Türk medyasındaki tek Nazım Hikmet yazısı!

Bugünkü gazetelerde Nazım'ın ölüm yıldönümü üzerine köşe yazan sadece bir yazar var.

GAZETECİLER.COM - ÖZEL

Bugün Türkçe'nin en güçlü sesi Nazım Hikmet'in ölüm yıldönümü. Büyük şair 1963 yılının 3 Haziran'ında,  Moskova'da vatanına ve oğluna hasret içinde öldü. Bugün ölümünün 51. yılı. Ancak bugünkü gazetelerde Nazım'ın ölüm yıldönümü üzerine köşe yazan sadece bir yazar var.

O da Hürriyet yazarı  İzzet Çapa.

Çapa "Komünist kaptan benden rüşvet alır mı hiç" başlıklı yazısında, büyük şair'in kalp krizi geçirip, açlık grevine yatırdığı yorgun bedeniyle cezaevinden çıktıktan sonra askere alınacağını öğrenince...
Üstelik deniz harb okulundan sağlık koşulları nedeniyle ayrıldığı ve askerlik yapmayacak halde olduğu için Türkiye'den kaçmak zorunda kaldığı günü...
Yıllar sonra Nazım'ın "Otobiyografi" isimli şiirinde "951`de bir denizde genç bir arkadaşla yürüdüm ölümün üstüne" diye anlatacağı o günü yazmış.

Refik Erduran'ın anlatımı ile, Nazım'ın Karadeniz'den Anadolu'ya son kez bakarak neler dediğini haydi gelin, günün tek Nazım yazısından okuyalım:

"Deniz iyice köpürmüştü. Karadeniz'in açıklarındaki minicik sürat motoru dev dalgaların arasında ceviz kabuğu gibi sallanıyordu.

Benzinleri tükenmek üzereydi. Teknenin içindeki iki adamın son umudu, az önce yanlarında beliren Rumen şilebi Plehanov'du. Bir yandan koskoca gemiye çarpıp dibi boylamaktan korkuyorlar, diğer yandan da güvertedeki tayfalara sesleniyorlardı.

Fakat Plehanov'un kaptanının bu iki davetsiz misafiri konuk etmeye hiç niyeti yoktu.

Bir ara motorun dümenindeki Refik Erduran, dalgaların sesini bastırmak istercesine "Üzerinde hiç para var mı?" diye bağırdı.

Yanındaki sarı saçlı, mavi gözlü adam şaşkınlıkla sordu "Burada can pazarındayız, ne yapacaksın parayı?"

"Kaptana rüşvet teklif edeceğim" dedi Erduran.

Gözleri öfkeyle parladı Nazım Hikmet'in ve o gür sesiyle haykırdı: "Komünist kaptan benden rüşvet alır mı hiç be adam?"

Çok değil, bu olaydan birkaç gün önce Refik Erduran, annesinin akrabası olan zamanın Kuzey Deniz Saha Komutanı Münci Paşa'yı ziyaret etmişti. Kısa bir sohbet sonrası, Erduran yeni bir film senaryosu yazdığını, çekimleri Boğaz'da yapacaklarını söylemiş, İstanbul Boğazı'nın çıkışında kontrol olup olmadığını sormuştu. Paşadan 'hayır' cevabını aldıktan sonra içi rahatlamıştı. Artık planını uygulayabilirdi...

3 Haziran 1963 günü aramızdan ayrılan Nazım Hikmet için 50'li yılların başı tam bir kabustu.
Artık kendini sadece şiire adamış olsa da üzerinde müthiş bir baskı vardı.
Askerliğinde deniz subayı olmasına rağmen, yeniden askere çağrılmıştı.
Kalp hastasıydı, ölüm tehditleri alıyordu; hatta bir gün üzerine gelen esrarengiz bir arabanının altında kalmaktan son anda kurtulmuştu.
Kısa bir süre önce Sabahattin Ali'nin bir cinayete kurban gitmesi endişelerini daha da arttırıyordu.
Ülkeden kaçmak istiyordu ama nasıl? Pasaportu bile elinden alınmıştı.

İşte bu arada yardımına eniştesi Refik Erduran yetişti. Ne pahasına olursa olsun Nazım'ı yurt dışına kaçıracaktı.
Bir sürat motoruyla Nazım'ı Bulgaristan'a götürmeyi planlayan Refik Erduran, Münci Paşa'dan İstanbul Boğazı için 'temiz raporunu' alınca sıra tekneyi bulmaya gelmişti. Akşam Gazetesi'nin sahibi Malik Yolaç'ın motorunun satılık olduğunu öğrendi ve 17 Haziran 1951 sabahı tekneyi denemek için ondan ödünç aldı.
Aynı saatlerde Nazım Hikmet de evinin önünde bekleyen polisleri atlatmış, erkenden Tarabyaya'ya gelmişti.

İki kafadar motora atladılar ve sonu belirsiz bir yolculuğa doğru yelken açtılar.
Ama evdeki hesap çarşıya uymamıştı. Boğaz çıkışından sonra sahili göremez olmuşlar, üstelik aniden patlayan fırtınanın ortasında kalmışlardı.

İşte o zaman üzerilerine gelen dev gibi bir karartıyı; Rumen Şilebi Plehanov'u fark ettiler. Ama kaptanı ikna etmek hiç kolay olmayacaktı...
Bir saate yakın azgın dalgalarla mücadele ettikten sonra Kaptan Bükreş'ten izin almış olmalı ki geminin merdivenini aşağıya indirdi.

Nazım, Refik Erduran'a son bir kez sarıldı; "Sen de gel" dedi.
Erduran şaşırmıştı "Nereye?" diye sordu. "Elinin körüne" diye gülerek bağırdı Nazım ve merdivenlerden çıkmaya başladı.

Plehanov bacasından silik bir duman izi bırakıp uzaklaşırken büyük şairi de Anadolu'nun bir köşesinde altına gömülmek istediği o çınar ağacından sonsuza dek ayırıyordu...

Ölümünün 51. yılında büyük ustanın hatırası önünde saygıyla eğiliyorum.