Tayyip Erdoğan'a güvenmem benim hıyarlığım!
Hürriyet gazetesi yazarı Cüneyt Ülsever'in Yeni Harman Dergisi'ne yaptığı açıklamalar çok tartışılacak gibi görünüyor.
Yeni Harman Dergisi yine çok ses getirecek bir röportaja
imza attı. Hürriyet gazetesi yazarı Cüneyt Ülsever ile konuşan
dergiye Ülsever’in yaptığı açıklamalar çok tartışılacak gibi
görünüyor.
Cüneyt Ülsever röportajda Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ile ilgili
önemli açıklamalarda bulundu. Ülsever önceleri Erdoğan’ı
desteklerken hangi siyasi gelişmelerin ardından Erdoğan ile
arasının açıldığının hikayesini anlattı.
Erdoğan ile nasıl tanıştı
Ülsever Erdoğan ile tanışmalarını şöyle anlattı: “Benim Recep
Tayyip Erdoğan’ın hapis cezası aldığında kendisine geçmiş olsun
demek için belediyedeki makamına gitmem ile başladı. Kapısında
askerler, jandarmalar bekliyordu o gün. Bir araştırılsın bakalım
kaç kişi o şartlarda kendisine geçmiş olsun dedi. Bunlardan birisi
bendim. Hatta gittiğimde -Ziya Gökalp’in şiirini okumuştu ya-
kameralara, ‘Allah’tan üstat rahmetli yoksa onu da tutuklarlardı’
dedim. Millet altüst oldu. O gün itibariyle tanıştım kendisi ile.
Ondan sonra hapisten çıktıktan sonra ilk aradığı adamlardan biri
ben oldum”
Verdiğim kitapları okumadı
Ülsever Erdoğan ile hapishaneden çıktıktan sonra buluştuklarını
Erdoğan’a okuması için kitap verdiğini ancak Erdoğan’ın kitapları
okumadığını şöyle anlattı: “Arada bir buluşur sohbet ederdik. Ben
ona bazı kitaplar verirdim okusun diye. Ancak sonradan çözdüm ki
hiç okuma alışkanlığı yok. Onun yerine daha çok konuşarak öğrenen
bir adam. Belki de bu, Türkiye’de siyaset yaparken bir avantajdır.
Demek kitap okumamanın görünmez bir faydası var. Bu ahbaplığımız
bir süre daha devam etti. Parti kurulma tartışmalarında ben de
bulundum. Yanındaki arkadaşları bana sen de geliyor musun
dediler.”
O zaman yanında liberaller yoktu
Ülsever Erdoğan’ın 28 Şubat ile ilişkisini şöyle anlattı: “O dönem
bana 28 Şubat’tan çok iyi ders aldığını söylüyordu. Ha, o dönem
yanında, bugün yanında olan liberal arkadaşlarından hiçbirisine
rastlamadım. Hatta içlerinden bir tanesinin, üniversiteye bir
öğretim üyesi girerken, “onun eşi türbanlı alamayız” dediğini bilen
bir adamım. Valla almayanı söylemem ama alınmayanı söyleyebilirim.
Alınmayan şahıs Ahmet Davutoğlu.”
Erdoğan’ın hapisliği komplo mu?
Ülsever, Erdoğan’ın hapis cezası almasında çok ilginç bir komplo
teorisi ortaya attı. Ülsever’in teorisine göre Erdoğan’ın hapise
girmesinin ardında Fazilet Partisi’ni bölme projesi vardı. Ülsever
şöyle anlattı: “O zaman gel kendi komplo teorimizi yazalım. Tayyip
Erdoğan’ın hapis cezası almasında Fazilet Partisi’ni ikiye bölmek
mühendisliği vardır. Fazilet de her Ankaralı parti gibi
merkeziyetçi bir partidir. İşte bu yapıya kafa tutan Abdullah
Gül’dür. Recai Kutan’a karşı aday olduğu kongrede ben vardım. Orada
Gül çok yanlış sözler söyledi. Delegenin %60-70’nin yaşlı olduğu
yerde partiyi yaşlılara yönettirmeyeceğiz dedi. Sonra Bülent Arınç
bir belagat ustası olarak çıktı ve bunu toparlamaya gayret etti.
Hatta sonra ben Arınç’a demiştim ki Abdullah Gül’e bu yaptığını
babası yapmaz. Yani söylemeye çalıştığım bu ekip ile Tayyip Erdoğan
birleşik değildir. Ama birden bire Tayyip’in yükselişi başlar. Ne
zaman başlar? Dava açıldıktan sonra başlar. Yani düşünün 28 Şubat
Hareketi birisini doğrudan karşısına alır. Yani bu yanda bir parti
var, beri yanda bir şahıs var. Ama o, şahsı kahraman yapar. Sanırım
Tayyip Erdoğan bu mesajı iyi okudu. Şimdi buradan bakılınca o hapis
kendisine ödül mü oldu ceza mı orası tartışılır. Anladığım
kadarıyla bunlar oturup bir hesap yaptılar. Yahu bir taban var bunu
yok edemiyoruz. Türkiye’de bir askeri rejimi uzun sürdürmek de
mümkün değil. O zaman böl ve yöneti tercih ettiler. Fazilet
bölünerek bir işe yaramaz hale getirilmek istendi. Ha,
liberallerden ne öğrendi sorusuna gelince ben şunu bizzat yaşadım.
Tayyip Erdoğan bana dedi ki ben 28 Şubat’tan bir ders aldım.
Diyordu ki; ben yolumuzun yol olmadığını gördüm. Dünya değişiyor.
Biz dünyaya çok kapalıyız. Biz dünyanın değişen ekonomisine ayak
uydurmalıyız. Ve ben gördüm ki benim inancımı en iyi
yaşayabileceğim sistem demokrasidir. Bunu anlamıştı. Ve bana
diyordu ki ‘bana Turgut Bey’i anlat. Ben bayrağı ondan ileriye
taşıyacağım’.
Nasıl uzaklaştı
Ülsever Erdoğan ile ilişkilerinin soğumasını ise şöyle anlattı:
“Benim şahsen uzaklaşmam 2004-2005 yıllarında oldu. Ben 28 Şubat’ta
yedi davadan yargılandım. Bunun iki veya üçü doğrudan doğruya
Erdoğan’ı savunmaktandır. Ben Turgut Bey’den sonra gelen liderdir
diye düşünüyordum. Çalışkanlığını çok beğeniyordum. Hâlâ kendisinin
bu özelliğini çok takdire şayan bulurum. 2004’ün sonlarına doğru
artık bendeki inanç “acaba”ya döndü. Ve ben karar verdim ki bu adam
beni aldattı.”
Avrupalı Gazeteciler bizi arıyordu
Ülsever Erdoğan’ın halkı değiştirmek gibi bir niyetinin olmadığını,
aksine halkı olduğu gibi kabul ederek kendi ilişkilerini
dönüştürdüğünü söyledi. Ülsever Erdoğan’ın bu dönüşümünde
liberalleri kullandığını söyledi: “Tayyip Erdoğan halkı olduğu gibi
kabul etmiştir. Ve kendisini dönüştürmesinde de bizi kullanmıştır.
Ben o kullanmaya razı olmadım. En somut kullanışı da AB olmuştur.
Başbakanlığının ilk döneminde haftada üç ülkeye gitti. Oradaki
gazeteciler bizleri arıyordu. Biz tabii o dönem kendisine çok
yardımcı olduk. Bu adam değişiyor diye anlattık. Bu adam yeni Özal
diye çok anlattık. Kırılmamızın en spesifik olduğu an da, ben
eleştirel yazılar yazmaya başlayınca oldu. Ama ben kendisine
söylemiştim. Şimdi sen mağdursun, iktidar olunca ne olursun bilmem.
Benim bir huyum var mağrurun yanında olamıyorum. Bakın geçen bir
yazı yazdım ve neredeyse sille tokat dövüşeceğim Doğu Perinçek’e de
sahip çıktım. Çünkü mağdur. 28 Şubat yalakası iken mağrurdu, şimdi
mağdur. Tayyip Erdoğan da mağdurken bizi kullandı. Yanlış anlamayın
hiçbir zaman şeriatçı olduğunu düşünmedim. Ama muhafazakâr hayat
tarzını empoze edişini gördüm. Muhafazakâr hayat tarzı modern hayat
tarzını dışlamaya çalışırken o buna göz yumuyor.”
“Ülsever haindir” dedi
Ülsever Erdoğan ile ilişkilerinin kopmasına neden olan olayı ise
şöyle anlattı: “Ben ‘AKP NATO’dan çıkmayı konuşuyor’ diye bir yazı
yazdım. Başbakan bana hiç açıp sormadan ertesi gün Milliyet’ten bir
kaç gazeteci ile yaptığı bir toplantıda ‘Cüneyt haindir’ diyor. Bu
çok ağrıma gitti.
Bunun adı şeyhlik
Ülsever AKP politikalarından rahatsızlığını ise şu sözlerle
anlattı: “İnanılmaz bir “ben ve diğerleri” ayrımı olan dönemde
yaşıyoruz. AKP’lisin ya da CHP’lisin ayrımı en yüksek seviyeye
çıktı. Sonra Kürt açılımı. Orada Başbakan’ın konjonktüre uygun
davranarak sahtekârlık ettiğini düşünüyorum. Sonra mesela ilk hızlı
tren kazası, bu bana çok ters gelmişti. O trenin o raylarda
gitmeyeceği ona söylendi ve buna rağmen emir verdi ve o raylarda 35
kişi öldü. Bu Şeyhliktir.
Bilal’in anlayışı
Ülsever Başbakan Erdoğan’ın ailesinin anlayışını gösteren çok
ilginç bir olayı şöyle anlattı: “Bak size bir anı anlatacağım daha
iyi anlayacaksınız. Bilal, Johns Hopkins’de doktora yapıyor. Ben de
aynı okulun Bologna merkezinde mastırımı yapmıştım. Bir arkadaşımız
daha var; Hasan. Bir akşam hep beraber yemek yiyelim dedi. Birlikte
yemeğe gittik. O sırada babası ile de kavgalıyız. Ama benim gözümde
Bilal ayrı Tayyip Erdoğan ayrı. Ben bu konuyu hiç açmıyorum ve
şakalaşarak yemek yiyoruz. Hatta masayı teorik olarak ikiye böldük.
Biz şarap içiyoruz, o hanımıyla müslüman tarafta. Gayet güzel
konuşurken birden Bilal ‘Ya abi siz ne güzel babamla arkadaştınız.
Onu çok kırıyorsun’dedi. Hayrolsun ne yapıyorum? dedim. Sen Padişah
mısın diye bir yazı yazmıştım ben de o aralar. ‘Sen’ dedi ‘Hem
babama padişah dedin, hem de sen dedin’ dedi. Seçime girerken bir
elektrik zammı yapılmıştı hem de enerji bakanına sormadan. Ben de
bir yazı yazarak sormuştum böyle bir uygulama olabilir mi diye.
Üstelik Erdoğan matematikten bihaber bir adam bu nasıl olur diye.
Neyse Bilal’in bu serzenişi üzerine ben de ona dedim ki ‘Bak oğlum
kırgınlık var ama bu karşılıklıdır ve babanın bana hain demesi ile
başladı’ deyince ‘Ama o başbakan’ dedi. Şimdi bundan sonrasından
kendisinin de haberi yok. Benim yanımdaki arkadaş Bilal’in
söylediklerini Dekan’a söylemiş, böyle söyledi diye. Dekan bana
sordu “gerçekten söyledi mi?” diye. Adam biz bunu eğitirken neyi
yanlış yapıyoruz onu merak ediyorum dedi. İşte geldiği ideoloji o
kadar kuvvetli ki, eğitim değiştiremiyor. Şimdi benim böyle bir
zihniyetle işbirliği yapmam mümkün mü? Ha şimdi Kemalist
arkadaşlarım sen zamanında bu kazığı nasıl yedin diye sorunca inan
karşı çıkmıyorum. O da benim hıyarlığımdan diyorum.”
Bu davayı savunanların vicdanı rahat mı
Ülsever Ergenekon Davası’na ilişkin eleştirilerini ise şöyle
sıraladı: “Ergenekon asrın davası ise Çevik Bir niye dışarıda? 27
Nisan Muhtırası’nı ben verdim diyen Yaşar Büyükanıt’a neden soru
sorulmadı? Paşalar dışarıdayken Balbay niye içerde? Şuna yüzde 99
eminim: İçerideki adamların hepsi demokrasiye saygısız adamlar. Ama
demokrasiye saygısız olmak suç mudur? Çevik Bir’i neden hiçbir
arkadaşım dert edinmiyor. 12 Eylül, hadi diyelim Paşa çok
ihtiyarladı. Ama darbeyi yapanlar daha dışarıdayken içeridekilerin
henüz yargılanmamış olmaları kimsenin vicdanını sızlatmıyor
mu?”
Bir çifte standart var
Ülsever Ergenekon Davası ile orduya dönük uygulamalar arasında bir
çifte standart olduğunu ise şöyle özetledi: “Bakın size bir şey
okuyacağım. Adam yazıyor. Evvelki gün Başbuğ’un Trabzon’da yaptığı
konuşmanın ne kadar anlamsız olduğunu yazıyor. Hemfikirim. Allah
razı olsun.
‘Adli makamlar, ihbar mektuplarına, özellikle itirafçıların, gizli
tanıkların verdiği ifadelere karşı daha duyarlı ve daha dikkatli
olarak hareket etmelidir. Böyle durumlarda TSK ile bilgi teatisi ve
işbirliğinde bulunmalıdırlar. Aksi durumlar, kurumlar arası
çatışmalara neden olabilir.
İşte bu kadar!
Başbuğ daha ne desin?
Hukuk devletine inanmadığını... Hukuk devletinin zaten arızalı
biçiminden bile rahatsız olduğunu daha nasıl anlatsın.’
Fakat aynı yazarın 19 Ekim’de yazdığı yazıya gidiyoruz. Habur’daki
karşılamalar üzerine yapılan çifte standart eleştirilerine
cevaben
‘Evet! İlkeler ve adalet açısından baktığınızda yerden göğe kadar
haklı ancak böyle sorunlar çifte standartsız çözülemez! "Aman çifte
standart olmasın" dediğiniz anda açılım maçılım kalmaz. Kaz gelecek
yerden bıldırcın esirgenir mi? Bu şartlar altında çifte standardın
lafı mı olur?
Üç beş kişiye adaletsizlik olacak diye, devasa bir sorunu çözme
fırsatı kaçırılır mı? Özetle: Büyük siyasi sorunlar, siyaset
tarafından yaratıldığı için, hukukla değil, yine siyasetle
çözülür.
Hukuk arkadan gelir.’
Bu Emre Aköz. Nasıl bir çifte standarttır?”
Jenkins’i ajan ilan ettiler
Peki ben de bir cevap veriyorum: “Halkların bazen doğru karar
veremediği tarihle malumdur. Mussolini de Hitler de halk tarafından
seçilmiştir sonra da nasıl canavar oldukları ortaya çıkmıştır.
Onların devrilmeleri sırasında tabii ki kimse hukuka
başvurmamıştır. Buradan hareketle her ne kadar halk seçmişse de
niyetleri çok kötü olan insanların iktidara geldiklerini ve zamanla
hukukun önüne geçtiğini düşündük ve bu darbeyi yaptık”. Bu cümle
ile Uluengin’in cümlesi arasında ne fark var? Daha beteri Gereth
JENKINS diye bir adam çıkıyor. Ben hayatımda tanımam. Taraf yazı
işleri müdürü Yıldıray Oğur bir yazı yazdı, okudum bu adamın
raporunu dedi. Batılı Kemalist diye bir kavram yarattı. İlk
yazısında bu adamı ajan ilan etti.
Evet. Fakat bu adamı suçladığı yazı dizisinin ikincisinde bizzat
Yıldıray şöyle ifadeler kullandı: Ergenekon iddianamelerinin
dikensiz gül bahçesi olduğunu kimse iddia edemez. Binlerce sayfa
içerisinde mesnetsiz pek çok iddia ve yüzlerce şüpheli arasında
mağdur edilmiş pek çok kişi olduğu açık. Ama Türkiye şartlarında
yürütülen böyle bir soruşturmanın sorunlu alanlarına yoğunlaşılarak
asıl iddianın karartılması pek iyi niyetli bir değerlendirme biçimi
değildir. Bakın görün ki bu benim hayatım boyunca hep karşıma çıkan
Kemalist değerlendirme biçimidir. Ya, bak çok güzel şeyler
söylüyorsun da Türkiye’nin kendine özgü şartları var. Yahu 28
Şubat’ın gerekçelerinden birisidir Türkiye şartları. Bununla onun
farkı ne? Yıldıray’la devam edelim mi? Diyor ki ‘Anlaşılan
Jenkins’ın kafasını savcıların kendi iddiaları ile iddianameye boca
ettikleri, delil dosyalarının birbirine girdiği Türk iddianame
yazma stili karıştırılmış’. Yani bir Türk iddianame yazma stili
var.
Taraf gazetesi gerçekten çok cahil
Aynen öyle. En komiği de Yıldıray’ın yazısında şu bölüm; Jenkins’in
raporunda üzerinde durduğu konulardan biri de Ümraniye’de bulunan
bombalar ile Cumhuriyet Gazetesi’ne atılan bombalar arasındaki
benzerlikler mevzuu. Bu konuda rivayetler muhtelif. Bombaların aynı
seriden çıktığı yolundaki kesin haberlerin daha sonra doğru
çıkmadığını söylerken Jenkins haklı. Bir bilgi kirliliği olduğu
açık. Kesin haberlerin daha sonra doğru çıkamaması nasıl bir cümle?
Bilgi kirliliği oldu diyor. Yapan kim? Taraf gazetesi. Gerçekten
çok cahiller ve bir kısmı bazı görevlere çok erken getirildiler.
Bunlar, taşıyamadılar. Yazdıklarının ne kadar saçma olduğunu fark
edemiyorlar. Sirk maymunu gibi fotoğraflar vermeyi marifet
sayıyorlar. Bunlara da birileri bilerek hodri meydan diyor.”
Liberallerin maddi çıkarı var
Ülsever liberallerin neden hükümetle içli dışlı olduğunu ise şöyle
anlattı: “Niye bazı liberaller hükümetçi... Bir kısmı ben çok net
biliyorum ki maddi çıkarları olduğu için. Böyle dönemde daha önce
almadıkları işleri almaya, alamadıkları rapor yazımlarını almaya,
eş dostun bir yerlere atanması gibi kıyaklara sahip oldular.
Türkiye’de belirli gazeteler var oralarda yazmayı kabul ettiğin
anda beyninin yarısını zaten karşı tarafa teslim ediyorsun.
Oralarda yazabilenler için daha önce olmayan maddi çıkarlar resmen
doğdu bu bir. İkincisi; askerden zamanında çok dayak yiyen
rövanşistler var. İntikam duygusu ile yanıp tutuşanlar. Üç;
uluslararası bir oyun var ve buna bilerek dâhil olanlar var. Helal
olsun AKP’ye, bunların ne istediğini fark etti ve bunların nabzına
göre şerbeti verdi.”