Tekelioğlu 'toplum bu gerilimi kaldıramaz' diyor
Hafta içi her gün Artı Bir’de ‘Gece Masası’na oturan Tuluhan Tekelioğlu: Ağzı kapalı tencere patlayacak. Bu toplum bu kadar gerginliği kaldırmaz
Gazeteci Tuluhan Tekelioğlu da her gece saat 23.30'da kanalın çok ilgi gören programlarından biri olan Gece Masası'nı yapıyor.
"Kanalın yüzde 100'ü bizimmiş gibi çalışıyoruz" dediği gibi, küçücük bir ekiple her işe koşuyorlar. Bir süredir maaş alamıyor ve bu sorunun çözümünü talep ediyorlar. Tekelioğlu sohbetimiz sırasında programa sponsor aradığını da sözlerine ekliyor. Yüzünde bir gülümsemeyle anlatıyor bunu; hem çalışma arkadaşlarına hem de izleyicisine güvendiğini söylüyor. Sözleri sonunda, gençlerin içindeki enerjiye, bu enerjinin ürünü olan toplumsal muhalefete; yani çözüme bağlanıyor hep... Onu takip edenlere umut, moral vermeyi hedefliyor.
Ömür Şahin Keyif, BirGün gazetesi için yaptığı Pazartesi Söyleşileri'nde Tuluhan Tekelioğlu ile yayın öncesi buluştu, medyayı, çocukluğunu ve şu sıralar bütün vicdanların yarası olan Mülkiye'yi konuştu.
BU ÜLKENİN MÜTHİŞ
BİR POTANSİYELİ VAR
»Son dönemde pek çok medya çalışanının üst üste yeri
değişti. Taşlar yerinden oynuyor. Bu geçicilik hissi sizde nasıl
bir ruh hali yaratıyor?
Çok renkli bir ruh hali. Hiç pesimist değilim. Gelecekle ilgili
olumsuz duygularım yok. Bu ülkenin müthiş bir potansiyeli olduğunu
gördüm Gezi'yle birlikte ve Gezi ruhu bitmedi. Giderek
totaliterleşen devlet bir düdüklü tencere hissi uyandırır. Ocağın
altını yaktılar ve gittikçe kısıtlanan özgürlüklerle, seçimdeki
şaibelerle, yeni çıkan kişiye özel kanunlarla ısıtıyorlar. Ağzı
kapalı tencere patlayacak. Bu toplum bu kadar gerginliği kaldırmaz.
İktidar, karşısındaki bu bilmediği büyük güçten acayip korkuyor.
Her kanaatten insanı, her fikri barındırıyor. Çok çeşitli ve
renkli, kontrol edemiyorlar. Şimdi dinginleşmiş gibi gözükse de her
yaştan insanın içinde var bu.
»Bu gelişmelerin basına yansımalarını nasıl
değerlendiriyorsunuz?
Anaakım medya dediğimiz şey yer değiştirdi. Alternatif medya,
anaakımın yerine geçti. Sosyal medya son derece etkin. İnsanlar
nereden haber alacaklarını çok iyi biliyorlar. 'Baskı altındayız,
fikir özgürlüğümüz kısıtlanıyor, sansür uygulanıyor' diye
düşünebiliriz; ancak gerçek habere ulaşmak isteyen halk
ulaşabiliyor. O yüzden bizi 'morali bozulmuş, bir yerlere
savrulmuş, atılmış, yok edilmeye çalışılan' insanlar gibi
düşünmüyorum; tam tersine her bir beyin, her bir fikir çok kıymetli
şu anda. Gece Masası'nda bunu görüyorum. Hukuksuzluğa karşı pek çok
yayın yaptık ve çok ciddi bir kamuoyu oluşturduğumuzu gördük.
İnsanlar bulup izliyorlar. Her ne kadar Türkiye'nin yüzde 75'ini
kavrasak bile, o saatte internetini açıp, yayına bizimle canlı
olarak katılan insanlar var...
»Alternatif kanalların sosyal medyada çok
desteklendiklerini görüyoruz. Ancak ekonomik koşullar nedeniyle
ayakta kalması çok kolay değil...
Dizi sektörü de krize girdi. Niçin? İnsanlar artık kendini uyutan
dizilere karşı çıkıyorlar, gençler dizi izlemeyi bıraktılar. Gazete
tirajları çok düştü. Anaakım medya eski gücünde değil. Türkiye şu
anda çok ciddi bir kaotik dönemden geçiyor, çok çürümüş kurumları
var. Medya da o çürümüş kurumlardan bir tanesi; bir içsel dönüşüm
geçirmesi lazım. Dönüşümü kendi içimizde yapmalıyız, bu bizim için
aslında çok iyi bir fırsat.
GENÇ İŞADAMLARI
DESTEKLERSE MEDYA AYAĞA KALKAR
»Ekonomik olarak bunu başarmak nasıl
mümkün...
Cesaretle. Ben genç işadamlarının değiştirici olabileceğini
düşünüyorum. -Yaşlılar daha konformisttir, eski Türkiye düzeninden
çok para kazandılar- TÜSİAD da birazcık direksiyon kırdı, en
azından küçük bir farklılık görüyoruz. Bu kırılmada kim ilk rolü
oynarsa o kazanacak. Onlar için de fırsat. 'Eyvah reklamverenler
korkuyor, çekiniyor' diye düşünüyor pek çok insan. Ama gelecek
günlerde, bunun değişeceğini düşünüyorum. Önümüzde 1 Mayıs var ve
Taksim'de saçmasapan bir yol, inşaat çalışması başladı. Bu halkla
dalga geçen bir algı yönetimi. Tilki kurnazlığı bu halka sökmez
artık.
»Artı Bir'in yüzde 50'si çalışanlara devredilecekti. Ne
oldu o mesele? Patron oldunuz mu?
Bu konuda hiçbir fikrim yok. Sanki bu kanalı yüzde 100'ü bizimmiş
gibi, büyük bir fedakârlıkla çalışıyoruz. Yönetimsel durumun
geldiği aşamayı bilmiyorum. Reklam verenler nezdinde Artı Bir'in
kendini ispatlamış olduğunu görmek beni çok mutlu ediyor. Güçlü ve
büyük kurumlar bize reklam vermeye başladılar. Her ne kadar büyük
imkânsızlıklarla çalışıyor olsak bile ekranı kurumsal yapmayı
başardık. Burada Can Dündar'ın çok büyük emeği var. Onun maneviyatı
bizi bir arada tutuyor. Ve böyle bir yerde gördük ki zorluklar
dayanışmayı güçlendiriyor. Yekta Kopan, Yavuz Oğhan, Ceyda Karan,
Mirgün Cabas, Özgür Mumcu, Vecdi Sayar, Nazım Alpman, Mehmet Güç,
Pelin Batu ve Koray Çalışkan da büyük emek veriyor. Burada herkes
birbirinin iyi iş yapmasını istiyor. Ama çok uzun zamandan beri
maaş alamadığımız doğru. Bunun düzelmesini ümitle talep
ediyoruz...
SABAH'TAN POLİTİK
NEDENLERLE ATILMADIM
»Sabah gazetesinden politik nedenlerle mi
atılmıştınız?
Politik değil, ben hayatımda hiç ideolojik bir insan olmadım...
»Doğrusu, sizi pek böyle konuşan biri olarak
tanımadık...
Hiç ideolojik bir insan olmadım; ama her zaman insani meseleleri
önemsedim ve onları haber yaptım. Şimdi benim hayatıma, çocuğumun
hayatına, günlük hayatımıza; bütünüyle sosyal hayatımıza,
kalbimize, gönlümüze değen bir olayı görmemezlik olmaz. Vicdani
muhasebe yapması gerekiyor herkesin. Şu an anaakımda kalmayı seçen
insanlar için üzülüyorum. Çünkü her gece o yatağa girdiklerinde
huzursuz giriyorlar. Ama ne yapsınlar?
»Sizin de ekonomik zorunluluklarınız yok
mu?
Bizim de var. Hayatımı küçülttüm. İnsanlar bunu yapabilirler. Başka
geçim kaynakları bulma yoluna gidebilirler. Onursuzluk çok daha
yıpratıcı, insanı kanser eden bir şeydir. Sabah'taki olay da,
yabancı basını takip edip bize yutturulmaya çalışılan bir şeyi
Türkiye kamuoyuna gösterdiğim için Twitter'dan... Budur...
KRİZ OLUNCA MEDYADA İLK KADINLAR ATILIRMIŞ
»Medyada işler tepetaklak oldu. Büyük kurumlardan
mütevazı kurumlara geçildi. İnsanlar egolarını törpülemek durumunda
kaldılar mı?
Bizi kimliklerimiz tarif ediyor bu ülkede. Bu çok tehlikelidir.
Çünkü kimlikler bizim giydiğimiz elbiselerdir. O elbiseler o
kurumlara aittir. Ben hayatımda kendimi hiç böyle hissetmedim. Bu
duyguyu, egomu törpületen şeyi, bir tek Hürriyet gazetesinde
yaşamıştım... Yedi sene orada çalışmıştım. 2001 krizinde kovuldum.
Kriz bahane edildi. Ama o dönemde öğrendim ki kriz olunca ilk
kadınlar atılırmış. Oysa medyadaki en zor işleri kadınlar üstlenir,
yöneticiler erkeklerdir... O zaman farkına vardım, kadın olmak ne
kadar meşakkatli bir işmiş. Üstelik de Hürriyet'te 2,5 sene
kadrosuz, sigortasız çalıştırılmıştım. Resmen beş seneyi
dolduramadığım için bir maaş verdiler, gönderdiler. Ondan sonra
kendi kendime söz verdim; hiçbir şekilde bir kuruma ait
olmayacağım... Gazetecilik demek bir kuruma ait olmak demek
değildir. Mesleğine ait olursun. Sabah gazetesinde kurduğum ilişki
de böyle bir ilişkiydi. Kendimden bıraktığım bir tek şey yoktu
orada. Her sabah gittiğimde altı yıl boyunca misafir kartı aldım ve
onu bırakarak çıktım.
»Yayınlarınızda meseleleri çok içselleştirerek
işlediğinizi görüyoruz... Genel gerginlik size de yansıyor
mu?
Ama mesele içselleşmiş durumda. Ben oynamayı bilmiyorum. Başka bir
şey yapamazdım. İnsanlar talk show yapıyorlar merkez medyada.
Türkiye'de hiçbir şey olmamış gibi davranan; bir çocuğun aylarca
komada kalmasına, erimesine, onun ölümüne sebep olan insanların
bulunmamasına karşı tavır takınmayan insanları gördükçe de çok
şaşırıyorum. Sen ekrandaysan mutlaka vicdani muhasebe yapman
lazım?
DRAMATİK OLAYDAN MİZAH ÇIKARDIK
»Geçen yıl ekim ayında Kato'ya gitmiştiniz... 'İlk defa
PKK'yi gördüm' yazmıştınız. Daha önce bu kadar içine girmemiş biri
olarak o deneyim sizde ne değiştirdi?
Bu kadar içine girmemiş biri gibi söylemeyelim... Şimdi şunu sana
söyleyeyim; ben 14 yaşında ergenliğimi görüş günlerine giderek
geçirdim. Kimse bilmez bunu. Teyzem Türkiye Komünist Partisi
kurucularındandı. Babam YÖK mağdurudur. 15 yaşında Fransız okuluna
gidiyordum. Babam tayin olacaktı, gittiği yerde Fransız okulu
yoktu, bir liseye başladım. Çocuk aklımla şunu gördüm: Sen ne kadar
başarılı olursan ol, ülken başarısızsa sen de başarısızsın. İkinci
yaşadığım şey: Ben anneannemdeyim, gecenin bir vakti evin içine
polisler geliyor, bize teyzemi soruyorlar, arama emri olmadan evi
aramaya başlıyorlar. Ve anneannemin oradaki olgunluğunu,
sağduyusunu gördüm: "Oğlum bulursanız bize de söyleyin, onu çok
özledik, merak ediyoruz..." Teyzem hiçbir suçu yokken, bir kod adı
da uydurulmuş, 45 gün işkence gördü, daha sonra Mamak Askeri
Cezaevi'nde, 80 sonrası, 2,5 yıl hapis yattı. Her hafta sonu görüş
gününe gittim. Her mektubumuz okundu. Teyzemin benim yazı hayatıma
çok büyük etkisi vardır. Müthiş bir kalemi vardı. Adı Gülen
Tunguz'du. MS hastası oldu hapishanede ve biz onu iki sene sonra
pankreas kanserinden kaybettik. 12 Eylül'de babamın evimizdeki
kütüphanedeki bütün değerli kitaplarını çöp torbasına koyup,
mahalledeki çöp tenekesinde yakmasına tanık olan bir çocuğum...
»Kato ziyaretine dönersek...
Saha muhabiriyim, 20 yıllık gazeteciyim. Ne gariptir ki ekranda
yaptığım işler insanların aklında kalıyor. Oysa Türkiye'de
gitmediğim görmediğim yer kalmadı. Bu sene iki önemli habere imza
attım. Bir tanesi Reyhanlı'da rahmetli Uğur Mumcu'nun haberini
yaptığı Rabıta hastanelerini ortaya çıkarmaktı. Diğeri de
Faraşin'de barış sürecinde PKK'nın inşa ettiği mezarlıklardı. Bir
mimariler, bir estetik oluşmuş... Etkilendiğim şey şu oldu. Kadın
erkek sayısı eşitti ve çok sayıda yabancı vardı. Kadın ve erkeğin
yan yana olduğu şehitlikler... Hiçbir zaman hiçbir insanı Alevi,
Hıristiyan, zayıf, şişman, kötü, iyi diye ayırmadım. Mesleğimde de
böyle yapmaya gayret ediyorum. Twitter'dan vs. tepkiler geliyor,
hiç umurumda değil...