Tayfun Atay'dan Cumhuriyet'e veda yazısı: Ahde vefa diye bir şey var
Cumhuriyet Pazar'ın yayın yönetmeni Tayfun Atay, "Kalacak bir türkü söyler gideriz" başlıklı yazısıyla gazeteye veda etti.
Cumhuriyet gazetesinin sahibi konumundaki Cumhuriyet
Vakfı’nda yönetim değişikliğinin ardından gazetenin eki Cumhuriyet
Pazar'ın yayın yönetmeni Tayfun Atay, "Kalacak bir türkü söyler
gideriz" başlıklı yazısıyla gazeteye veda etti.
Gazetenin yazarlarından Orhan Bursalı yönetim değişikliği
sonrası gazeteden ayrılmaya karar veren yazarlar Tayfun Atay ve
Çiğdem Toker’in kararını değiştirmesi gerektiği görüşünü dile
getirmişti.
Evladına bırakacağı en kıymetli mirasın Cumhuriyet olduğunu
söyleyen Atay'ın son yazısı şöyle:
Aslında bugünkü yazım, “Durmanın ve susmanın gücü” başlığı
altında, sevgili dostum Barbaros Şansal’ın Kıbrıs’ta maruz kaldığı
“sıradan faşizm” üzerine olacaktı. Ya da faşizmin nasıl gündelik
hayatımızın “yeni normal”i haline geldiği üzerine bir yazı
diyelim!.. Barbaros’un avaz avaz zehir saçan bir ağız karşısında o
muhteşem “duruş ve susuş” ile nasıl “panzehir” ürettiğine dair bir
yazı… Nasıl bazı sorular karşısında susmak en doğru cevapsa,
kaba-saba, kara- zorba cehaletin çirkef şovenliği karşısında da
korkmadan, kaçmadan ve “saldırganlık” oyununa gelmeden “dimdik
susmak” güçlülüktür diyecek bir yazı…
Bunu yazamadım (ya da işte bu kadarcık yazabildim!) ve bir
“Veda” yazısıyla karşınızdayım!..
***
Cumhuriyet gazetesinde yönetim değişti; benim bu gazeteyle
bir yazar olarak bağımın kurulmasından çok öncelere giden uzun,
tatsız, çirkin ve ne yazık ki aralarında dost, kardeş, ağbi bir
dizi insana son iki yılda büyük bedel ödetmiş bir çekişmenin son
durağı mahiyetinde…
Ve ben, Cumhuriyet’le yazarlık bağı kurduktan sonraki süreçte
yaşadıklarım, tanık olduklarım, gözlemlediklerim doğrultusunda
kararımı ayrılmaktan yana veriyorum.
Yaklaşık 3 buçuk yıl Cumhuriyet’in ekmeğini yedim. Cumhuriyet
beni Türkiye’de çok geniş bir kamuoyu ilgisine açtı, müthiş bir
okur sevgisine kavuşturdu. Bir sosyal bilimci olarak hep dediğim
gibi, hayatın içinde olup bitenleri yıllarca üniversiteye nasıl
taşıdıysam, üniversitede öğrendiklerimi de (kavram, kuram, yöntem)
hayata, topluma, halka taşıma imkânını en yoğun, en etkin, en
saygın şekilde veren “ocak” oldu bana Cumhuriyet…
Evladıma bırakacağım en kıymetli miras bu!..
***
Dolayısıyla ben de aynen Murat’ın (Sabuncu) yaptığı gibi, ne
oldu, neden oldu, nasıl oldu, kim haklı, kim haksız, yanlış,
kusurlu ve benzeri konulara bu aşamada hiç girmeyeceğim. Ancak iki
gündür gerek yeni yönetimle irtibatlı gerekse de çok daha zorlayıcı
şekilde okurlarımdan gelen “Gitme kal” çağrıları karşısında;
yaşanmış olanlar üzerinden Cumhuriyet’e zarar verecek hiçbir
gerekçe öne sürmeksizin sadece bir tek söz söylemek
istiyorum:
Ahde vefa diye bir şey var.
Bana Cumhuriyet’in yolunu Can Dündar açtı. Can, benim 45
yıllık arkadaşım; sokaktan, mahalleden, okuldan… Benim mazim o ve
mazisi olmayanın istikbali olmaz. Murat Sabuncu da gazeteciliğe
2003’te adımımı attığım ilk yıl Milliyet binasında hep siyahlı ya
da “lacili” takım elbisesiyle bir eli cepte “sevimli bir ciddiyet”
içinde aşağı yukarı dolaşırken karşıma çıkmış bir güzellik, ve
dostluğumuzu o günden bugüne taşıdık. O da gazetecilik pratiğinde
bir başlangıç siması benim için…
Ben Cumhuriyet’te acısıyla tatlısıyla, bazen kol kırılıp yen
içinde kalacak şekilde Can’la, sonrasında da Murat’la ve tabii Akın
Atalay’la Orhan Erinç’le çalıştım. Şimdiki yönetim değişikliği de
malûm, bu ekibin tasfiyesi olarak değerlendirilmekte.
Ben onlarla birlikte ayrılmaktan yana kullanıyorum tercihimi
ve adeta etin tırnaktan ayrılmasının karşılığı olabilecek bir
duygusal acıyla okurlarımdan haklarını helâl etmelerini
diliyorum!..
***
Hayata yazarak müdahale etme arzu, telaş ve aşkında iki
dinamik kalemimin akışında belirleyici oldu diyebiliyorum:
Antropolojik bilgi ve sosyalist ahlâk…
“Ötekinin bilimi” demek olan antropolojiden “öteki” olanı
sadece tanımayı bilmeyi değil, sevmeyi öğrendim; ayrıca hiçbir şeyi
ve hiç kimseyi yargılamamayı, ama anlamayı da… “İnsan toplumsal
varlıktır” ilkesinden beslenen, “insan, insanın kurdu” değil,
“dostu”dur inancına yaslanan sosyalist ahlâkın sacayağını da
paylaşma, duygudaşlık (empati) ve diğerkâmlık olarak
oturtuyorum.
Elbette insanız ve insani zaaflar, kusurlar, yanlışlar bizim
de kapımızı çalmıştır; ancak eğer bugün yeni işbaşına gelmiş
yönetimin yanında olanlar da dâhil, Cumhuriyet okur yelpazesinin
farklı hatta birbirine aykırı dilimlerinin hepsinden yazarlık
pratiğim doğrultusunda takdir ve sevgi görmekteysem bunun övüncünü
bu iki dinamiğin hayatımdaki yerine borçlu olduğum kanısındayım!
Bundan böyle de insanlık serüvenimde bu iki dinamik doğrultusunda
aynı minval üzere yol almak, ahdimdir!..
***
Okurlarımdan koptuğum için üzgün olduğum kadar, bir
“evlat”tan kopma hüznü de var içimde. “Cumhuriyet PA- 7AR”
o…
Cumhuriyet PA7AR, bana muazzam bir deneyim, daha doğrusu
“imkânsız”ı yaşattı: “Annelik” deneyimi, duygusunu…
Cumhuriyet PA7AR, arkadaşlarımızın hâlâ zindanlarda çile
doldurduğu bir dönemde gazetenin içinde bulunduğu maddi- manevi
sıkıntılara bir nefes sıhhat olsun diye yokluktan var edildi. O
dönemin gazete yönetiminin ifadesiyle “olmayan bir para” ile
çıktı.
Bu yüzden tamamen gönüllüce benim çağrıma kulak veren
hocalarımdan dostlarıma, öğrencilerime ve kendi içinde pıtrak gibi
çoğalan yeni yeni isimlere açılan yelpazede bir “güzellikler
ordusu” ile “doğurdum”, “besledim”, “büyüttüm” PA7AR’ı…
Onunla “Annelik” nedir, deneyimledim, böylece “daha tam
insan” oldum ya, ölsem de gam yemem çok şükür!..
O, Cumhuriyet’te benden geriye kalan bir türkü
olsun!..
Böyle diyelim ve okurlarımın yazarken şiirin cazibesine sık
sık nasıl tutulduğumu bildikleri üzere, Özdemir Asaf’ı sonsuzluktan
çağırıp Cumhuriyet öykümüzü “şiir”e dönüştürerek noktalayalım;
tekrar görüşmek üzere diyerek, dileyerek!..
“Neler gördük neler bu güne kadar
Daha gidilecek yerlerimiz var
Bizi buralarda unutamazlar
Kalacak bir türkü söyler gideriz.”