Temelkuran tatile çıkar ve olaylar gelişir!
Temelkuran bugün kendi 'Life style'ni yazmış. Hem de ne 'Life style'... Günün en eğlenceli yazısı için buyrun efendim...
GAZETECİLER.COM - Milliyet yazarı Ece Temelkuran bugün rutin dışı bir yazıyla çekti dikkatimizi. Temelkuran sadece cesaretiyle bile hergün bu sayfalarda yer almayı haketse de medya mevzularına pek bulaşmadığı için kendisini dilediğimiz kadar misafir edemiyoruz. Ama bugün durum farklı. Temelkuran bugün kendi 'Life style'ni yazmış. Hem de ne 'Life style'... Neyse uzatmayalım, hayli eğlenceli bir yazı olmuş, okuyun bizce. 'Mevzu nedir?' diye soranlar için gelsin: Ece Temelkuran tatile çıkar ve olaylar
"Beyrut’tan gelip çok çalışmaktan bozulmuş kafa ayarlarıyla
kendimi atmış bulunduğum Gümüşlük’te tatil hitama erdi. Ne
Başbakanımızın şereflendirdiği Mimoza’ya gittim ne Limon’da gün
batımı izledim ki bugün bir köşe yazarının life style’ının zorunlu
güzergâhları bunlar. Ne ki vermeyince Mabut neylesin Mahmut!
Belediye Kahvesi’nde çay-kahve içerek, Mandarin’de kahvaltı edip,
esnaf lokantası Dalgıç’ta kızartmalara ekmek banarak ve nihayet
tatlıcıda şekerpareleri ‘Battı balık yan gider’ ruh hali içinde
yutarak, life style bakımından son derece 2. Lig bir tatil yapıldı.
Ne ki başıma gelen olaylar her zamanki gibi bant karikatür
kıvamındaydı.
‘Ben sizi nerden tanıyorum?’
Olaylar bir mağazada başladı. Tatildeki tek tercihim olan
spor-paçoz stilimle etek denerken yanıma bir hanım yaklaştı:
“Ben sizi nereden tanıyorum?”
Bu da beni en geren soru arkadaş! Ne diyeceksin? Sorgu başladı:
“Kızımın arkadaşı mısınız?”
“Olabilir. Kızınız kim?”
Kızın CV’si verilir. Bir yere varılamaz. Olmayana ergi yöntemi uzar
da uzar. Nihayet okurum olan tezgâhtar güler ve ‘Ece hanım falan
filan’ diye açıklama yapar, ben yerin dibine geçerim. Ve hanım
hatırlar:
“Tabii canım! Ece Erken!”
Ben de Allah’a ve hanımın espri anlayışına sığınıp cevap
veririm:
“O da olacak bir gün inşallah!”
Hanım, bu suçluluk duygusuyla son dönem yazdığım bütün yazıları
ezberden söylemeye başlar, ben gülerim falan filan.
‘Siz öbürü müsünüz?’
İkinci hadise, birkaç gün sonra sabahın kör karanlığında cereyan
eder. Gümüşlük delisi gibi Belediye kahvesindeyim. Kahveciler bana
gıcık. Açılmadan gelip oturuyorum. Fakat Gümüşlük’te proleter
bilinç sağlam. Mesai başlamadan Allah gelse çay verilmiyor.
Takdirle karşılıyorum. Oturuyorum uslu uslu. Bir hanım, gözünden
anlaşıldığı üzere beni tanıdı ve fakat yine bir tereddüt var:
“Pardon! Siz Elif Dağdeviren misiniz?”
İçimden ‘Hasbinallah!’, dışımdan gülümseyerek ‘Hayır’ deyip olayın
önünü almaya çalışıyorum. Fakat alamıyorum tabii ve şöyle acayip
bir cümle geliyor:
“Tabii canım! Siz öbürüsünüz!”
‘Öbürü’ kim teyze?
Derken süreç bir işkenceye dönüştüğü için ismimi söylüyorum, hanım
devam ediyor:
“Tabii canım! Sizin hatta son kitabınız vardı. Neydi?.. Hrant
Dink...”
Yeni bir işkenceye katlanamayacağım için müdahale ediyorum:
“Ağrı’nın Derinliği!”
İşte o anda olanlar oluyor:
“Yok canım o değil!”
Nasıl yani? Kitabı ben yazdım teyze! Ama inandıramıyorum. Böyle
böyle sönümleniyor muhabbet. Özür kıyamet arasında kaçıyorum olay
yerinden. Sonra yollarda başka insanların “Siz siz misiniz?” gibi
daha acayip, yarı-mistik sorularına da maruz kalıyorum. ‘Ben ben
miyim?’ sorgulaması içinde kıvranırken anlıyorum ki tek çare
kıvırcık saçları yüze örtmek. Bildiğin Japon korku filmi gibiyim.
"