Uğur Yücel: Belalı işlere talibim!

Uğur Yücel son filminde, var olduğu bilinen ama pek kurcalanmayan bir konuya el atıyor.

Uğur Yücel son filminde, var olduğu bilinen ama pek kurcalanmayan bir konuya el atıyor. Küçük çocuklara tecavüz ettikten sonra cezasını bile çekmeden serbest kalanlardan yola çıkarak, adalet sistemiyle ilgili ağır eleştirilerde bulunuyor.

GÜLENAY BÖREKÇİ / GAZETE HABERTÜRK / HT PAZAR

Bir ölüyü ancak katilinin adalete teslim edilmesi huzura kavuşturur, diyor Ejder
Kapanı’nın hüzünlü kahramanı polis Abbas. Onu canlandıran yazar, yönetmen, oyuncu Uğur Yücel ise “Bir bulut geçiyor yüzünüzden, öldürüleni düşünürken. Haince vurulmuş bir gövdenin katilini yakalamak ve cezasına tanık olmayı düşünmenin sesini ben de çok dinledim” diye anlatıyor. Yücel’i dinlerken, katillerin adalete teslim edilmesi gibi, Ejder Kapanı da katledilen masumların ruhlarını bir parça huzura kavuştururmuş gibi geldi bana. Birilerinin onlar için üzüldüğünü, dertlendiğini, öfkelendiğini, adaletin yerine
gelmesi için dua ettiğini, çaba gösterdiğini duyarlarsa eğer...

Ejder Kapanı alışık olmadığımız sertlikte bir yapım. İçinizde “Bu filmi
muhakkak yapmam lazım” dürtüsü uyandıran şey neydi?

Ben biraz belalı işlere talibim galiba. Bu filmi tasarlarken, başıma dert
aldığımı biliyordum. Çerkez Abbas’ın tam emekli olup tatil yapacakken kolları sıvayıp cinayetleri çözmeye soyunması gibi. Öncesinde hep yağmurlu,
terli, kanlı karanlığı düşündüm; bu duygu çekti beni.

Filminizde pedofili sorununu ele alarak adalet sistemini eleştirmek sizi ürkütmedi mi?

Öyle ya, popüler sinemanın genelde suları pek de bulandırmaması, efendi efendi yerini bilmesi tercih ediliyor... Üstü kapalı bir ülkede yaşıyoruz. Örtüyü kaldırınca yeşil bir saha çıkmıyor altından. Kan, intikam, gözyaşı, bir savaşlar tarihi çıkıyor. Dünyanın en güzel ülkesinde yüzyıllardır kan akıyor. Benim de pisliklerle bir derdim var. Yaratırken hayatla aramızda başkası yok, bu nedenle güçlüyüz. Popüler bir film olsun istediğimizde bile bir yarayı görüyoruz. Ve ben seyircinin de artık bazı yaraların üzerine gideceğine inanıyorum.

Seyircinin içini biraz olsun teskin etmeyi istemez miydiniz finalde?

Abbas’ın camiye girmesi teskindir. Çaresiz kaldığımızda sıcak bir eve sığınmak, bir kilisede mum yakmak gibi... Çerkez’i sıcak bir yorganın altına uzatmak bile bir çeşit teskin olabilir miydi? Daha güleryüzlü başka bir final vardı, ama benim mizacıma ve filmin duygusuna hafif geldi. Biraz mideye otursun istedim galiba...

Savaşan birisiniz. Kendinizle de savaşır mısınız?

Kendini benim kadar hırpalayan başka birini daha görmedim. Fakat böyle geyik de kalmasın cevabım; algı denen şey, hayata kafamızı çıkardığımız anda başlıyor. Bazılarında derinlemesine gelişiyor, bazısında yüzeyde kalıyor... Derinlikte gelişen algı birikimle buluşunca seçicilik başlıyor, yani neyin bir diğerinden daha iyi olduğunu artık anlıyor, biliyorsunuz. O zaman da algınız yeteneğinizden önde gitmeye başlıyor. Ben özellikle oyunculuğumda yakalıyorum bunu. Orada algımla yeteneğim savaşıyor. Kendimi çok hırpalamam, beğenmemem iyi bir özellik mi bilmiyorum. Ama sebepsiz yere kibirle dolaşmaktan daha iyidir bu, öyle değil mi?

Sizi ne sakinleştirir?

En çok hangi zamanlarda, ne olduğunda mutlusunuz?

Denizde yelken yaparken... Süzülüp giderim orada, gülümseyen Buddha gibi
olurum. Ama şimdi herhalde en çok bu filmin iş yapması mutluluk verecek bana.

İspanyol meslektaşınız Pedro Almodovar “Film çekerken hayattakinden daha dürüst, samimi ve açık bir insan olduğumu fark ediyorum” diyor. Ben de size sormak istiyorum; yönetmen Uğur Yücel mi, yoksa şimdi sohbet ettiğim Uğur Yücel mi daha gerçek acaba?

Gündelik hayatta ortalıktayken küfrünüzü, nefretinizi, öfkenizi, şehvetinizi
saklıyorsunuz. Ama yönetmenlik, her şeyden önce duygunun geniş sahalarına
açılmak demektir. İnsana dair bütün bildikleriniz, birikimleriniz ortaya çıkar
sahne çekerken; yüreğinizi koyarsınız... Duygu kusmak gibi. Elbette sette alabildiğine çıplaklaşıyorsunuz. “Kendiniz” daha çok gözüküyor.

BERRAK, İYİ YÜREKLİ BİRİ

Yönetmenliğini Uğur Yücel’in yaptığı ve tabii ki başrolü üstlendiği Ejder Kapanı’nın senaryosu Kubilay Tat’a ait. Oyunculara gelince... Onları yönetmenlerinin ağzından dinleyelim...
Kenan İmirzalıoğlu: “Saygısı, sevgisi ve gelişme çabasıyla yürekten takdir ettiğim kardeşim.”
Nejat İşler: “Filmin çekimleri sırasında, onun yalnızlığını ben de dert edindim.”
Ceyda Düvenci: “Uyumlu, olumsuzluktan uzak, açık yüzlü...”
Berrak Tüzünataç: “Gençliğin tüm çalkantısı adeta yüzüne vuruyor. İyi yürekli biri...”
İlker Aksum: “Hiperaktif çocuklara benziyor. Devamlı yer değiştirip gizleniyor, onu yakalamak zor. Ama kimseye zararı da yok. Ve çok yetenekli.”
Sırrı Süreyya Önder: “Öfkeli, işine tutkun ve sohbeti lezzetli, bir Anadolu hikâyecisi. Acısı yüreğinde gizli.”

Sette sevişmekten değil, ağlamaktan utanırım

Temkinli, gizlenen biri olduğunuz için sizi sadece “biraz” tanıyoruz...

Ortalıkta durmayı sevmiyorum. Karakterleri canlandırırken, içimiz dışımız gözüküyor zaten. Hatta belki biraz fazla gözüküyor. Çünkü her karakter bizden bir şey çalıyor.

Bir parça daha anlatın desem, neler söylersiniz?

Utangaçım. Sevişmekten utanmam sette, ama ağlamaktan utanırım. Herkesin ortasında ağlamak daha mahrem geliyor. Kendimle kalmayı, geceleri çalışmayı seviyorum. Herkes el ayak çekince beliririm ben. Arkadaşlarıma ve onların dertlerine düşkünümdür. Sete girdiğim zaman, yani uzun çalışma dönemlerinde ortadan yok olurum. Bir de öyküler yazarım. Sadece film öyküleri değil. Çocuk yaşımdan beri yazıyorum. Ama onları çıkarmaya çekiniyorum. Para pul konusunda çok savruğum. Bu yaşımda öğrenmeye başladım nasıl yaşamam gerektiğini. Kendime bakmam. Şu bedene etmediğim kalmadı. Kendimle rakibim sadece. Serseri ruhluyum, basıp gitmeyi, uzun zaman yok olmayı seviyorum. Oğlum olmasa çok çabuk dağılırdım. Bir de kendime değer vermem, övünecek yanım azdır. Yakında tamamen çekileceğim ortalıktan. Mütavazı bir yaşam ve küçük beklentilerle film yapacağım günü şimdiden özlüyorum.