine. Ama birinin bunları söylemesi lazım. Çünkü ben kimseye hakaret etmiyorum, kimseye kategorik olarak da karşı değilim.

- Eleştirel bir yayın yapıyorsunuz. İzleyicileriniz daha çok hangi görüşten?

Her görüşten izleyicim var, mesela çok fazla AKP'li izleyicim var. Bunu nereden biliyorum. Açık açık yazıyorlar, yayın sırasında yazan da oluyor, mail atan da oluyor.

          ÜNSAL ÜNLÜ KİMDİR?
 
1970 yılında Ankara’da doğdu.
1982 yılında TRT Ankara Radyosu Çocuk Saati
sınavlarını kazanarak Radyo/TV dünyasına
adım attı. Halen Radyo/TV programları ve dublaj
çalışmalarını sürdürmekte olan Ünlü,1990 yılında
Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi
İktisat Bölümü’nden mezun oldu. Aynı yıl
TRT Haber’de Genç Haber Bülteni ile
muhabirlik ve spikerlik yapmaya başladı.

1997 yılında CTV’de Editör-Spiker olarak
2 yıl boyunca çalıştı. 1999 yılında geçtiği
NTV’de 10 yıl süresince; Cumhurbaşkanlığı ve
Parlamento Muhabirliği yaptı. Aynı dönemde,
Cumhurbaşkanları, TBMM Başkanları ve
Başbakanlarla birlikte toplam 52 ülkeye yapılan
seyahatlere katıldı.2009 yılında Habertürk TV
Ankara Temsilciliği görevini üstlendi ve
2 yıl süreyle devam etti. 2011 yılında
kendi isteğiyle görevden ayrıldı
ve 2013 yılına kadar TRT Türk’te
“Ünsal Ünlü ile Masa” adlı güncel siyaset programını
hazırlayıp sundu.

Radyo Avrasya Türk’te 2013 Eylül - 2014 Haziran
arasında 9 ay boyunca yaptığı ve hafta içi
her sabah 08.00-10.00
saatleri arasında yayınlanan 2 saatlik
canlı bir siyaset programı “Ankara’dan”,
Çağdaş Gazeteciler Derneği tarafından
“2013 yılının en iyi radyo programı
ödülüne layık görüldü.

Gazetecilik dalında Ankara Üniversitesi
İletişim Fakültesi’nde Yüksek Lisans
çalışması da yapan Ünlü, 26 yıllık gazetecilik
yaşamında bu ödülün dışında bir çok
kurum ve kuruluşun, Haber,
Radyo/TV Programcılığı ve Sunuculuk
ödüllerini kazandı.

Ünsal Ünlü, hafta içi her sabah saat 9.00'da
Periscope üzerinden gündemi ve gazete
manşetlerini değerlendiriyor. Yaptığı yayınlar
Medyascope.com sitesinde de ayrıca yayınlanıyor. 

- Sizin yayınlarda hem AK Parti'ye yakın medyayı hem de iktidarı çok sert bir dille eleştirdiğiniz de oluyor. AK Parti'li izleyicilerden tepki almıyor musunuz?

Çok sert eleştiri geldiği oluyor. Gelsin, hakaret olmadığı sürece hiçbir sorun yok.

Mesela ben, Suriye ve Ortadoğu meselesinde 5 senedir çırpınıyorum. Türkiye bir anda geçmişte dost olduğunu unutup, 900 km sınırı olan bir ülkeye anında düşman olabildi. Ben bunun saçmalığını anlatmaya çalışıyorum. Geçen gün bununla ilgili yaptığım yayın çok fazla izlenmiş. Bunun temel gerekçesi şu, ben insanlara şunu anlattım: Uçak düşürme hadisesi kaçınılmazdı. Onun o hale getirilmesi kaçınılmaz değildi ama. Beşar Esad bir günde diktatör olmadı ki. Bunu söylediğim zaman bir grup AKP'li çok sinirleniyor. Ama ben ısrarla şunu anlatıyorum: Bugünün Cumhurbaşkanı Sayın Erdoğan davetiye bırakmaya Şam'a gitti. Beraber yemek yediler, kahve içtiler, düğün davetiyesi bıraktı Sayın Erdoğan geri döndüler. O gün dost olan adam bugün nasıl diktatör olur, bir günde mi değişti her şey? Hayır, politika yanlıştı. Türkiye gereksiz bir Ortadoğu hamiliği rolüne soyundu. Bunları söylediğimde AKP'lilerden "aa olabilir" diyenler de çıkıyor. Sonra onlarla ortak bir zemin bulabiliyorsunuz. Yeter ki hakaret olmasın. Bütün derdim bu.



"PATRON KIZAR MI ACABA?" DEMEDEN KONUŞSUNLAR İSTİYORUM 

- İnsanları rahatsız eden bir yönü de var bu yaptığınız işin...

Benim temelde yapmaya çalıştığım şey o; insanlar dinlediklerinden, izlediklerinden rahatsız olabilir ama sadece düşünsünler. Zamanla kendisini rahatsız eden şeyin aslında gerçek olduğunu görecek. Ve o rahatsızlık giderek azalacak ve bunu da duymaya hazır, tartışılabilir hale gelecek. "Benim çok fazla AKP'li izleyicim var" sözünü önemseme gerekçem bu. Bir gün onlar da "patron kızar mı acaba?" demeden konuşsunlar istiyorum. "Kızar mı, küser mi?" demeden konuşmaya başlarsa insanlar, o zaman yapmaya çalıştığım şeyin amacına ulaştığını göreceğim.

ALTERNATİF MEDYA GÜZEL BİR YERE GİDİYOR 

- Alternatif medya sektörden dışlanan gazeteciler için bir umut oldu. Sonrasını nasıl görüyorsunuz, nereye gider bu iş?

Bu biraz Türkiye'nin özel televizyon macerasına benziyor. 25 yıl olmuş ama özel televizyonculuk kanunu yok hala Türkiye'de. Biz el yordamıyla bulduk. Bugün yaşanan kuralsızlığın, saçmalığın, ekranda yapılan hakaretamiz yayınların gerekçesi de bu. Bir tane RTÜK diye bir oluşum var ortada. Çoğu kimse bilmez, RTÜK şikayet üzerine çalışır. Bu da şöyle bir şey getiriyor. Şikayet edenin kimliği, hayata bakışı çok değiştiriyor her şeyi. 

O yüzden alternatif medya nereye gidecek bilmiyorum ama alternatif medya güzel bir yere gidiyor, kesin. Çünkü insanlar güçlerinin farkına varıyorlar. Ben de farkına vardım. Son yaptığım radyo yayını bunu biraz ölçme fırsatı vermişti bana. Burada gördüm ki çok daha fazla insana ulaşma imkanım var. Hergün bir saat beraber oluyorum onlarla. Beni en doğal halimle görüyorlar. Onlar da bir şey anlatıyor ben de bir şey anlatıyorum. Temel hareket noktası da o zaten: Konuşmak.

FACEBOOK DAHA KORUNAKLI TWITTER DAHA AÇIK 

- Sosyal medya araçlarından hangisini daha çok seviyorsunuz?


Twitter. Çünkü işi konuşmak olan insanlar bir yerden sonra çok yoruluyorlar. 140 karakterle sınırlandırılmış olması o yüzden güzel bir şey. Çok fazla insanı takip etmiyorum, takip ettiğim insan sayısı 250 civarında. Bana yetiyor. Ne söylediklerini dikkatle izlediğim, yazıklarını izlediklerim var. Bir de korkunç bilginin aktığı bir mecra. Kirli bilgi de çok var. Allah'tan gazetecilik geçmişim var, her bilgiye atlamıyorum ama ben de son 2 yılda bir iki kere tosladım. Çok güvendiğim adamlardan gelen şeylerdi, onlar bile yanlış çıkabildi.

Facebook biraz daha yakın çevrem, birinci halkam. Orada yabancı yok. Orası daha korunaklı bir alan benim için, Twitter daha açık. Instagram hesabı kullanmıyorum.




MEDYANIN BUGÜNKÜ HALİNİ ÇOK ACIKLI GÖRÜYORUM 

- Alternatif medyayı konuştuk hep. Oysa siz aslında ana akım medyada uzun yıllar gazetecilik yapmış bir isimsiniz. Medyanın bugün geldiği noktayı nasıl görüyorsunuz?

Çok acıklı görüyorum. Ben siyasi tartışma programlarını da işim gereği farklı uzmanlardan bir şey öğrenebilir miyim diye takip ediyorum. Ama işin aslı orası bile ideolojisiz bir takım parti görüşlerinin çarpıştığı alanlar haline geldi. Yani iktidarı savunanlar var, karşı tarafta çok katı şekilde iktidara karşı olanlar var. Bir de moderatörler var, onlar da denge tututturmaya çalışıyorlar.

Benim yayınlarda kullandığım o slogan var ya "patron kızar mı demeden" diye, işte onun temel çıkış noktası o. Çünkü hepsinin bir patron kaygısı var. Bu patron onların çalıştığı medya grubunun patronu, bir de onların hepsinin üzerindeki patron var. Yani patron diye adlandırılan insanlar var. Öyle olduğu zaman da medyanın buradan bir çıkış bulma ihtimali bence yok. İşte alternatif medya tam da burada devreye giriyor. İnsanlar "böyleleri de var, bu da söylenebilirmiş" diye düşünüyor. Eğer, alternatif medyadan ana akım medyaya insan taşıyabilirsek, çözülme ihtimali kuvvetlenecek. Ama alternatif medyadan ana akım medyaya mutlaka insan geçmesi gerekiyor. Alternatif medya alternatif olarak kalmamalı, medyayı belki evirecek bir hale gelmeli.

- Siz yayınlarınızda hergün "patron kızar mı demeden konuşacağız" diyordunuz, son dönemde buna "kayyum atanır mı demeden" diye bir ifade eklediniz.

Aslında onu izleyiciler ekledi. Yoğun bir şekilde "bir gün oraya da Kayyum gelecek" diye yazmaya başladılar. Asıl çıkış noktası en komik tarafı. 2 ay kadar önce birgün yayında "Bugün dış politikayı Kadri Gürsel'den okumak isterdim mesela ama yazdırmıyorlar. Milliyet'ten kovuldu Kadri Gürsel" dedim. Bunu konuşurken bir izleyici, "Seni oraya kim getirdi?" dedi. Düşündükçe hala gülüyorum. Dönüp arkama baktım, çalışma odamdayım ben. "Beni buraya kimse getirmedi, burası benim evim, siz geldiniz buraya" dedim. Bunun üzerine bir geyik döndü ve iş "Oraya da kayyum yollarlar mı" ya geldi. Umarım yollamazlar. (Gülüyor)

BİRÇOK ARKADAŞIM YAŞANANLARI GÖRMEZDEN GELMEYİ TERCİH ETTİ 

Bugün medyada bir çok arkadaşım, bunu özellikle kırıcı olmak pahasına da olsa söylüyorum: Medyadaki birçok arkadaşım yaşananları görmezden gelmeyi maddi gerekçelerle tercih etti. Onlardan birkaç tanesiyle konuştuğumuz zaman " çoluk çocuk var ya" dediler. Benim 12 yaşında bir oğlum var. Okuyor ve benim oğlumun da, evimin de ihtiyaçları var. Bu biraz işe bakışla, dünyaya bakışla da alakalı. Onurlu yaşamak çok daha önemli. Ben şimdi para kazanmak için çok daha farklı işler yapıyorum. 30 yıl önceki işime döndüm, dublaj yapıyorum, eğitim vermeye başladım. Yaşamınızı küçültüyorsunuz ve bir şekilde hayat devam ediyor ama en azından kafayı yastığa rahat koyuyorsunuz.

CAN VE ERDEM'İN GAZETECİLİKTEN BAŞKA TUTKULARI YOKTUR 

- Can Dündar ve Erdem Gül'ün tutuklanması ile ilgili ne düşünüyorsunuz?

Can da Erdem de, gazeteci olarak hem tanıdığım hem de birlikte çalıştığım insanlar, arkadaşlarım. Can ile NTV'nin NTV olduğu zamanlarda 8-9 yıl birlikte çalıştık. Programlarına muhabir ve yorumcu olarak katıldım. Yaptığı işleri, kitap ve belgesellerini ise sanırım anlatmaya gerek yoktur. Erdem'e gelince, onunla durumumuz biraz daha farklı. İkimiz de Ankara gazetecisiyiz. Defalarca birlikte siyasilerin gezilerine katıldık, benzer haberleri kovaladık. Ayrıca iş haricinde de çok birlikte olduğum, oturup sohbet ettiğim 'dostumdur' diye gururla söyleyebileceğim bir adamdır.

Bunları şunun için anlattım, ikisini de gerçekten tanırım ve çok iyi bilirim ki gazetecidir onlar, başka bir işleri yoktur, başka bir tutkuları yoktur. O nedenle de rahatlıkla söyleyebilirim ki, tutuklanmaları sadece yaptıkları haber nedeniyledir. Devleti yönetenler hoşlarına gitmeyen şeyler söyleyenleri sevmiyor. İstiyorlar ki; medyaya paraşütle indirdikleri, kendilerinin söylediğini sorgusuz kabul eden, mesela Kabataş yalanını canı pahasına savunanlar dışında kimse olmasın gazeteciler arasında. Oysa bizler varız, işyerlerimizi, özgürlüğümüzü elimizden alabilirler ama mesleğimizi, gazetecilik tutkumuzu alamazlar ki. Son çare, Can ve Erdem'e yaptıkları gibi hapse atıyorlar, tek amaç var, korkutmak.

CASUSLUK FAALİYETİ DEMEK YALAN SÖYLEMEKTİR 

- Gazetecilikten değil casusluktan tutuklandıkları iddia ediliyor.

MİT tırları haberine 'casusluk faaliyeti' demek en hafif ifadesiyle yalan söylemektir. Bu nasıl bir casusluktur ki elde edilen bilgiler gazeteye basılıp halkla paylaşılıyor? Herkes bilsin diye yapılan bir şeye 'casusluk' denilebilir mi? Bunu söyleyenler de, medyada 'büyük patrona' yaranmak için şuursuzca savunanlar da casusluk falan olmadığını biliyorlar ama gerçek gazetecileri korkutmak için ellerine geçen bu fırsatı kaçırmak istemiyorlar. Mevzu sadece budur.

GAZETECİ "DEVLET KIZAR MI ACABA?" DEMEZ

- Peki gazetecilik ve devlet sırrı çizgisini nasıl ayıracağız? Devlet güvenliği ve haber arasında gazetecinin durması gereken yer neresidir ya da böyle bir yer var mı?

Gazeteci devlet için değil halk için vardır. Çünkü devlet dediğiniz şey nitelik değiştirip zaman zaman çizgisinden kayabilir. Öyle zamanlarda da devleti 'demokrasi ve adalet' çizgisi içinde kalması için uyarması gerekenler arasında gazeteciler başta gelir. Düşünsenize, sadece devlet için haber yapılması şart ve doğru olsaydı, Hitler rejiminin yaptığı soykırımı ve işkenceleri övmek üzere çıkartılan gazetelerde yazanlara bugün 'basın kahramanı' demez miydik? Oysa o gün Faşizme destek verenleri bugün lanetleyerek anıyoruz. Yani gazeteci 'devletim benden ne ister, ne bekler' diye değil 'halkın yararı nerede, insan hakları ve adalet için ne yapmak gerek' diye sormak zorundadır. Susurluk'da devletin mi yoksa halkın mı yararı gözetildi haber yapılırken? Eğer devletin yararı gözetilseydi 'emniyet- mafya' birlikteliği ispatlanabilir miydi' O gün devleti yönetenler de 'bu devlet için kurşun atan da yiyen de şereflidir' diyerek sıyrılmaz mıydı işin içinden?

Bir terör oluşumuna, sadece 'dindaş' oldukları için silah yardımı yapıyorsanız bu elbette haberdir. Dünyanın her yerinde haberdir hem de. Şimdilerde deniyor ki 'tamam, biz o silah yardımını Türkmenlere yapmadık ama IŞİD'e de göndermedik, Özgür Suriye Ordusu'na gitti o silahlar'. O zaman ben ve bir çok gazeteci de haklı olarak soruyoruz 'madem bu kadar halisane bir amacınız vardı, o zaman neden gizli yaptınız bunu?' ve bir de bölgeyi bilen herkesin rahatlıkla gördüğü gibi 'ÖSO dediğiniz yapının homojen olmadığını, içinde radikal unsurlar barındırdığını görmediniz mi, bilmiyor muydunuz?'

Ezcümle, gazetecinin haber yaparken elbette çizgisi vardır ama bu çizgi devlet yararını değil halk yararını gözetmekten geçer. Gazeteci 'devlet kızar mı acaba' demez haber yaparken.

"ÖNCE İŞTEN ATTIR DEVAM EDERSE İÇERİ TIK" 

- Daha önce de benzer suçlardan Ahmet Şık, Nedim Şener gibi gazeteciler içeri alınmıştı. Bugün başka gazeteciler terör bağlamında tutuklanıyor. Gazeteciler için her zaman böyle bir risk var mı?

Nedim Şener ve Ahmet Şık'ın yaşadıklarının bugünden tek farkı, onlara zulmedenin Cemaat olmasıydı. Devleti o gün onlar yönlendiriyordu, hukuk ve emniyet onların elindeydi ve istediklerinin hayatını kaydırabiliyorlardı, kaydırdılar da. Kimi zaman Nedim ve Ahmet'in yaşadığı gibi hapse atarak, kimi zaman da ben dahil bir çok gazeteciye yaptıkları gibi işlerinden attırarak. Bugünse sadece kılıcı elinde tutanın kimliği değişti. Cemaat ya da Paralel Yapı, adı her neyse yok artık ama gazeteciye bakış ve baskı hala aynı. Sistem hala 'önce işten attır, devam ederse içeri tık' mantığıyla çalışıyor.

NE DEĞİŞTİ DE BU ŞİRKETLERE BİRDEN EL KOYDUNUZ? 

- Bugün devlet cemaat medyasına karşı da savaş açmış durumda. İpek Medya Grubu'na kayyum atandı. Bu duruma nereden bakıyorsunuz?

Devletin içinde ikinci bir oluşum olur mu? Olmaz. Bu konuda hem Cumhurbaşkanı hem iktidar haklı. Ben 17-25 Aralık operasyonundan önce de eleştiriyordum. Hiçbir zaman şunu unutmadan konuştum, yayınlarımda da bunu söylüyorum. Geçmişte iktidar ve cemaatin kol kola yürüdüğünü unutmamamız gerekiyor. Bugün her şeye bakarken bu noktadan bakmalıyız. 2 sene öncesine kadar her şey güllük gülistanlıktı. 

Kayyum işine de öyle bakmak gerekiyor. Geçmişte cemaatin gazeteleri, televizyonları, radyoları, bütün bunlar Cumhurbaşkanı'nın uçağına da Başbakan'ın uçağına da liste hazırlanırken ilk çağrılan isimlerdi. Bugün ne oldu, neden bu insanlar bir anda devletin karşısında yer almış gibi davranılıyor? Akın İpek bu ülkede bir iş adamı mı? Evet. Geçmişte Akın İpek bu kadar büyürken başka bir ülkede mi çalıştı? Akın İpek'in bugün mallarına el konulurken söylenenler geçmişte neden söylenmedi? Ne değişti de bu şirketlerin yönetimlerine el koydunuz? İşte burada "aldatıldık" cevabı çok hafif kalıyor. Devlet aldatılmaz çünkü. Devlet aldatılırsa halk ne olacak? Bugün buna ikna olmamız isteniyor, ben olmuyorum.

İKİNCİ "YETMEZ AMA EVETÇİLER" 

- Medyada yaşanan baskılara karşı ya da seçimden önce Yeni Şafak'ın yaptığı gibi genel atmosfere dair uzlaşı kampanyası gibi kampanyalar yapılıyor. Siz bu kampanyaları yayınlarınızda eleştirdiniz. Neden?

Yeni Şafak eliyle başlatılan kampanya paldır küldür bitti bir anda. 1 Kasım seçimlerinde çok yüksek oy alındığı için böyle bir kampanyaya gerek kalmadı. Ben o dönemde bu kampanyayı ilk çıktığı gün sert bir dille eleştirdi. Oraya destek veren pek çok isme ki aralarında solcular da vardı benim gibi, hepsini eleştirdim. Ben bu kampanyanın böyle büyük bir oy oranıyla bitebileceğini tahmin etmiyordum, çünkü AKP'nin bu kadar yüksek olabileceğini tahmin etmiyordum. Kampanya bitti. Şimdi insanlar sorsun kendilerine: "Neden, barışmaya ihtiyaç mı kalmadı?" Bence kalmadı. Çünkü o insanlar mağduriyetten kurtuldular. Mağdur olanlar yani "cemaatçi" olarak nitelenen insanların mağduriyetleri devam edecek. Güçlü olanlar eski pozisyonlarına dönecek. Diğerleri de zaten umursanmıyor. O zaman kampanya yapmaya gerek kalmadı.

"Medyama dokunma" kampanyası yapıldı. Medyaya dokunma değil. Neden? Çünkü kendi mağduriyetlerinin peşindeler, genelin değil. O kampanyaya koşa koşa giden insanların ne hissettiklerini ben gerçekten merak ediyorum. İkinci "yetmez ama evetçi" gruptur bu. 2010 referandumunda yetmez ama evet diyenlerden hiçbir farkları yok bence.

SÖZCÜ DE ÖZGÜR GÜNDEM DE YANDAŞTIR 

- Siz yayınlarınızda muhafazakar medyayı çok eleştiriyorsunuz. Ama Sözcü'yü de ağır bir dille eleştirmeniz dikkat çekiyor.

Sözcü de yandaş çünkü. Türkiye'de yandaş tanımının yeniden yapılması gerekiyor. İktidara yakın olanlar değil sadece yandaş olanlar. Kör, at gözlüğüyle bakanların hepsi yandaş. Özgür Gündem de yandaş bana göre. Sözcü, Özgür Gündem, Yeni Şafak, Star. Akşam'la Takvim'i saymıyorum, gazete falan değil onlar çünkü. Akit'in hiç konuşulmaması gerekir. Onun basılı eser olduğuna da inanmıyorum.

Rus uçağı düşürüldükten sonra iki gün yayınlarda aralıksız dalga geçtim. Akşam'ın ve Takvim'in yayınlarına bakın, roketi onlar yazı işlerinden atmış gibi davranıyorlar. Zannedersiniz ki yazı işleri toplantısı sırasında Rus uçağı geçiyordu, onlar vurdu ordan. Öyle anlatıyorlar. Buna gerek yok ki. Bu bir devlet politikası. Aynı şeyi diğer taraf da yapıyor.

Benim nisbeten sol denilebilecek yayın organlarında çalışırken izleyicilerle en büyük kavgam buydu. Mesela Sözcü manşetinde Tayyip diye yazıyor. Kardeşim, seçilmiş bu ülkenin seçilmiş Cumhurbaşkanı, severiz sevmeyiz adıyla hitap edemezsin. Kenan Evren'le ilgili bahsederken hep birlikte diyelim, devletin başına çökmüş bir adamdan bahsediyoruz çünkü. Ben mesela solcu izleyicilerimle en çok bu konuda anlaşamadım.

Bunların hepsinin altını kaşıdığın zaman faşizm çıkıyor. Ama sağdan ya da soldan gelmesi çok farketmiyor. İnsanların hangi görüşten olduğu değil ne söylediğine bakmalıyız. Celal Şengör olayı yaşadık daha bir hafta önce. Rezaletti.

- Muhafazakar medyadan okuduğunuz kimler var?

Ankara'dan yazdıklarını okuduğum Yeni Şafak Ankara Temsilcisi Abdulkadir Selvi iyi bir muhabirdir. İktidarı iki sefer açık açık uyardı, troller konusunda ilk yazıyı yazan kişidir Abdulkadir Selvi.  Sonra Taşkın Koç'u okurum. Onun yazdıkları benim için önemli çünkü bir yandan da içeriden bu bilgiyi veren adamın kimliğine, haberci namusuna güvenmem lazım. Ama malesef muhafazakar medyada da çok vicdanıyla yazan adam kalmadı. Onlar da bir şekilde kendi konumlarını, varlıklarını sürdürmeye çalışıyorlar.

ONLAR GAZETECİ DEĞİL PARAŞÜTLE İNDİRİLDİLER 

- Vicdanıyla yazanlara yer verilmiyor mu yoksa vicdanları zamanla dönüştü mü size göre?

Ben vicdanlarının dönüştüğüne inanıyorum malesef. Öyle insanları tasfiye etti ki cemaat kendi içinde , kendi çıkarlarına uymayan insanları da çok acımasızca kovdurdu gazetelerden, varolmalarına da bir şekilde izin vermedi.

Bugün medyada yazıp çizen bazı adamlar için "gazeteci değil" diyorsam bana güvensin izleyicilerim. Bunu hakaret ya da eleştiri amaçlı söylemiyorum. Ben 26 yıllık gazeteciyim, bu insanlarla bir yerde bir şekilde mutlaka karşılaşırdık. Bu adamlar yoktu. Bu adamlar paraşütle indirildiler ve yazdıkları, çizdikleri bu yüzden anlamsız. İktidara yakın medyada da böyle, ana akım medyada da böyle.

YAZIP ÇİZDİKLERİNE BAKIN FİKİRLERİ OLMADIĞINI GÖRECEKSİNİZ

Bugün Hürriyet gazetesinde dış politika yazan insanlara bakın. Ferai Tınç'tan bu noktaya geldik biz. Ya da Milliyet gazetesinde yazanlara bakın, Kadri Gürsel'den Semih İdiz'den bu noktaya geldik. Bir takım adamlar indirildi, onlar uçağa alındı, uçakta bir iki seyahat yapıldı, kadınlar Sayın Cumhurbaşkanı'nın eşiyle bir şekilde diyalog kurdular, erkekler Sayın Cumhurbaşkanı'yla ilişki kurdular sonra bu adamlar medyada bir anda patır patır yükselmeye başladı.

Ama bu isimler ilk dalgalanmada da bu yüzden o kadar rahat tasfiye edilebiliyorlar çünkü altları boş. Yazıp, çizdiklerine bakın. Suriye politikası konusunda yazılarının 5 senede nereden nereye geldiğine bakın. Fikirleri olmadığını göreceksiniz.

- Gazeteci olmasaydınız ne olurdunuz?

Olmazdı ki hiçbir şey. Ben gazeteci olmaya çok erken yaşta karar verdim. Siyaset okudum ama gazeteci olmayı kafama koymuştum. Bugün iletişim fakültelerine konferanslara gittiğimde de mutlaka söylüyorum, başka bir ilgi alanınız olsun. Başka bir disiplinde okumak ve sonra gazetecilik yapmak çok daha avantajlı. Başka bir pencereden bakabilmek için önemli.

GEZİ MUHAFAZAKARLARIN DA MİZAH YAPABİLDİĞİNİ GÖSTERDİ 

- Türk mizahında siyaset konulu bir yüksek lisans tezi yazmaya hazırlandığınızı biliyorum. Mizaha ilgi nereden geliyor?

Mizahın siyasete nasıl baktığıyla çok ilgileniyorum. 85-86'dan beri Limon Dergisi'yle başladı bu merakım. Çocukken dayım alırdı, evimize Gırgır girerdi mesela. Nerden baksanız 37-38 senedir mizah dergisi okuyan br adamım. Şimdi artık cemaate yakın mizah dergilerini de iktidara yakın mizah dergilerini de yakından takip ediyorum.

- Nasıl buluyorsunuz bu dergileri?

Bakışı kurtaran olabilirse çok güzel işler çıkabiliyor. İyi eleştiriler de oluyor. O taraftan muhalefeti, çok zekice çok ince eleştirenler çıkabiliyor.

- Muhafazakarlardan mizah çıkmaz algısı vardı. Bu algı kırıldı mı?

Gezi sırasında insanlar muhafazakarlarında nasıl mizah yapabildiğini gördü. O güne kadar muhafazakar camiadan insanların sokağa çıkabileceği, hele dertlerini mizahla anlatabileceğini sanmıyordu kimse. Bu çok ezber bozdu. HDP'lilerin aynı şekilde "buraya siyaset girmesin" çıkışı, ezber bozdu. Hem iktidar, hem sol kesim yeniden düşünmek zorunda kaldı. O kadar ciddi yakınlaşmalar oldu ki. Bugün gidin Sakarya'daki kafelerde yanyana oturan türbanlı kızlarla mini etekli kızları görürsünüz. Gezi'de de sokakta bunun gerçekliğini gördüğünde devlet, bunun ne kadar büyük bir güç olduğunu da gördü. O yüzden o kadar şiddetle bastırdı zaten.

- Siz Gezi'yi sonuna kadar destekleyenlerden misiniz yoksa "ilk 3 güncüler"den mi?

Ben hala destekliyorum. Gezi herkesin ezberini bozdu. Kemalisti'n de İslamcı'nın da Solcu'sunun da herkesin... Çünkü temel çizginin insan olduğunu gösterdi bize. Sokakta yan yana o çocuklar bağırırken bunu gördüler.

Aynı şekilde Gezi Parkı'nın etrafı polis kordonuyla kuşatıldığında ve saldırının başlayacağı haberi geldiğinde orayı çevreleyen anneleri gördüğümde çok etkilendim. Hayatım boyunca, gazeteci olarak çok yerde çok felakete şahit oldum, binlerce ceset gördüm, depremler gördüm, bunları yaşadım. Ama hiçbir şey beni o gün gece yaşanan kadar etkileyip ağlatmadı.

 TÜRKİYE AYDINLIK BİR EVLADINI KAYBETTİ

- Son olarak Tahir Elçi'nin öldürülmesiyle ilgili düşünceleriniz nelerdir?

Televizyonda söylediği bir söz için parmakla hedef gösterildi Tahir Elçi. Öldürülme süreci Hrant Dink'inkine o kadar benziyor ki... Önce hakkında dava aç, sonra toplumun önüne 'suçlu' gibi çıkartarak herkesi ona düşman et, sonra öldürülmesine göz yum... Korkarım Hrant Dink cinayetinde olduğu gibi sadece tetiği çeken yakalanacak ve ardından yıllarca 'efendim devlet katili yakaladı işte, daha ne yapsın' denilerek sis perdesi ardında bırakılacak.

Ben Tahir Elçi ile aynı şeyi düşünmüyorum, PKK bir terör örgütüdür, kendi insanını, öğretmeni, doktoru, polisi, askeri öldürene başka ne denir? Ancak böyle düşünüyor olmam Tahir Elçi'nin insan hakları ve demokrasi için mücadele eden bir hukuk adamı olduğunu görmemi engellemez ki. Fikri başka insanlar bu ülkede rahat rahat konuşamadığı sürece bizim huzur falan bulma şansımız yok. Gerçekten çok üzüldüm. Türkiye aydınlık ve güçlü bir evladını kaybetti. Nur içinde yatsın...