Türk Silahsız Kuvvetleri Medya

Alper Görmüş: Türk medyasında, otoriter olana bir meyletme; güçsüz ve zayıf olanı da harcama yönünde eğilim hep olmuştur.

Alper Görmüş, Türk basının yüz aklarından biri. Gönül verdiği mesleği uğruna türlü türlü eziyetler çeken ama durduğu yerden taviz vermeyen bir isim. Basın çevresinde çok iyi bilinmesine rağmen, Türk kamuoyu onun adını Nokta’dergisi genel yayın yönetmeni olduğu dönemde ‘’Darbe Günlükleri’’ davası ile tanıdı.

O günleri anarken, ‘’Darbe günlüklerini bir perşembe günü yayımladık. O sayının çok özel bir şey olduğunu ben biliyorum. Bunu ilk biz yayımlayalım diye gazetecilik hevesi içine girmedim. Ve gazetelerin yayın müdürleri, yazı işleri müdürlerine “Size yarın çıkacak Nokta Dergisi’nin içeriklerini gönderiyorum.” diye darbe günlüklerinin dergiye basılmış hâllerini gönderdim. Ve telefonda hepsi bana “Aman Allah’ım! Bu ne ya!” gibi tepkiler verdi.’’ diyen Görmüş, Türk medyasının içler acısı halini Aksiyon dergisine anlattı.

***

Medyasız, Türkiye’de büyük hiçbir oyun kurulamaz. 28 Şubat bu açıdan da çok başarılı bir harekettir. Medya mükemmel bir şekilde kullanılmış, mobilize edilmiş, gerekirse tavizler almış; ama en sonunda iktidar mücadelesinin aracı hâline getirilmiştir…

Türk medyasında güçlü olana, otoriter olana bir meyletme; güçsüz ve zayıf olanı da harcama yönünde eğilim hep olmuştur. Medya, çıkarını 28 Şubatçıların iktidarında gördü. Onlar iktidara geldiğinde, medya kendi çıkarlarını istediği gibi yürütecek. Ama aşağıdan gelen iktidarlar, bunların musluklarını kesecek. Dolayısıyla bu tür iktidar odaklarıyla iyi ilişkiler kurdular. Türkiye’de medya kendisini toplumun bir parçası olarak görmez, devletin bir parçası olarak görür. Kritik durumlarda bu çok kristalize olur. Neredeyse kendini orduyla özdeşleştirmeye kadar varır. 28 Şubat tam böyle bir kristalize olma hâlidir. Oradaki coşkulu desteği hatırlayın. Sadece destekten bahsetmiyorum. Atılan manşetler, görsel tercihler, mizanpaj tercihleri… Böyle bakınca, ‘destek’ ile ‘coşkulu destek’ arasındaki farkı da görebilirsiniz….

Özellikle 90’lar, medyanın gücünü kullanarak siyasetçilere, seçilmişlere şantaj yapan -Mesut Yılmaz dönemi- icabında da hükûmete bakan koyan, bakan deviren bir yapıda olduğu dönemdir.

Benim bununla ilgili anılarım da var. Hükûmet oluşturuluyor diye, Sabah Grubu’ndan büyüklerimiz Ankara’ya gidiyorlardı. Rahmetli Ercan Arıklı falan hep içindeydi bu grubun. 28 Şubat’ın içinde bulunduğu işte bu dönem, oyun kurmak isteyenlerin de medyayı buna dâhil etmek zorunda kaldıkları bir dönem. Ama koalisyon ortağı olarak.

Dördüncü dönem, 2000’den sonra özellikle AK Parti’nin iktidarıyla başlar. Bu dönemde, eski yapı parçalandı. Çünkü sermaye parçalandı. Anadolu sermayesi güçlenmeye başladı. Medyada da yeni bir kavramlaştırma başladı, ‘yandaş medya’ diye. ‘Yandaş medya’ diye tarif edilen yapı, aslında irtica korkusuyla alıklaştırılmış kitleler yaratan siyasetin ve onun en önemli aracı olan medyanın, artık o fonksiyonu etkili biçimde yapamamasının sonucudur.

Bu yeni öbek, ‘dinci’ olarak damgalanamayacak, aynı zamanda demokrasi ve laikliğin savunulabileceğini gösteren bir yapı olarak ortaya çıktı. Zaten bu gazetelerin laiklikle ilgili bir problemi de yoktu. Şehirli kimliğiyle demokrasiyi ve laikliği savunduğu gibi, sivil siyaseti de savunabildi. Bu, karşı taraf için çok tehlikeli bir şeydi. O nedenle bu kadar gürültü koparıldı….

...2002’den sonra 4. dönem diye tabir ettiğim dönemde laikliği ve demokrasiyi temsil edebilen ve diğerlerinin ‘dinci’ diye yaftaladığı basın olmasaydı, bugün Ergenekon’u bu şekilde anlayamayacaktık.


Bu ilginç söyleşinin tamamını okumak için tıklayın.