TRT'de mutlu değilim, bu kadar basit!
Yaşadıklarıyla ilgili konuşmama kararı alan Rojin, suskunluğunu ilk kez Pazar Vatan için bozdu.
TRT Şeş, “Türkiye'de devrim” sloganıyla yayına başladığında, kanalın starı olarak tek bir isim düşünüldü: Rojin... Kürtlerin içinden çıkan, kendini Türklere de sevdirebilmiş bir sanatçı, kanalın yüzü olacaktı. Rojin, büyük umutlarla programa başladı. Birçok kesimden tehditlere, müdahalelere, hakaretlere rağmen, programını sürdürdü... Ama sonra olan oldu Rojin TRT'den istifa etti. TRT'den istifası çok konuşulan Rojin işin gerçek yüzünü yaşadıkalrını Vatan'dan Tuğrul Tunalıgil'e anlattı...
Mardin'de yaşanan “toplu katliam” haberini aldığınızda, bir Mardinli olarak neler hissettiniz?
Mardin olayında büyük şok yaşadım. Kendi aralarında birbirlerini vuracaklarına ihtimal vermediğimden çok şaşırdım. Kan davasında bir tek erkek öldürülmüşse, o da karşı taraftan bir erkek öldürür. Töremiz bu değil işin açıkçası... Kürtlerin töresinde kadın ve çocuk öldürmek yoktur. “Kürtler böyledir, yok birbirini vurur, yok kadınını vurur” diye yapılan genellemeler çok yanlış. Bizde kadın vurmak yok. Çok inançlı bir milletiz, namaz kılanı da vurmayız. Orada oynanan kirli oyunların sonucudur bu...
Silah, bir Mardinli'nin hayatında ne kadar önemlidir?
İnsanlar, çocuklar ya da oradaki baba, evine ekmekle dönmüyor mu? Evine silahla dönüyor. Silah evin önemli bir aksesuarı. Aksesuar olmanın ötesinde bir yaşam biçimi. Silahın da yaşam biçimi olduğu yerde, şiddet kaçınılmaz. Şiddet, o coğrafyada yıllardır var. Bu olay başka bir şey. Alışılmış şiddetin dışında... Aslında töresi bozulmuş bir toplumun infiali ve vahşeti bu... Töresini ve dokusunu bozmuşsun sen oranın. İnsanlar köyünden zorla göç ettirilmiş. Gelsin birisi, seni zorla silahla evinden çıkarsın, işin yok, gücün yok, vasıfsızsın, çaresizce seni şehre atsın, ne yaparsın? Ya da birileri desin ki, “Al, şunları vuruyorsun, sana şu kadar maaş veriyorum.” İnsan Hakları Derneği'nin yaptığı araştırmaya göre, bu korucuların yaptığı ilk olay değil. Korucular, arkalarında var olan gücün şımarıklığıyla çok şeyler yapmış. Devlet toprak reformu yaparak değil de, ağalardan güç alarak, ağalardan oy toplayarak, ağaları daha da palazlandırarak orada konumlanmaya çalıştı. Ağalık sistemini eğitimle farklı yönde değiştirmek yerine, onları kullanmayı tercih etti. Tarih tekerrürden ibaret.
Bağımsız durdum ve asaletimi korudum
Yeni bir TV programında, yarışmada koronun başındasınız. Türkçe yayın yapan bir kanalda olmak daha mı kolay?
Elbetteki. Bir kere üzerinizde, “Bu kadın ne dedi” diye çok büyük bir baskı olmuyor. Sonuçta Türkçe konuşuyorsunuz. Türkçe televizyon daha çok takip ediliyor. Stres yok, gerilim yok... Mart sonunda henüz TRT Şeş'teki programım devam ederken, “Korolar Çarpışıyor” programı için Show TV'den teklif gelmişti. “Yarışma mı, ne işimiz olur” diye düşündüm önce... Ama şehirlerin yarışacağını ve kazanan koronun sanatçısının adına o şehirde bir okul yapılacağını öğrenince kabul ettim. Çünkü bir yerde okulunun olması, bir nevi adının “ölümsüzleşmesi”, bana çok anlamlı geldi.
TRT Şeş, “Türkiye'de devrim” sloganıyla başladı. Halka bir umut olarak sunuldu. Siz de Kürtlerin en tanınmış sanatçılarından biri olarak programa başladınız. Heyecanınızı kıran ve ayrılmanıza neden olan gelişmeler nelerdi?
TRT Şeş, Cumhuriyet tarihinin en önemli adımıdır. Hâlâ öyle görüyorum. Ama ben nasıl hiçbir ön yargı olmadan oraya gittiysem, oranın başındaki insanlar da ön yargılarını bir yana bırakıp Kürtleri seven insanlara yer vermeliydi. Kimsenin şevkini kırmaya kimsenin hakkı yok. Ayrıca, orası bir ticarethane de değildir. Bu ülkeyi seven insanların o kanalda olması gerekiyor. O kanalın başındaki insanların “ideolojik” düşüncesi olmamalı. Bağımsız durmak çok önemli bir şey. En sağlıklı olanı da budur. Bağımsız durmak, korkunç saldırıları, tehditleri, hakaretleri, her şeyi göze almaktır. Ama bağımsız durmak, aynı zamanda asalettir de... Ben bu süreç içinde hep asaletimi korudum.
TRT Şeş'i izlemeye vaktim yok
TRT Şeş'i izliyor musunuz?
Vaktim yok ki zaten izlemeye... Ben “Ayrılma gerekçem asla tehditler ve para değil” dedim. Ve bunu beni tanıyanlar çok iyi bilir. Öyle azimli biriyim ki, devlet tiyatrosundan gelip giderken bütün maaşımı yol parasına veriyordum. Hayatımda hiçbir zaman, kariyerimde para öncelikli olmadı. Mutlu olsaydım, kalırdım. Bu kadar basit. Bitti benim için... TRT'nin yerinde olsam, bir genç kadın her şeyi ama her şeyi göze alıp, çok önemli bir şey için gelse, onu dikkate alırım.
Dengir Bey Kürtlerin sevdiği bir isim
Dengir Mir Mehmet Fırat, Pazar Vatan'daki röportajında, “Güneydoğu'daki antenler, TÜRKSAT'tan farklı yöne dönerse, bir daha geri çeviremezsiniz” demişti. Sizce antenler öteki yöne dönmeye başladı mı?
Vallahi, buna halk cevap verecek. Ben çanak antenlerle ilgili bir tarama yapmadım. Ama halka sormak lazım. O yöreden “Benim bırakmama çok üzüldüklerini, artık kanalı izlemediklerini” söyleyen çok kişi var. Dengir Bey, çok önemli bir siyasetçi. Her kesimden Kürtlerin çok sevdiği bir isim. O bir şey söylüyorsa, bence çok değerlidir. Sözleri dikkate alınmalıdır.
Dengir Bey demiş ki, “Rojin varken izliyordum, artık ben de izlemiyorum”...
Ben kanalın çok iyi olmasını hâlâ isterim. İyi olsun, çünkü Cumhuriyet tarihinin en önemli adımıdır. Hâlâ da öyle bence... Ama oranın başındaki zihniyetin değişmesi lazım, Kürtleri bilen, Kürtleri anlayan, Kürt ve Türk halkını seven ve ideolojik bakmayan kişilerin olması lazım. Böyle şeylere girip olayı küçültmek istemiyorum. Çok önemli bir adımdır. Ben oraya gitmek için çok düşündüm. Ama çıkarken “Oh be, kurtuldum” dedim. Kendime “Koş Rojin” dedim, “Kurtuldun!”
Önce zihniyetin değişmesi gerek
Biraz da gelişi güzel atılmadı mı bu adım? Mesela, yayında “normale” diye bir kelime kullanmışlar, “normal” kelimesinin Kürtçe'si olduğunu varsayarak... Siz de programınız sırasında bu tarz kelimelere rastlayıp şaşırdınız mı?
Neden şaşırayım ki? Bu sorunun cevabı olarak, “asimilasyon”, “asimilasyon”, “asimilasyon” diyeceğim. Asimile edilmiş bir halk var...
“Asimile edilmiş halk” diyorsunuz. “Beni Kürtler biraz Türk gibi, Türkler de Kürt gibi görüyor” gibi bir sözünüz de var. Bir sanatçı gözüyle bu asimilasyon nasıl düzelir?
Asimilasyonun düzelmesi için, devlet zihniyetinin tamamen değişmesi lazım. Kürtçe konuşmanın, şarkı söylemenin, Kürtçe bir şeyler yapmanın artık korkudan çıkmış olması lazım. Yavaş yavaş değişecek ve olacak bunlar. Umarım, sağlıklı bir değişim ve gelişim olur. Zihniyetlerin değişmesi lazım önce...
Dilimizi konuşmak bizim de hakkımız
İki toplum arasındaki güven eksikliğinden mi kaynaklanıyor bu sorun?
Tabii ki... Kürtçe yıllardır yasaktı. Klişe bir laf olacak ama biz bu ülkeyi beraber kazandık. Kurtuluş Savaşı'nda, Çanakkale'de birlikte savaşıyoruz. Biz kardeşiz. Sizin diliniz serbest ama bizimkisi yasak. Böyle olmaz. Dil en önemli şey. Bülbül bile ötmese çatlar, ölür. Biz de dilimizi konuşmak isteriz. Hakkımızdır bu bizim. Bu konuda en çok darp yiyip, en ılımlı bakan insanlardan biriyim.
İlk söylediğiniz Kürtçe şarkıyı hatırlıyor musunuz?
İlk kez konser için sahneye çıkamayışımı unutamıyorum. Sene 1998'di. Benle birlikte birkaç ismi davet etmişlerdi. Sanırsam, TEMA yararına verilen bir konserdi. Zeki Şanal adında bir vali (Eski Sinop Valisi), “Bu kızın ismi terörist ismi, teröristler konser veremez” demişti. Bunun üzerine, Leman'da o valinin karikatürünü yapmışlardı. İlk şarkımı söyleyememiştim, kursağımda kalmıştı.
İlk günlerde kapıma kanlı bez bıraktılar
Devlet kanalında Kürt kimliği ile program yapmanın zorlukları nelerdi?
Bir sürü şeyler yaşıyorsunuz. Büyük bir umutla gidiyorsunuz. Mutlu olsaydım, kalırdım. Ama kalsam hakikaten de kendime, kişiliğime ve geçmişime saygımı yitirecektim. Bu yüzden, orada kalmamam gerektiğini düşündüm.
Herhalde dışarıdan müdahaleler de oldu...
İlk 1.5 ay gerçekten korkunç tehditler oldu. Bütün herkes, bana “Sakın evinde kalma” dedi. Ben de “Hayır, kalacağım” dedim. Hatta, kapıma o şeyleri bırakan kişilere, cevap yazdım: “Hey dostum, çok Amerikan filmi izlemişsin.”
Kapınıza ne bıraktılar?
Kanlı bez, kapı anahtarına boya gibi kırmızı ve “kanı” hatırlatan bir şey fışkırtmışlar, “Şehitlerimiz” diye de gazete bırakmışlardı. Bunlar sadece ilk 1.5 ayda olan şeylerdi. Ondan sonra ise, önceden bana karşı olan herkesten, “Sana karşıydım ama o kadar güzel program yapıyorsun ki, seni izlemeye başladım” diye beni mutlu eden e-mail'ler aldım.
Babam benim için Azrail gibiydi
Neler yazıyordu o gelen e-mail'lerde?
En sevindiğim şey, “Mamoste Rojin” (Öğretmenim Rojin) diye başlayan yazılardı. “Biz çok şey öğreniyoruz senden, sana karşıydık ama şu anda orada ne kadar iyi bir şey yaptığını görüyoruz” diyorlardı. Çok güzel geri dönüşler geldi. Bu da bana “Her şeye değer” dedirtti.
Bir adım atılıyor, yeni bir kanal başlıyor. Bir tarafta size karşı olanlar var, öteki tarafta yanınızda olanlar. Arada kalmak nasıl bir duygu?
Ben hayatım boyunca, doğru ya da yanlış, hep burnunun dikine gitmiş, doğru bildiğim şeyden şaşmamış birisiyim. Yaşam hikayemden de belli bu... Babam benim için “Azrail” gibiydi. Ona bile karşı koydum. TRT Şeş'te çalıştığım 1.5 ay süresince de, Ernesto Che Guevara'nın şu sözünü düşündüm: “Ölüm nereden gelirse gelsin, hoş geldi, sefa geldi”... Arkamda ağlayan çocuğum yok, bir şeyim yok. Sadece sevenlerim var. Annem belki üzülür, o kadar... Er ya da geç, hepimiz öleceğiz zaten...
Vatan Pazar