Türköne yuh çekenlere PARAZİT dedi

Kendilerine Tevrat yükletilip de sonra onu yüklenmemiş olanların durumu, koskoca kitap yükü taşıyan eşeğin durumu gibidir

ADNAN BERK OKAN

Şuraya bakar mısınız?..
İlâhi bir ders gibi..
Tam da Şeb-i Aruz gününde...

Parazit

Bu tabiri, evvelki akşam Şanlıurfa'da bağırıp çağırarak konuşmamı engelleyen 10-15 kişilik grup için kullanıyorum.

Parazit, elektronik iletişimde gönderilmek istenen bilgi sinyaline karışarak mesajın ulaşmasını engelleyen veya zorlaştıran sinyallere verilen isim. Canlılar âleminde ise, ancak bir başkasına bağımlı olarak yaşayabilen, ona zarar veren asalak canlılar için kullanılıyor. Marjinallik böyle bir şey. Kendi başınıza, kimliğinizle ve kişiliğinizle meydana çıktığınız zaman ne söylediğiniz söz ne de eylem yapan örgütünüz ka'le alınıyor. Siz de bütün kapasitenizi, siyasetin asıl aktörlerini engellemeye hasredip, onları taciz ediyorsunuz. Bir parazit olarak normal iletişime kulaklarını vermiş olanlar sizin çıkarttığınız paraziti, yani gürültüleri duyuyor. Ve amacınıza ulaşıyorsunuz. Kendi başınıza bir hiçsiniz. Bir gürültüden ibaretsiniz. Sadece sömürdüğünüz emekler ve aksattığınız iletişim üzerinden varlık gösterebiliyorsunuz. Yani parazitsiniz.

Mümtazaer Türköne'nin yazısının tamamını

Tam da ölüm gecesini düğün gecesi ilân eden ve; "Gel, gel, ne olursan ol  yine gel; ister kafir, ister mecusi, ister puta tapan ol yine gel. Bizim dergahımız, umitsizlik dergahı değildir; yüz kere tövbeni bozmuş olsan da yine gel" diyen hoşgörü, sevgi, dostluk ve barış elçisi Mevlâna'nın en büyük aşkına kavuştuğu gecenin yıl dönümünde...
Ve panelin diğer iki konuşmacısı Cengiz Çandar ile Altan Tan'ın aynı gençler tarafından sessizce ve saygıyla dinlendikleri gün...
Mümtazer Türköne mikrofonu aldığında kıyamet kopuyor Şanlıurfa'da...
Gençler ayaklanıyorlar..
Şanlıurfa Barosu, protestocu gençleri kınıyor...
Kınar ya...
Ama...
Aynı Baro, protestocu gençlerin arkadaşlarını daha bir hafta önce aşağılayan Mümtazer Türköne'nin despotluğunu belli ki unutuyor...
Demokrasilerde hak arama özgürlüğünün en az bir panelde konuşma özgürlüğü kadar kutsal olduğunu hatırlamak istemiyor...
Mevlâna mı?..
Şanlıurfa Barosu'na göre "O da kim?"

Hayır efendim...
Gençlerin (ki sayıları 15'i geçmiyor) yaptıkları kabalığı, ayıbı onaylayacak değilim...
Keşke protestoyu uzatmayıp dinleseydiler Mümtazer'i...
Çünkü Cengiz Çandar ve Altan Tan alkışlanırken kendisinin protesto edilmesi ayıbı ona yeterdi...
Ama...
Geçen gün Başbakan Erdoğan'ın dediği gigi: "Men dakka dukka"...
Ya da "rüzgâr eken, fırtına biçer"...
Altan Tan ve Cengiz Çandar bir zamanlar "genç" olmuş iki değerli düşünür olarak gençler için "gül" ekmişlerdi, "gül" topladılar...
Mümtazer Türköne ise gençliğini yaşamadığı ve günümüz gençlerinin yollarına çalı ektiği için diken topladı...

Sevgili dostlar!..
Çok zor iştir “düşünmek”…
Çünkü düşünebilmek için “bilgi sahibi” olmak yetmez...
Bildiklerini doğru analiz edebilmek yeteneği, bilgelik de gerekir…
Yüce Allah bunu Cumua Suresi 5. Ayet’te şöyle anlatıyor:

“Kendilerine Tevrat yükletilip de sonra
onu (içindeki derin anlamları, hikmet ve hükümleriyle gereği gibi) yüklenmemiş olanların durumu, koskoca kitap yükü taşıyan eşeğin durumu gibidir…….”  (Ali Bulaç’ın tercümesi)

Mümtazer Türköne bir profesör...
Bir "bilgin"...
Bir "bilim adamı" yani...
Kim bilir ne zengin(!) kitaplığı vardır?..
Kim bilir ne çok kitap okumuştur profesör oluncaya kadar...
Ama belli ki Mevlâna'nın en temel felsefesini bir kere bile okumamış...
Belki duymuş ama ciddiye almamış...

Şimdi çok merak ediyorum:
Mümtazer neden yuhalandığını; konuşma, kendini anlatma özgürlüğünün neden engellendiğini hiç düşündü mü acaba?..
Niçin; siyasi ve sosyal görüşleri hemen hemen aynı olduğu halde Cengiz Çandar ve Altan Tan'a saygı gösterilirken Ona tepki geldi?…
Islık geldi…
Ne sebepten protesto edildi?..
Niye gençler onu görmeye bile tahammül edemediler?..

Söyleyeyim:
Çünkü Mümtazer de o gençlerin arkadaşlarını dinlemedi bir hafta önce...
Çünkü Mümtazer de o gençleri anlamak istemedi...
Çünkü Mümtazer
de o gençlerin kendilerini anlatmalarına izin verilmediği gibi; tartaklanmalarını, coplanmalarını, burunlarının kırılmasını, ezilmelerini hatta karnında canlanmış bir nutfe taşıyan arkadaşlarının polis tarafından yerlerde süründürülerek dövülmesini alkışladı...
Anne adayı o genç kadının yediği polis dayağından bebeğini kaybedişi için "ne işi vardı orada?" dedi...
Ve haliyle o gençler için Mümtazer Türköne bir despottu...
Özgürlüklerinin üstünü şalla örten bir püritendi...

Ve yine o gençlere göre Mümtazer sadece bir "bilim adamı"olabilmişti...
Cengiz Çandar ve Altan Tan ise aynı zamanda “BİLGE” idiler gençlerin gözünde…
Çünkü gençler çok bileni değil, BİLGE’yi seviyor, sayıyorlar...
Çünkü BİLGE’ler düşünerek ve düşünceleriyle, fikirleriyle konuşuyorlar…
Bilenler ise beyinlerine hıfz ettikleri ama bir şey anlamadıkları kitaplarda yazanları tekrarlıyorlar papağan gibi…
Fikirsiz, bilgisiz, apartma bilgilerle saldırıyorlar gençlere...

Hâsılı...
Mümtazer çok düşünmeli…
Düşünmeli ve kitap hamalı olmak yerine, fikir sahibi olmalı…
Ve gençleri itmek yerine onları kendine çekmeli...
Mevlâna gibi; "Gel, gel, ne olursan ol yine gel, İster kafir, ister mecusi, ister puta tapan ol yine gel, Bizim dergahımız, umitsizlik dergahı değildir, Yüz kere tövbeni bozmuş olsan da yine gel" diyebilmeli...

Not: ZAMAN Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Ekrem Dumanlı'nın dün (18.12.2010) yayımlanan başlıklı makalesini de okumanızı tavsiye ederim.

adnanberkokan@gmail.com