Tuğçe Tatari: 'Kodlarla yaşamıyorum!'

Bağımsız bir gazeteci olarak hayatına devam ve üretimlerde bulunan bir isim olarak Tatari'nin Türkiye'ye, gündeme dair sözleri çok ses getirecek.

GAZETECİLER.COM - ÖZEL İÇERİK
SAYIM ÇINAR

Sayım Çınar son kitabını odak noktasına alarak Tuğçe Tatari ile söyleşti. Bağımsız bir gazeteci olarak hayatına devam ve üretimlerde bulunan bir isim olarak Tatari'nin Türkiye'ye, gündeme dair sözleri çok ses getirecek.

Cesur bir kitap kaleme aldın. Kandil'e gitmek nasıl bir deneyimdi, neler hissettin?

Sadece Kandil değil bölgeye gerçekleştirdiğim tüm seyahatler bana çok şey kattı. Gerçeğin peşinden gitmenin öyküsünü anlatan bir kitap bu aslında. Kendi kanaatimi oluşturmak, dayatılan kodlardan sıyrılmak için çıktığım yolun hikayesini paylaşıyorum okurla. Benim meselemdi bu, bir yere yazmasam da, kitaba dönüştürmesem de yapacaktım bu yolları. Ki zaten yollar başladığında bir kitap fikri de yoktu kafamda. Brüksel'deki gazeteciler, cezaevinde PKK'li mahkumlar, Diyarbakır, Mamur Kampı, HDP'lilerle görüşmelerimiz... Her biri en az Kandil kadar önemliydi benim için.

"BEYAZ TÜRK ÇOK EVRİLMİŞ BİR KAVRAM"

Beyaz Türk olmakla eleştiriliyorsun. Senin yaptığın önemli bir gazetecilik işi, asıl görülmesi gereken yer bu. Bu Beyaz Türk kavramını nasıl değerlendiriyorsun?

Röportajları daha okunur kılmak için sanıyorum renklendirme, dikkat çekme unsuru olarak kullanılıyor bu tip sorular. Beyaz Türklük yaşanan dönemler ve olaylarla birlikte evrilmiş ve içinde kirli anlamlar barındıran bir kavrama dönüşmüş durumda. Ve bu dönüştüğü haliyle 'beyaz Türk müsünüz?' sorusu irite ediyor beni. Kendimi bu tanıma uygun da bulmuyorum. Ayrıca dönüşmemiş haliyle de bu tanıma uygun değilim. Baba tarafım Arap asıllıdır, Halep göçmenidir. Beyaz Türk olmak için gerekli olan aile özelliklerini de barındırmıyorum anlayacağın. Sanıyorum Teşvikiye'de yaşamayı veya sınıfsal yapı olarak beni konumlamayı uygun buldukları yeri 'beyaz Türk' olarak adlandırmak için yeterli buluyor meslektaşlarım. Ancak onlara önerim Beyaz Türklük kavramını araştırmaları ve hiç değilse bilerek ve doğru kullanmalarıdır.

Nevruz'u nasıl anlamlandırıyorsun gördüklerinden, yaşadıklarından sonra?

Nevroz bize nasıl sunuluyorsa öyle biliyorduk önceleri. Şimdi ise bu ülkenin tek bir konuda iki birbirinden çok farklı gerçeği yaşayabildiğinin en net şekilde ortaya çıktığı kutlamaları ifade ediyor benim için.

Erbil'i de anlatıyorsun. Dubai'ye özeniyor mu?

Özenme olduğunu sanmıyorum. Siyasi yapıları zaten birbirinden çok farklı. Ama yeni yeni oluşmakta olduğu için benzetenler olabilir. İklim ve yeni oluşan gökdelenimsi yerleşim merkezleri dışında bir benzerlik yok bence.

"YOLLARA KÜRT SİYASİ MÜCADELESİNİ HATMEDEREK ÇIKTIM"

Dağa giderken neler hissettin?

İlk gidişimde çok heyecanlıydım. Bir bilinmezlik vardı, tedirginlik ve heyecan yaşadım. Herhangi bir endişe duymadım. Çünkü yollara çıkma aşamasına gelmeden Kürt siyasi hareketini ve ideolojisini hatmetmiştim.

Murat Karayılan ile de tanıştın. Okuduklarınla tanıştığın kişi farklı mıydı?

Çok naif bir karşılaşma ve sohbet oldu. Bu ülkenin batısında doğmuş, okullarında okumuş, televizyonlarını izlemiş, gazetelerini okumuş biri için meseleyi ve aktörlerini tanıma ve değerlendirme biçimi bellidir. Ama kendi bilgilerinizle yola çıktığınızda değerleriniz yeniden biçimlenir. Murat Karayılan'ın yazdığı 'Bir Savaşın Anatomisi'ni de, içinde onun da anlatıldığı pek çok biyografiyi de okumuştum o karşılaşma gerçekleşmeden önce. Haliyle kendi kanaatlerim oluştuğunda bir araya gelmiş olduk. Doğrusu planlı bir buluşma değildi, bana da sürpriz oldu.

Bu kitapta bir gezi kitabı yönü de var. İdeolojik bir gezi kitabı. Sen nereye oturtuyorsun kitabını?

Hangi kategoriye girmeli diye konuştuk yayıneviyle de. Siyasi anı desek değil, politik desek tam değil. Bir adlandırma bulamadık, bunun için kategorileşmeme kararı aldık. Ama sanıyorum 'siyasi anı' en yakın olduğu kategori diyebilirim.

Kimseye haber vermeden gittin, ailen öğrendiğinde nasıl değerlendirdiler?

Ailem Kürt meselesine karşı önyargısı olan bir aile değil. Bilmedikleri bir yere ve yapıya yolculuk etmiş olmamla ilgili endişeleri oldu yalnızca. Orada telefonla görüşme şansım olmayacaktı, bunun için haber vermemeyi daha doğrusu Diyarbakır'da olduğumu söylemeyi daha uygun buldum. Aksi halde bana ulaşamadıklarında endişeleri şiddetlenerek artacaktı.

"BASKINLAR, DENETLEMELER, KAPATMALAR..."

Brüksel'e de gittin. Orada daha özgür bir ortam var, Ferda Çetin'le bir görüşme yaptın. Kürt medyasını nasıl değerlendiriyorsun yurtdışındaki?

Zor koşullarda çalışıyorlar. Ağırlıklı Türkiye üzerine haberler yapıyorlar. Teknolojik imkanları kullanarak habercilik yapıyorlar. Kısıtlayıcı bir durum meslek adına. Ayrıca yayınlarının özgür bırakılması süreçlere göre değişiklik yaşıyor. Değişen siyasi ortamlara göre baskınlar, denetlemeler, kapatmalar yaşıyorlar. Geçen sene bir televizyon kanalları daha kapatıldı mesela.

Bir gerilla övgüsü yapmaktan kaçınıyorsun, kimseye de sempatik görünmeye çalışmıyorsun. Nasıl oluştu bu denge?

3 - 4 yıllık bir çalışma sürecim oldu Çok okudum, çok araştırdım. Ve araştırmalar esnasında şuna karar verdim; Ya taraflardan birine ya da iki tarafa birden sempatik görünme kaygısı taşıyan çalışmalar beni rahatsız ediyordu. Okur olarak samimiyet sorgulaması yaşamama neden oluyordu. O yüzden de konuya tamamen mesafeli durabilmek için özen gösterdim. Okuyan kendi kararını versin istedim. Kimseye bir fikri sempatik kılma derdine girmemeye dikkat ettim. Sadece hikayeleri aktaran, insanların düşüncelerini bilmeyenlere ulaştıran kişi olmak istedim.

Kabataş yalanını nasıl değerlendiriyorsun? Birçok gazeteci bu yalanın içinde yer aldı.

Aslında ilk andan belliydi. Herkesin gazeteci dediklerine ben gazeteci demiyorum. Okuduğum haberleri süzerek okumayı çok önceden öğrendim. Kabataş meselesi Cumhurbaşkanının sahiplendiği bir meseleydi. İlk dile getirildiğinde büyük bir yalan olduğu. Amerikan filmi vari bir senaryoydu. Deri pantolonlu adamların 52 saniyede yaşattıkları büyük bir zulüm! Yalanı devam ettiren, yalana sahip çıkan insanlar kendileriyle baş başa bırakılmalı bence. Kale alıp, ortaya ciddi bir tez koyuyorlarmış gibi muamele etmeyi gereksiz buluyorum. Keza bu işin içinde yer almış ve hala almaya devam edenler benim terazimde gazetecilikle değerlendirilen insanlar değil.

Merkez medyanın dilini nasıl okuyorsun? Barış yok, sürekli öfke ve kin dili var.

Algı yönetiminden vazgeçmediğimiz sürece gerçek bir medyadan söz etmek mümkün değil. Tüm görüşler; liberali, solcusu, sağcısı, ulusalcısı.. Herkes görüşünün getirdiği düşünce yapısını okura dikte etmeye çalışıyor. Haber verip, sadece yaşananı yaşandığı kadarıyla aktarmakla yetinemiyor. Bu bir hastalık. Umarım bir gün sadece haber veren bir medya oluşur ve umarım bizimde ömrümüz vefa ederde görürüz.

"ÇOK KAYGAN BİR ALGI YAPISI VAR"

Özgecan Arslan olayından sonra tepkiler yükseldi, yine suskunluk oldu. Yine gündem değişti, hassasiyetler neden bu kadar kısa ömürlü ülkemizde?

Ülkede çok kaygan bir algı yapısı var. Gündem çok çabuk değişiyor. Kadına şiddet de bunun basit bir örneği. Sağlam örgütlü bir mücadele olmalı, bilinçlendirme için farklı şeyler yapılmalı. Konulara gündeme göre ilgi duyuluyor, modası geçince de unutuluyor. Özgecan olayından sonra kadına şiddet belki de daha dile gelir oldu diyeceğim ama daha önce de yaşanan kötü ve büyük acılar barındıran olaylar gündeme gelmişti. Ama umutluyum. Kadına şiddet ya bitecek ya bitecek. Buna da kadınların kendi yaşam hakları için vereceği mücadele sebep olacak!

Yeni Türkiye'de senin gibi gazetecilere ne kadar yer var?

Benim gibileri bilmem ama bana yer yok. 2 yılı aşkın süredir işsizim. Bugünün koşullarına baktığımda da bir umut ışığı görmüyorum. Ben gazeteciliğe kendi çabalarım, iraden ve kimsenin düşüncesine uymak zorunda kalmadan devam edeceğim. Ama kitap olur, ama bağımsız bir yayın olur...

Önümüzdeki günlerde ne gibi planların var. Kitap büyük ses getirdi. Okurlarına yeni haberlerin var mı?

İki konunun ön çalışmaları aşamasındayım şuanda. İkisinden birine karar verip yine uzun bir çalışma dönemine gireceğim. Çalışmalarımı yine bir kitaba dönüştürme niyetim var evet ama henüz net değil.

Son dönemde internet gazeteciliği daha ön planda. Sen kendini nereye konumlandırıyorsun?

Habercilik pahalı bir iş. Bunun içinde internet gazetelerinin para kazanır bir hale gelmesi gerekiyor. Umut ışığı görüyorum ama ne kadar sürede gerçekleşir onu bilmiyorum. Ben kendimi konumlandırmamayı tercih ediyorum, her alanda ve her konuda. Gazetecinin kendini konumlandıranı makbul değildir.

Son olarak, sence sosyal medyada konuşulanlar halkın gündemini yansıtıyor mu?

Halkın gündemini yansıtabilir, ama görüşünü yansıtmıyor. Sosyal medyayla gündemi aynı olan vatandaşın düşüncesi sosyal medyada yaygın ses bulanla aynı olmuyor çoğu zaman. Bunun en büyük örneği de seçim sonuçları olarak önümüze geliyor zaten.