Ünlü magazinciden dizi film gibi roman

Şenay Düdek ilk romanı için "Dizi tadında bir roman. Ama finalini ben sinemada yapmak istiyorum. Çünkü orada finalini boş bıraktım." diyor

GAZETECİLER.COM - İlk romanı "İki Sevda Arasında" ile kitap raflarında yerini alan ünlü magazinci Şenay Düdek, romanını, mesleğe nasıl başladığını, magazinciliği ve hayata bakışını Diva dergisinden Pakize Sükan ile konuştu.

İşte o röportajdan satır başları:

"Ben hayatımda yaptığım her yanlışın bedelini ödedim" diyen bir kadın o. Çok çalışmış, bu çalışmanın da karşılığı almış ve yıllarca yaşadığı İstanbul'dan çok sevdiği ailesinin yanına geri dönmüş. Önümüzdeki günlerde yeni kitabı da çıkacak olan gazeteci-yazar Şenay Düdek'le 'hayata dair' söyleştik...

AİLEM GAZETECİ OLMAMI HİÇ İSTEMEDİ

Şenay Düdek in başlangıç hikayesi nedir?

Eşrefpaşa doğumluyum ben. Ama biz, 4 kız kardeş belli bir yaşa geldiğimiz zaman babam, 'Tedbili mekanda ferahlık vardır' demiş ve Eşrefpaşa'dan ayrılıp Bahçelievler, Üçyol tarafına taşınmış. Hep o civarlarda yaşadık yani. Belli bir dönem gazinocuların arkasındaki adamdı babam. Esas işi gazinoculuktu. Kabadayıydı, İzmir delikanlısı bir insandı. Hayata kendini adamıştı. Eğlence sektörünü çok severdi. Ben de ona benzemişim demek ki... Başka işlerde de çalışmış tabii. Yıllarca müteahhitlik yapmış. Sonra da 47 yaşında vefat etti. O dönemde ben İstanbul'a gidip gelmeye başladım.

Gazeteci olmaya nasıl karar verdin? Ailen mi istedi?

Hayır, aksine ailem hiç istemedi. Çünkü milli atlettim. Ben, 74'lü yıllarda İzmir Kız Lisesi'nde Türkiye disk ve cirit atma rekortmeniydim. Ankara Gazi Eğitim Fakültesi'ni kazandım ve gittim. Ancak siyasi olaylar yüzünden babam 6 ay sonra geri dönmemi istedi. Annem eczacı olmamı istiyordu. Ben de 'gazeteci olmak istiyorum' dedim. İzmir Kız Lisesi'nde ilk duvar gazetesini ben çıkarttım. O zamanlar İzmir Fuarı'na sanatçılar geliyordu. Ben gider onlarla röportaj yapardım. O günlerde başlamıştı benim gazetecilik tutkum. Yine liseye devam ettiğim sırada Demokrat İzmir Gazetesi'nde Pakize Suda'nın babası rahmetli Orhan Suda, Çetin Gürel, Akın Simav ve Akın Kıvanç bu isimler ordayken ben onlara bir yandan spor yazıları yazıp bir yandan da sayfa yapıyordum. O zaman bu isimler benim ileride çok büyük bir gazeteci olacağımı söylediler. Amatörce başladığım gazetecilik, daha sonra profesyonel olarak devam etti.

Kadın programları da yaptın televizyonda yanılmıyorsam...

78 yıllarında sanırım, kadın magazin programı yaptım. Program 2 yıl müthiş ilgi gördü. Ajda Pekkan, Nükhet Duru, modacı Emel Koygun, Oya Başar ve fuara gelen tüm sanatçılar programıma konuk oluyordu. Sonra benim ses tellerimde nodül oldu. Tan Sağtürk'ün annesi Yıldız Sağtürk o günlerde sunuculuğa başladı, ben de yapımcı olarak devam ettim bir süre daha. O zaman Ekpres Gazetesi Erol Simavi'ye satıldı. O da babamın arkadaşıydı. Ben 21 yaşındayken Çetin Emeç beni yazı işleri müdürü yaptı. Haftasonu ve Kelebek ekleri çıkıyordu. Duygu Asena da köşe yazıları yazıyordu. O dönemde ben de Türkiye'nin en genç yazı işleri müdürü ve genel yayın yönetmeniydim. Babam 80'de rahmetli oldu. Ben de İstanbul'a gittim.

Gazetenin mutfağını da biliyor musun?

Biliyorum. Bana şu an bir gazete verseler, al bunu çıkar deseler, ben tek başıma o gazeteyi baştan sonra yapabilirim. Çetin Emeç'e çok şey borçluyum. Ama İzmir'de hiç bir gazeteciye hiç bir borcum yok. Aksine benim önümü kesmeye çalışan, köstek olan çok insan oldu. Kırgınlıklarım var İzmir'le ilgili. Şimdi artık hepsi benim abilerim, dostlarım tabii. Yine de iyi ki İstanbul'a gitmişim diyorum. İyi ki önümü kestiler, belki de böyle düşünmek lazım. İstanbul bana hem para kazandırdı, hem çevre yaptırdı, hem de kariyerimde güzel aşamalar kaydettirdi.

Yetiştirdiğin gazeteciler var mı?

Çok var tabii. Mesela Mehmet Karabel şu an Ege TV'nin başında... Bektaş Türk, Ali Eyüboğlu, Suna Akyıldız, Özgür Köylü... Televizyoncu da çok yetiştirdim. Ben yerimi hep başkalarına teslim ederim.

KAMUYA AÇIK YERDEYSEN DİKKATLİ OLACAKSIN

[page_end]

KAMUYA AÇIK YERDEYSEN DİKKATLİ OLACAKSIN

Yeni dönem magazincilerini nasıl buluyorsun?

Genel anlamda İstanbul magazin medyasının bir çoğunun iyi olmadığı kanısındayım. İyi soru soramıyorlar. Sanatçıya ailesinin yanında sorulmayacak sorular soruyorlar. İnsanların özel hayatları vardır... Ama şöyle bir şey de var. Sen herkese açık alanda denize giriyorsan, benim özel hayatım diyemezsin. Sen kapımın önüne kadar geliyorsan, insanın özel hayatına dair bir şeyi çekiyorsan, o magazincilik değil röntgenciliktir.

Magazin bizde biraz yanlış mı algılanıyor sence?

Evet, insanlar yanlış anlıyor. Magazin dediğiniz zaman bugün Tayyip Erdoğan'ın kravatı da bir magazindir. Emine Erdoğan'ın Çin yemeğini sevmesi de magazindir. Ama biz evlenmeler, boşanmalar, basılmalar olarak algılıyoruz magazini. Bu doğru değil. Ben yıllarca magazincilik yaptım ama kimsenin özel meskenine, özel hayatına saldırmadım.

GÜLBEN'İN SELÜLİTLERİNİ BEN DE OLSAM ÇEKERDİM

Magazincilikte etik olmayan şey ne?

Kişi ile ilgili bir olay varsa onu mutlaka sormak, doğru bilgiyi almak lazım.

Gülben Ergen'in selülitlerini çekmek doğru muydu sence?

Bence orada yanlış bir şey yok. Ben olsam ben de çeker gazeteye servis yapardım. Çünkü orası Gülben'in özel mekanı değil. Eğer kamuya açık bir yerdeysen, sen dikkatli olacaksın. Görüntülenmek istemeyen Bodrum'da, Çeşme'de, Alaçatı'da denize girmeyecek bence. Gerçi şimdi herkes paparazzi oldu. Magazin, gazetecinin malı olmaktan çıktı, halkın malı oldu artık. Halkımızın hepsi paparazzi... Bu işin etiği kaçtı. Ben 5 yıldan beri magazincilik yapmıyorum ve yapmayı da düşünmüyorum. Gelen teklifleri de geri çeviriyorum. Bunu magazini küçümsediğim için değil, benim anladığım anlamda magazincilik kalmadığı için söylüyorum.

Senin magazincilik yaptığın dönemde nasıldı bu işler?

Biz Türkan Şoray'ın önünde bacak bacak üstüne atmadık. Hülya Koçyiğit'e hala Hülya Abla derim. Hülya Avşar'a 5 yıl menajerlik yaptım, bir kez bile ismiyle hitap etmedim. Bizim jenerasyonun magazini ile yeni jenerasyonun magazini arasında çok fark var. Bunda biraz da şarkıcının, türkücünün, artistin de suçu var. Onlar da çok laubali davranıyorlar.

AKŞAM YATIP, SABAH ŞÖHRET KALKAN İNSANLAR VAR...

 [page_end]

AKŞAM YATIP, SABAH ŞÖHRET KALKAN İNSANLAR VAR...

Sen magazin gazeteciliği yaparken, birileri birilerinin elini tutup sana getirip, şunu ünlü yapsana, bir elinden tutsana dediler mi?

Çok geldi, ama bu işin menajerliği var. Ben bu işin profesyonelce olmasından yanayım. Bir kitap çıkartıyorum. "İki sevda arasında" Kitabın tanıtımını profesyonel bir ekibe verdim. Niye? Çünkü benim eşim, dostum o kadar çok ki. Bu işi kimseyi resmi ve düzgün bir şekilde kimseyi kırmadan, incitmeden iş planı iş prensibi dahilinde yapmak lazım.

Şöhret nasıl olunur?

Dünyada da ve bizde de şöhret olmak çok kolay artık. Akşam yatıp sabah şöhret kalkan insanlar bile var. İyi bir sesi, iyi bir fiziği, biraz da şansı olan bir yerlere gelebiliyor. Seda Sayan'ı ele alalım. Düğünlerde şarkı söylüyordu, Şimdi nerelere geldi. Hakkını da yememek lazım, çok çaba sarfetti, çok da çalıştı. Hande Yener mesela, bir moda evinde tezgahtardı. Şansını Hülya Avşar değiştirdi. Hülya Avşar burada bir yarışmaya katıldı. Sonra tacı elinden alındı. Ertesi gün şöhret oldu. Birdenbire patladı. Benim tanıdığım en akıllı kadınlardan biridir. Çok iyi kriz yönetiyor. Ve yüreği iyidir. Hırsları yoktur. Kolay şöhret olunuyor ama asıl önemli olan zirveyi korumak.

Zirveyi korumak için ne yapmak gerekiyor?

Öncelikle vizyonunun çok geniş olması lazım. Ajda Pekkan mesela Türkiye'nin en şık kadınlarından biri. Yemesini, içmesini, giyinmesini, makyaj yapmasını biliyor. İki dil konuşuyor. Kadınlar onun yaptıklarını takip ediyor. O zirveyi korumak için kişinin kendisini yetiştirmesi gerekir. Okuması gerekir.

ŞÖHRET OLMANIN BEDELİNİ ÖZGÜRLÜĞÜMÜZLE ÖDÜYORUZ

Şöhret olmanın bedeli ağır mı?

Elbette, çok bedeller ödüyoruz. Sevdiklerimizden ayrı kalıyoruz. Toplum içinde istediğiniz gibi hareket edemiyorsunuz. Kısacası özgürlüğünüz gidiyor. Çoğu da depresyon hapı kullanıyor ve mutsuzlar. Star olmuş her insanda şöhretini kaybetme korkusu vardır. şöhreti korumak, şöhreti elde etmek kadar zordur. Bunu da çok az insan başarabiliyor.

Neden Türkiye'de şimdilerde star yetişmiyor?

Çünkü yeniler çabuk şımarıyorlar. Olmadan oldum ben oluyorlar, sonra da tepetaklak geliyorlar. Bir Müjde Ar, Türkan Şoray, Sezen Aksu geldi mi? Gelmedi.

'Bir dilek tut' programı yapmıştın bir ara neden bitti o program?

O programda jüri üyesi olarak bizden sonra İbrahim Tatlıses, Seda Sayan ve Muazzez Abacı oldu. Ama onlar bizim kadar gerçekçi değildi. Halk tutmadı o programı. Cenk Eren, Pınar Altuğ, Deniz Seki, Emrah, Yeşim Salkım biz her programın sonunda aldığımız ücretlerin yarısını yarışmada kazanamayan kişilere dağıtıyorduk. Olmadı...

Televizyonumu daha çok seviyorsun yoksa magazin gazeteciliğini mi?

Televizyonu daha çok seviyorum.

Dobra dobra da çok güzel bir programdı...

Evet, Dobra Dobra'da oldukça iyi gitti.

Sonra Müge Anlı ile yollarınız ayrıldı...

Yollarımız ayrıldı ama Müge Anlı çok sevdiğim bir insan. Ve şu an Müge Anlı sabah kuşağında bir numaralı bir isimdir bana göre.

Doğru bir format mı sence o?

Elbette, Türk insanının o formattaki bir programa da ihtiyacı var. Bir çok garibanın başına gelen olayların aydınlanmasında bir kapı açtı Müge. Çok da başarılı bence.

BENİM YARIŞIM HER ZAMAN KENDİMLE OLDU

 

[page_end]

BENİM YARIŞIM HER ZAMAN KENDİMLE OLDU

Neden İzmir'e döndün?

35 yıl oldu artık, sıkıldım. Bir de ailemi çok özledim. Ben buradan gittiğim zaman annem 40 yaşındaydı. Şu an 76 yaşında. Ben giderken annem sekerek yürüyordu o zaman, şimdi bastonla yürüyor. Yeğenlerimin hiç birinin doğumunda ve özel günlerinde bulunamadım. Para her zaman kazanılıyor.

Tam zirvedeyken döndün ama...

Bir insanın bir arabası, bir evi, bir yazlığı varsa vardır, fazlası zarardır. Hırs adamı her zaman geriye götürür. Benim çoluğum çocuğum yok. Bana yeter.

Hırslı değil misin?

Hayır değilim. Benim yarışım her zaman kendimle olmuştur. Şimdi bir kitap çıkartacağım. Ben şunu düşünüyorum, "İlk kitaptan sonra acaba bunu nasıl satabilirim?" "Bir gün önce yaptığım programın raytingini nasıl aşabilirim?" Başkalarının başarılarının üstüne çıkmaya çalışmıyorum, kimsenin ekmeğine göz dikmediğim için Allah da benim yanımda oldu.

Aldığın dersler var mı?

Olmaz mı hiç, var tabii... Mesela Vehbi Koç'la ilk röportaja gittiğimde 1996 yılı, yani Posta Gazetesi'nin çıktığı yıldı. Beni zar zor kabul etmişti. Sonra beni o kadar sevdi ki öğlen yemeğine davet etti. "Ne yersin?" dedi, Ben de "Siz ne yerseniz onu yerim" dedim. "Peki o zaman" dedi. Oturduk karşılıklı. Muhteşem bir masa... Kristal bardaklar, ışıl ışıl tabaklar, hizmetçiler, eldivenli garsonlar. Vehbi Koç'a beyaz, kocaman bir tabağın içinde gele gele bir patates geldi, üzerine sos döktü, "Ben bunları yiyorum sen de bunları mı yiyeceksin?" dedi. şaşırdım. Koskoca, milyarder Vehbi Koç o tabaktakinden fazlasını yiyemedi. Bu aldığım en önemli derslerden biridir benim. Para benim için elin kiri. Ama Allah kimseye de muhtaç etmesin.

GAZETECİLDEN DOST OLMAZ

[page_end] 

GAZETECİLDEN DOST OLMAZ

Gazeteciden dost olmaz derler. Ne diyorsun?

Evet olmaz. Hiçbir gazeteciye de güvenmiyorum. Çünkü çok kazık yedim. Benim içimde hiç hırs yok. Ben 20'li yaşlarda, 30'lu yaşlarda değilim, ben 40'lı yaşlardan sonra artık başka bir boyuta geçtim. Burada olmaktan mutluyum ben. İzmir insanı dersen, bazı insanları tenzih ederim ama çok dedikodu var. İstanbul'da bile bir insanın sırtından bu kadar vurmak, arkasından konuşmak yoktur.

Nasıl geçtin o boyuta? Sen radikal ve keskin bir karar aldın çünkü. Hatta bir çıkış yaptın 'Ben aseksüelim" dedin...

Ben çok önemli bir kaza geçirdim. Ölümden döndüm. Günlerce yoğun bakımda kaldım. O kaza aklımı başıma getirdi. Hayatın paradan ibaret olmadığını anladım. Demek ki hepimizin yenik düşeceği bir şey var. "Ölüm gelmiş divane, baş ağrısı bahane..." diye bir laf var. Onun için o kazadan sonra kolumun protez olması, belimin kırılması falan ders oldu. Ve kendime döndüm. Anladım ki bazı şeylerde para fayda etmiyor. Felçli kalsaydım ne olurdu düşünsene...

Geldiğine pişman olmuş gibisin.

Oldum tabii ama yapacak bir şey yok. Ailem burda. İzmir'de dostumun olduğuna inanmıyorum açıkcası.

Geldiğinde herkes çok mutlu olmuştu. Sarıp sarmalamışlardı seni oysa...

Öyle olmuştu evet ama insanlar kendi yörüngelerine sokmaya çalışıyorlar. İnsanlar burda a, b, c, d, e diye ayrılmışlar. Herkes kendi grubunun içine almaya çalışıyor. Ben hayatım boyunca bir grubun insanı olmadım. Ben hep tek hareket ettim. Bu hep böyle olmuştur. Gazetecilik hayatımda da televizyon hayatımda da, menajerlik hayatımda da böyle oldu. İstanbul'da da tabii karmaşıklıklar, dedikodular var elbette ama bu kadar değil.

İzmir daha sakin geliyor mu sana da?

Elbette daha sakin... ama benim için artık kendini gösteriyor, gösterecek olmanın bir önemi yok. Ben burada otobüse de binerim, yürüyerek de gider gelirim, Mercedese de binerim. Fark etmiyor. Ya da marka da giyerim, pazardan da giyinirim. Bu da fark etmiyor. Ama İstanbul'da öyle değil... Çünkü İstanbul'da önce markana bakıyorlar, yüreğine değil. Ben artık insanların önce yüreğine bakıyorum.. Yüreği çirkin olanlar benim yanıma gelmesin. İnsanların yüzüne de söylüyorum bunu. Kesiyorum zaten ilişkilerimi.

Çevrenin gitgide daralması seni rahatsız etmiyor mu?

Hayır etmiyor. Şöyle söyleyeyim sana, benim telefon rehberimde İzmir'e geldiğimde binbeş tane numara vardı. Sonra bu rakam bine, sonra yediyüzelliye düştü. Sanıyorum bu yıl sonuna kadar 500 düşer. 2015 girdiğimde tahmin ediyorum ki telefon bile kullanmam. Mümkün olduğu kadar az insanla görüşüp konuşmayı tercih ediyorum. Zaten ailem bana yetiyor. Yüreği zengin insanlar onlar. Onlarla olmak bana en büyük mutluluk.

İNSANLAR YÜZÜNE GÜLÜP ARKANDAN ÇEKİŞTİRİYOR

Kendi içine kapanmanın, okumanın nedeni bunlar mı?

Bunlar da var. Bir takım gerçekleri daha net görüyorsun. Tek bir varlık var hayatta o da Allah.

İç huzurun var mı peki?

Var. Çok. İnsanların fikirleri beni artık ilgilendirmiyor. Annem de buna dahil. Beni ben ilgilendiriyorum. Benim hesap vereceğim tek varlık Allah. Zaten çevremi de azalttım.

Niye?

Çünkü şunu farkettim. İnsanlar yüzüne gülüp arkandan seni çekiştiriyorlar. Hepimiz yaptık zamanında. Yine yapıyoruz ama benim yaptığım, olan bir şeyi tartışmak, olmayanı olmuş gibi hayal edip konuşmak değil.

Ne oldu bize peki?

Eski insanlar daha iyiydi sanırım. Ne bileyim ben, komşuluğun olduğu zamanlar daha iyiydi. Ben şu anda karşı dairemde kim oturuyor bilmiyorum.

Yalnız kalmaktan korkmuyor musun?

Allah var, korkmuyorum. Bende yeğen çok fazla. Kardeşlerim var. Annem var. Onlar çok yetiyor.

Korkuların var mı?

O kazadan sonra zaman zaman ölüm korkum oluyor ama Allah'a olan inancımdan o korkumu da yeniyorum. O kazada Allah'a da yaptığım her şeyin bedelini ödedim ben.

BEN HER YAPTIĞIM YANLIŞIN BEDELİNİ FAZLASIYLA ÖDEDİM

[page_end]

BEN HER YAPTIĞIM YANLIŞIN BEDELİNİ FAZLASIYLA ÖDEDİM

Neyin bedelini ödedin sence?

Zaman zaman benim de hırslarım oldu, yanlışlıklarım oldu, canını yaktıklarım oldu, insanız ya... bütün bunların bedelini ödedim ben. Bundan sonra hesabım bitti benim.

Gelelim yeni çıkan kitabına... "İki Sevda Arasında"...

İstanbul'dan gelmemin bir nedeni de bu kitaptı. Dedim ki bir kitap yazacağım, bu çok iyi olacak, bir roman olacak.

Nasıl oluştu kitap fikri?

Kitabın hikayesi tamamen İzmir. İzmir Kız Lisesi'nde bir arkadaşım var. Şimdi doktor o. Kitaptaki Hatice dediğimiz onun annesi. Şu an Bornova'da oturuyor. Benim 2.5 yıl bu kitaba emek vermemin nedeni o. Çünkü defalarca kendisini getirdim, okudu, değiştirdi, dokunuşlar yaptı. Dizi tadında bir roman. Ama finalini ben sinemada yapmak istiyorum. Çünkü orada finalini boş bıraktım. Bir de ordaki karakterlerin hepsi bizim çevremizde. Bugün ensest ilişki yaşayan yok mu? Var. Çıkıp da bunu açıklayabilen var mı? Yok tabii ki... Yani bu kısmı da bana benziyor diyeceğimiz çok şey var.

Dizi olsa kimler oynasın isterdin? Zaferi kim oynar mesela?

Zafer zor bir karakter... O karateri mutlaka isimsiz birinin oynaması lazım. Çok tanınmış birinin o ismi oynaması kolay değil. Yoksa Engin Akyürek'in oynamasını çok isterim mesela. Mesela Süha karakteri var orda. Onu da Kıvanç Tatlıtuğ'un oynamasını çok isterim. Kastı ben yapmam ama. Armağan Çağlayan, Faruk Bayhan ve Fatih Aksoy bir şirket kurdular. Özellikle Faruk Bayhan ve Murat Saygı bana çok destek veriyorlar. Önce bu isimlerin fikrini alacağım. Bu iş yapacaktır diye düşünüyorum. Çünkü bildik hikayeler bunlar. Yine de tutsa da olur tutmasa da olur. Allah hayırlısı neyse onu versin.

Kitabı neden yazdın?

Benim bir okul projem var biliyorsun. Bu büyük bir proje. İzmir Milli Eğitim Müdür Yardımcısı, Protokol Müdürü Mithat Güzel bir araştırmaya girdi Çiğli'de... Bir ilköğretim okuluna anaokulu yaptıracağım. Bütçem ancak ona yetiyor. Araştırıyorlar. Ben tabii ki Karabağlar gibi, Çimentepe, Eşrefpaşa, Yenişehir gibi bir yerde olsun istiyorum. Bu da benim son noktam olsun. Çünkü yoruldum çok. Ben bunları yapıyorum dememin amacı birilerine yol açılsın diye ama inan bunlarla ilgili bile atıp tutup, saçma sapan konuşuyorlar. İzmirliler bu konuda çok pinti çünkü. Yaptığım her şeyi İzmir'e yapıyorum. Alsancak Devlet Hastanesi babamın adı, KITVAK'ta kendi adım, Menemen'de kendi adıma kütüphanem, yine İzmir'de bir okulla bunu noktalayayım diyorum. Ben de yaşlanınca kimsenin eline bakmayayım, üç kuruşum kalsın kenarda diyorum.

Bu projeler bittikten sonra neler yapacaksın?

Seyahat edeceğim. Avustralya, Küba ve Uganda'ya gitmek isityorum.

Çok teşekkürler samimiyetin ve bu güzel sohbetin için...