Tuna Kiremitçi'den çapkınlık itirafları

Vatan'dan Cumhuriyet'e oradan da Hürriyet'e geçerek son 1 ayda üç ayrı gazetede boy gösteren Tuna Kiremitçi Ayşe Arman'a konuştu.

GAZETECİLER.COM
Vatan'dan Cumhuriyet'e oradan da Hürriyet'e geçerek son 1 ayda üç ayrı gazetede boy gösteren Tuna Kiremitçi Ayşe Arman'a konuştu.


Bir kadının beni kurtarmasını bekliyorum


Bu benim Tuna Kiremitçi ile üç ya da dördüncü röportajım. Hayatının çeşitli dönemlerinde karşısına dikiliyorum. Zaman zaman ona sinir olmuşluğum da vardır, kadınları üzdüğü için. Ama bu röportajda geçmişe sünger çektik. Ben de önyargılarımdan sıyrıldım, onu yeni baştan tanımaya çalıştım. O da hayatında yeni bir sayfa açıyor, bundan sonra onu Kelebek yazarı olarak okuyacaksınız. Güzel numaralar çekmeye hazırlanıyor. Yolu açık olsun diyorum. Bugün konuştuklarımızı yazacağım, yarın da köşemde onunla birlikte katıldığım Altın Kelebek Ödül Töreni macerasını anlatacağım...

*  Sinema okudunuz, senaryo yazıyorsunuz, reklamcılık yaptınız, aynı zamanda müzisyensiniz, şiir kitaplarınız var, çok satan romanlar yazdınız. Siz tam olarak nesiniz?
- Romancı ve köşe yazarı. Ama aslında, popüler kültürün içindeki  “Truva atı”yım. Popüler kültürün egemenliğindeki topraklara, alternatif fikirler sızdırıyorum. En azından ben öyle düşünüyorum. Aynı zamanda yeteneksiz bir müzisyen, amatör bir filozof, okullu bir sinemacı, romantik bir solcu ve başarısız bir çapkınım!
*  Çok iyiymiş! Kabul ediyorsunuz yani…
- Tabii, tabii. Şurada kaç kişiyiz, hepimiz birbirimizi biliyoruz. Ama en çok “21. yüzyıl yazarı” falan dediklerinde gururum okşanıyor.
*  21. yüzyıl yazarı ne demek?
- İçindeki, “merak böceği” yüzünden, iştahı bitmek bilmeyen kişi. 20. yüzyıl yazarları gibi sadece yazıya kanalize olmuş değil. Her şeye saldıracak, her şeyi öğrenecek. Benim mesela filmler, Ümit Kıvanç, Oray Eğin, Mehmet Demirkol makaleleri, Twitter filozofları, Aylin Aslım şarkıları, Tuğçe Kazaz’ın ayak bileğindeki dövme ve benzeri bir sürü şey ilgi alanıma giriyor. Şu yarım aklımla hepsinden besleniyorum.
*  20. yüzyıl yazarlarının durumu nedir? Nesli mi tükeniyor onların?
- Biraz öyle. Onlar bence dünyanın son romantikleri. Orhan Pamuk mesela. Hayatını bir tek şeye adamış ve tüm dünyayı etkiliyor. Hiçbirimiz onun gibi olamayız. Bence büyüleyici. Artık sadece yazıyla uğraşan, kitabını elle yazan insanlar yok yeryüzünde. Onlar çok romantikler. İyi ki de öyleler. Bu  söylediklerim, romantik şeyler yazmamaya acayip dikkat eden Murat Menteş için bile geçerli. Yapılacak bunca şey varken, o insanların hayatlarını kâğıt kalemle geçirmesi bana müthiş geliyor. Onları ayakta alkışlıyorum. 
*  Peki insanın sizin gibi “obur” olması -hem müziyen, hem sinemacı, hem yazar, hem köşeyazarı, hem başarısız çapkın- insanın başına bela açmaz mı? “Hadi len!” demezler mi ona?
- Derler. Ama şöyle düşün. Biz özgürüz. Herkes, her konuda fikir beyan etmekte serbest. Ama kulaklarıtıkamak da serbest! Dinlemezsin, görmezsin, yok sayarsın olur biter.
*  Siz kendinizi dünyada kimlerlerle aynı kategoride görüyorsunuz? Adınızı hangi isimlerin yanına koyarsınız?
- Vallahi, kendimi popüler kültüre sızmış bir “Truva atı” olarak tanımlamak işime geliyor. Sanki süper entelektüel bir tipmişim ama insanlara ulaşmak için, popüler kültürü bir araç olarak kullanıyormuşum havası verince kendime, galiba daha iyi hissediyorum. Haliyle, bu pozisyondaki insanlar hoşuma gidiyor: Ferhan Şensoy, Serge Gainsbourg, Okan Bayülgen, Woody Allen… 
*  Peki o bildiğimiz klasik yazarlar demode mi artık!
-  Yok yok, içlerinde çok kafa dengi isimler var. Boris Vian mesela. O da kendi devrinin “obur”larından. Kitap yazmış, müzik yapmış, film çevirmiş. Oğuz Atay ya da Ahmet Rasim de öyle. Fitzgerald deseniz, ayrı bir alem. Her şeyle ilgilenen adamlar bunlar. Bugün yaşasalardı, her şeye burunlarını sokarlardı, biz de kendimize başka iş bakardık!
*  21. yüzyıl yazarının aynı zamanda magazini sevmesi de şartı mı?
- Magazin programları, genellikle seyircilerini çok da akıllı olmayan bir çocuk yerine koyuyor. Ama yine de çok eğlenceli. Ve  aklına gelmeyecek kişiler tarafından  izleniyor. Bir romanım hakkında çok ciddi bir eleştirmen, süper ciddi bir yerde eleştiri yazmıştı. Beni yerden yere vuruyordu. Ama her satırından ne anlaşılıyordu  biliyor musun?  Göründüğüm hiçbir magazin programını kaçırmamış! Halbuki, ben ne zaman o programlara baksam, bir sürü  “Anna Karenina” ve  “Madame Bovary ” görüyorum. Magazindeki kadınlar farkında değiller ama çoğu aslında  “Emma Bovary ” ile benzer şeyleri yaşıyor. Bu yüzden magazincilerle romancılar aynı işe yarıyor bence: Sayelerinde, kendi sıkıcı hayatımızın dışına çıkıp, başkalarının hayatlarına dokunabiliyoruz.

BÜTÜN İNSANLARIN AKDENİZLİLER GİBİ OLMASINI İSTERİM

*  Size neler heyecan verir? Neler, kimler “ölgün” gelir?
- Tutkulu insanların yanında kanatlandığımı hissediyorum. Bunun tersi birini gördüğümdeyse, karalar bağlayasım geliyor. Hayalim, bütün dünyanın Akdenizliler gibi olması. 
*  Cumhuriyet’in yazarıydınız, şimdi Kelebek’te yazacaksınız. Bu ani değişikliğin sebebi ne?
- Bir sabah uyandım ve başka şeyler yapmak istediğimin farkına vardım…
*  Cumhuriyet okurları neden karşı çıktı size?
- Bir dakika, bir dakika… Karşı çıkan muhafazakârlar kadar,  devam etmedim diye küsen, daha yenilikçi fikirli Cumhuriyet okurları da oldu! Cumhuriyet’in son derece nazik bir yönetimi var. Ayrıldığım için samimiyetle üzüldüler ama bence anladılar derdimi.
*  Neydi derdiniz?
- Heyecanın peşinden gitmek.
*  O ne? Kelebek mi?
- Evet. Beni heyecanlandıran bir gazete. Kelebek’i merakla, eğlenerek okursun. Yorum yaparsın, “Allah, Allah” dersin. Bir de en sevdiğim özelliği, Kelebek’i iki kişi okuyabilirsin. Uzan sevgilinle bir yere, al Kelebek’i eline, bir taraftan o okusun, bir taraftan sen. Sonra okuduğunuz haberler üzerine yorum yapın…
*  Siz sevgilinizle birlikte Kelebek okuyorsunuz demek!
- Hayır, ne yazık ki benim için geçerli değil çünkü sevgilim Türk değil.
*  Aşk mı?
- Evet. Ama hâlâ beni bir kadının kurtarmasını bekliyorum! Daha fazla bunları anlatmak istemiyorum, tekrar Kelebek’e dönelim.
*  Kelebek’te yazmak teklifi gelince ne hissettiniz?
- Kelebek yazarlarını gözümün önüne getirdim ve onların yanında hiç de fena durmayacağımı düşündüm. Hele biraz daha kilo verirsem, Nil ile Ömür’ün arasında bile sırıtmam bence. O yüzden Cengiz ve Selim’e “Tamamdır” dedim.
*  Bu arada çok kilo vermişsiniz…
- Sen beni son gördüğünde antidepresan kullanıyordum, kesince otomatik olarak verdim.
*  Kelebek sizin için ne ifade ediyor?
- Tavan yapacak bir yazma zevkini…
*  Peki “bir tür baş yazar” olacakmışsınız, bu ne demek?
- Serdar Turgut’un geçen hafta başyazarlık hakkında yazdıklarını okumadan önce sorsaydın, “Vay be!” derdim. Ama maalesef artık yazıyı okumuş bulunuyorum ve hislerim karışık. Şaka bir yana, bunun takdiri okuyucuya aittir. Benim cevap vermem racona sığmaz.
*  Okurları baştan çıkarmak için planladığınız yenilikler var mı?
- Şahsen akıllı bir arkadaşımla konuşur gibi yazmayı seviyorum. Pis bir romantik olmaktan taviz vermeden hınzır ve kışkırtıcı yazabilmek istiyorum.
*  Kadın-erkek ilişkilerinin üzerine gidecek misiniz? Çözemediğimiz düğümler konusunda bize yardımcı olacak mısınız?
- İtiraf edeyim, bu mevzularda reçete dağıtanlar beni çok korkutuyor. Kendi düğümlerimizi çözmekte zorlanırken, millete akıl vermeye kalkışmak delilik. Ama Ingeborg Bachmann’ın dediği gibi, faşizm bile iki insan arasındaki ilişkide başlıyorsa, oralarda sık sık gezinmek lazım...
*  Seksin, 21. yüzyıl edebiyatındaki yeri sizce nedir?
- Köşe yazılarında muzırlık yapmayı seven biriyim ama iş romana gelince, nedense üzerime bir muhafazakârlık geliyor. Cüret gösterisi adına sekse çok abanan romancılara ısınamıyorum. Bence işin gizemini korumak lazım.
*  Babanızın öğüdünü tutabiliyor musunuz: Her sabah taze gözlerle ruhunuza bakabiliyor musunuz? Baktığınızda ne görüyorsunuz? Ruhunuzun durumu bu aralar nedir?
- Romancılığı bıraktığımda, ne güzel huzur bulmuştum ama üç ay önce dayanamayıp yeniden başladım ve günümü gördüm! Şimdi yine her daim kaygılı, kafası garip roman kahramanlarıyla dolu ve sigara içen bir adamım. Popüler olmayı hiçbir zaman tercih etmedim ama ilkokulda bile tuhaf bir şekilde popülerdim. Hakkımda bir sürü çocuk dedikodusu vardı. Şimdiyse tek farkım, bu durumu kabullenmiş olmam. Yoksa, oğlumla Beşiktaş çarşısında takılmak, ruhuma taze gözlerle bakmama yetiyor. 
*  Geçen röportajda, “Bu dünyaya kadınları mutlu etmek için geldim” dediniz. Ya hayatınıza giren bir sevgili, “Ne mutlu etmesi kardeşim. Hele yatakta felaketti” dese ne halt edersiniz!
- Aman Allah’ım! İşte bir kâbus senaryosu, en iyisi hiç düşünmemek! 

BENİM HÂLÂ HAYATTA OLMAM BİLE ASLINDA BAŞLI BAŞINA BİR BAŞARI

*  Gerçekten, “Çok gencim, daha hayatıma bir sürü aşk sığar, kimsenin de eleştirme hakkı yok” diye düşünüyor musunuz?
- Yirmi yaşındaki bir okur mail yollamış. Kendisini bildi bileli Erdoğan’ın başbakan olduğunu ve bundan çok sıkıldığını söylüyor. “Bu ülkede niye hiçbir şey değişmiyor!” diye isyanlarda. Düşündüm de, haklı. Erdoğan geleli 8 yıl oldu ve 20 yaşındaki biri için bu babamın hayatı boyunca Demirel’le yaşaması gibi bir şey. Böyle düşününce kafam karışıyor. Genç miyim yoksa yaşlı mı karar veremiyorum. Allah’tan Jethro Tull cevabı bulmuş: “Rock için yaşlı, ölmek içinse gencim!” İsteyen eleştirsin, ne gelir elden, ben buyum.
*  Güzel bir adamsınız. Hiç gay’ler asıldı mı size?
- Gay’ler öyle her önüne gelene asılmazlar. Aslında çoğu gayet tutucudur ve vazgeçmedikleri kriterleri vardır. Hele benim gibi biriyle vakit kaybetmeyecek kadar meşgul kişilerdir. En azından, benim arkadaşım olanlar öyle. 
*  Kendinizi başarılı buluyor musunuz?
- Jack Nicholson’a hayat boyu başarı Oscar’ı verdiklerinde, arkadaşı şöyle demiş: “Hey Jack, aslında senin bir hayatının olması bile başarı sayılır!” Maalesef benimki de o hesap! Hâlâ hayatta olmam bile başlı başına bir başarı.
*  Peki sizce “başarı” nedir? Ölçüsü nedir? Ben başarılı mıyım mesela?
- Ayşe Arman, Alman disipliniyle Adanalı tavrının süper başarılı bir sentezidir. Bu tespiti yakalamak da bir yazar için başarıdır bence.
*  Vayyy süpermiş. Alman disiplini, Adanalı harbiliği ha, hemen üzerine yatıyorum. Türkiye’de kıskandığınız yazar var mı? Sizce yazarların birbirlerini kıskanmalarında tuhaflık var mı? Siz kıskanıldığınızı düşünüyor musunuz?
- İtiraf edeyim ki kıskanılıyorum ve bunun en kötü tarafı, bu yüzden kendini gerçekten önemli biri sanmaya başlaman. Sanılanın tersine, insanı kibirli olmaya iten başarı değil, başarıyla gelen kıskançlıklar. Oysa kalıcı olmak için insanın bundan çok daha fazlasına ihtiyacı var. Oturup Ece Temelkuran ya da Hakan Günday gibi yazmanız lazım mesela. İkisini de çok kıskanıyorum ama tabii ki bunu itiraf edecek kadar şapşal değilim.

En korktuğum şey Seda Sayan’ın kitlesi

*  Yolun neresindesiniz?
- Şaşılacak kadar başında.
*  Nasıl bir yol sizinki?
- Sürekli başa dönen, Sisifos’unki gibi bir yol.
*  Yürüyor musunuz, koşuyor musunuz?
- Sting’in dediği gibi, “Centilmenler asla koşmaz!”
*  Herhangi bir telaş yok mu yani?
- Var, var. Oğluma zaman ayırma konusunda telaşlarım var.
*  Yol arkadaşınız var…
- Sevgilim dışında, on binlerce okur, daha ne olsun?
*  Hem iyi bir yol arkadaşı, hem sağlam bir sevgili, bir tür ruh ikiziniz olmasını istemez misiniz?
- Kim istemez?
*  Niye olmuyor?
- Öğrendin işte, oluyor. Bulmayı değil, korumayı beceremiyorum.
*  Kadınlarla ilişkinizi nasıl tarif edersiniz?
- Aşk ve imkânsızlıklar.
*  Onlarla en çok ne yapmayı seviyorsunuz?
- Beraber geçirilen bir günün akşamı, sarmaş dolaş Chaplin filmi seyretmeyi. Buna bayılıyorum.
*  Seks ne kadar önemli sizin için?
- Erotizm bence seksten daha önemli.
*  Kadınların sayısı arttıkça, insanın iç yalnızlığı büyümez mi?
- Yalnızlık, âşık olmadan sevişenlere bulaşan bir virüstür.
*  Bu da baba lafmış! İyi sevişir misiniz?
- Âşık olduğum zaman evet.
*  Seks de tenis gibi olabilir mi? Tenis bilmeyen biriyle oynamak sıkıcıdır...
- Olabilir. Ama jimnastiğe dönüşmesinden iyidir en azından.
*  Bu memleketin, sizce seksle derdi ne?
- Cinsel hayatımız sağlıklıysa, beynimizin yüzde 10’u sekse çalışıyor. Yok değilse yüzde 90’ı. Durum bundan ibaret.
*  Yolda ne önemli? Varmak mı, yol almak mı?
- Yol boyu tanıdığımız insanlar.
*  Ölüm ne sıklıkla aklınızdan geçiyor?
- Sağolsun bugünlerde sık geçiyor çünkü kendisi yazmakta olduğum romanın kahramanlarından.
*  Şu aralar en çok kafayı taktığınız şey…
- İstanbul’un nasıl olup da son yirmi yılda bu kadar zenginleştiği. Bence altın çağını yaşıyor bu şehir.
*  Yatağınızın yanındaki komodinin üzerinde ne durur?
- Şu anda Erdal Alova’nın şiir kitabı, cep telefonum, bir bardak su ve Eskişehirspor armalı çakmak.
*  Son zamanlarda duyduğunuz en hoşunuza giden cümle...
- Ephrahim Kishon’dan: “Ben yazar değil mizahçıyım. İnsan ancak öldüğü zaman yazar olur. ”
*  Oğlunuzu bu aralar mutlu etmek için ne yaptınız?
- Alışveriş merkezinde kaybolarak kendisinin “içim yanıyor” demesine yol açan emektar oyuncak köpeği Puti’nin peşine düştüm. Zor oldu ama buldum sonunda. Can’ın yüzündeki mutluluk ifadesini anlatamam!
*  İnsanın eski karısıyla arkadaş olabilmesi bir lüks mü?
- Hem de nasıl. Çok şanslıyım.
*  Bütün çocuklar anne ve babalarını bir araya getirmeye çalışırlarmış. Oğlunuz Can da öyle mi?
- Üçümüz bir aradayken çok eğleniyor ama evinin tek erkeği olmaktan da memnun.
*  Can’a en çok öğretmek istediğiniz şey….
- Gitar ya da bateri.
*  Sizi tanımladığını düşündüğünüz bir kitap var mı?
- Stefan Zweig’in Marie Antoinette biyografisi. Özellikle de alt başlığı: “Vasat bir karakterin portresi.”
*  Bir kadın, en çok hangi kıyafet içinde baştan çıkarıcıdır?
- Jean ve topuklu ayakkabılar.
*  Boşlukları doldurun. Kadına en çok ...... yakışır.
- Doğallık.
*  Düşününce en çok ümitsizliğe kapıldığınız şey?
- Seda Sayan.
*  En korktuğunuz şey...
- Seda Sayan’ın kitlesi.
*  Bir süre Türkiye’den uzak yaşamak ister misiniz? Nerede?
- Filibe ya da Selanik.
*  Boşlukları doldurun. Bir kadın bende ..... bulur.
- Kendisini.
*  En tahammül edilmez yanınız?
- Sabırsızlığım.
*  Kendinizi bugüne kadar kime teslim ettiniz. Ettiniz mi?
- Şu an bu röportajı yaparak sana etmiş oluyorum. Beni harcama olur mu!
*  En çok ne umurunuzda?
- Oğlum.
*  Sizi tanımlayan üç sıfat....
- Tutkulu, dürüst ve biraz tuhaf.

EZİĞİM, O YÜZDEN ROCK YILDIZI POZLARI KESMEYE ÇALIŞIYORUM

Gençlik hayalim rock yıldızı olmaktı. Yeteneksiz olduğumu anlayana kadar gitarımla sahnenin üzerinde kalmak için her şeyi yaptım. Yazar olarak tanındıktan sonra da bu eziklik yüzünden bazen rock yıldızı pozları kesmeye çalışıyorum. Yoksa müzisyenliğim 250 gram dahi etmez. 

BEYAZ’I SEVİYORUM AMA OKAN BAŞKA

Beyaz’ı seviyorum çünkü hem tatlı bir arkadaş hem de programını sonsuza kadar,  hiç sıkılmadan sunabilir. Ama Okan başka…
Heyecan veriyor, çünkü her an sıkılıp gidecekmiş gibi
bir hali var…