Ulan köftehorlar!.. Telgraf size mi geldi? Ali Taran'a mı?..

Telgrafı siz almışsınız gibi, göğsünüze vurarak yaptığınız bu hazırlık neyin nesi ulan köftehorlar!..

ADNAN BERK OKAN

 Baktığınız yer kadar durduğunuz yer de önemlidir…
Biriyle yan yana duruyorsanız; sağ, sol, ön, arka ikiniz için de aynı tarafınızdadır…
Ama birbirinizle yan yana da dursanız, karşı karşıya da olsanız; ikiniz için de doğu, batı, kuzey, güney değişmez…

Bir futbol maçında takımlardan birinin sağ bekinin oynadığı taraf, rakip takımın sol bekinin oynadığı taraftır…
Siz kapalı tribünde oturuyorsanız tuttuğunuz takımın koruduğu kale sağınızda veya solunuzda kalır…
Ama…
Eğer kale arkasındaysanız; tuttuğunuz takım ya karşı kaleyi korumaktadır, ya da sizin oturduğunuz tribün kale arkasıdır…

Tabii ki çok amiyane ve sıradan bir felsefe yaptığımın farkındayım…
Ama bu sıradanlık, çok önemli bir gerçeği değiştirmez ki…
Her şey ve mekân; bakarken bulunduğunuz yere göre anlam kazanır…

Arkasına sim çekilmiş bir cam, siz ona sim çekilmiş tarafından baktığınız için “aynalık” vasfını kaybetmez…
Ya da baktığınız aynanın arka yüzünün karanlık olduğu gerçeğini değiştirmez…

 

Bir aile kavgası

 Sözü, Ali Taran ve ölen eşi üzerine yapılan tartışmalara getireceğim…
Çünkü…
Herkes kendi durduğu yerden bakınca ördüklerine göre yaptı yorumlarını…
Yazılan yazılar, ilişkilerin tek yönden görünen yüzüydü…

Ama…
Bütün bunlara rağmen aynen “yönler” gibi nerede durursanız durun değişmeyen bir gerçek vardı ki o da; tartıştığımız hayatların bizlerle hiç ilgisi olmadığıdır…
Gördüğümüz olayların durduğumuz yerden görünüşü bizi yanıltmasın…

Yani…
Gözlerinizle düşünerek yaptığınız analiz asla doğru olamaz…

Arthur Miller’in şu anda adını hatırlayamadığım ve en az 45 yıl önce okuduğum bir eserinde bu durum çok güzel anlatılıyordu…
Bir aile kavgası, aynı kelimelerle aktarılıyordu yargıca…
Yani…
İki taraf da kullanılan kelimelerin aynı olduğu konusunda mutabıktılar…
Ama…
İki taraf da kendini haklı gösterecek vurgularla aktarıyorlardı kavgada kullanılan cümleleri…

 Meselâ…
Eşinizle tartışırken “ilişkilerimizin bu noktaya nasıl geldiğini anlayamıyorum” cümlesinin ne mana taşıdığı yüz ifadeleriniz ve ses tonunuza göre anlam değiştirecektir…
Aynı cümle içinde virgül ve noktalama işaretlerinin konulacağı yer; nefes alış bile cümleye değişik bir anlam yükleyecektir…


Oflu Hoca

Tıpkı Ak Şemsettin’in, Şehzade II. Mehmet (Fatih)’e söylediği iddia edilen kıyas cümlesi gibi…
“Oku adam ol baban gibi, eşek olma”…

“Oku adam ol, baban gibi eşek olma”…

Peki, ey sevgili meslektaşlarım!..
Ali Taran ve sonsuz aleme intikal eden eşi arasındaki ilişkilerde hakem olma yetkisini nereden alıyorsunuz?..
Ya da hiçbirinize verilmeyen bu hakemliği yüklenme hakkını mesleğiniz mi veriyor size?..

Konuya denk düşen bir öykü biliyorum ama öykünün kahramanı Oflu Hoca olduğu için bütünüyle anlatmaya çekiniyorum…
Bilenler bilir, Oflu Hoca’nın başından geçen öyküler genel edep anlayışına pek uymaz ama cuk oturur…

Hangi fıkra mı?..
İpucu mu vereyim?..
Olabilir…

Hani, evli dostu tarafından ve yaşı oldukça ilerlemiş bir durumda telgrafla davet edilen Oflu Hoca, tam eve girecekken bahçede cûş-u gûş olmuş eşeği görünce kendini yoklar…
Bakar ki ne bir ses, ne bir nefes…
Kendisiyle alay eder gibi göğsünü okşayan hayvancağızı “ula eşşekoğlueşşek; telgraf sağa mı celdiii?.. Bağa mı celdi?” diye azarlar ya, işte o öykü misali…


Ulan köftehorlar telgraf size mi geldi?..

Ben de çok merak ediyorum…
Yahu ayrılan ayrılmış, evlenen evlenmiş…
Allah da kullarından birisini “vadesi bu kadar” deyip yanına almış…
Yani…
Telgraf sizlere gönderilmemiş…
Eeee…
Telgrafı siz almışsınız gibi, göğsünüze vurarak yaptığınız bu hazırlık neyin nesi ulan köftehorlar!..

 adnanberkokan@gmail.com