Tarih yandaşları kocaman harflerle yazacak!
Bugünlerin ‘yandaş gazeteciliği’nin gazetecilik mesleğine nasıl bir ihanet olduğunu tarih kocaman harflerle ve de hiç zorlanmadan yazacak.
Milliyet gazetesindeki köşesini kaybettikten sonra T24 internet
gazetesinde eleştirilerini kaleme alan usta gazeteci Hasan Cemal,
bugün köşesinde Cemil Çiçek'in sözlerini eleştiren bir yazıya imza
attıktan sonra Genel Yayın Yönetmeni olduğu zamanlarda
Cumhuriyet'in başarılı muhabilerinden biri olan Faruk Bildirici'nin
dünkü yazısına çarpıcı bir destek verdi.
Yazısının "Yandaş gazeteciliğin mesleğe ihaneti" başlıklı bölümünde
Hasan Cemal şöyle yazdı:
"Bu bakımdan ilginç bir örnek dün Hürriyet’in Okur Temsilcisi
köşesinde vardı.
Erdoğan’ın ‘bağımsız medya’dan hoşlanmadığını,
yandaş medya ile nasıl rahat ettiğini apaçık
gösteren bir örnekti bu.
Uçaktaki gazeteciler başlığını taşıyan
değerlendirmesinde Faruk Bildirici şunları
yazmıştı:
Başbakan Erdoğan’ın gazetecilerle
uçak muhabbetleri iyiden iyiye güdükleşti.
Her şeye rağmen gazetecilik yapmaya çalışan gazete ve
gazetecilerin yıllar içinde elenmesinin doğal sonucu bu. Artık
o uçağa binebilecek gazetecilerin isimleri neredeyse sabit. Kimi
medya kuruluşlarının temsilcileri uçağın değişmez
“davetli”leri haline geldi.
O gazetecilerin bu ülkenin başbakanı ile saatler süren
sohbetlerinden okurların merak ettiği sorulara yanıtlar
çıkmayacağını, gelişmelerin perde arkasının didiklenmeyeceğini
peşinen biliyoruz.
Erdoğan’ın Köln
dönüşündeki uçak sohbetinden farklı bir soru yanıt, bir gazetecilik
pırıltısı çıkacağını da ummuyordum doğrusu.
Ama gündemde birinci ağızdan yanıtlanması gereken epey soru
birikmişti.
Her şey bir yana Erdoğan, hâlâ ne kendisinin
Soma’da bir kişiyi tokatladığı iddiasıyla ilgili
tek söz etmiş, ne de Özel Kalem Müdür Yardımcısı Yusuf
Yerkel’in madenciyi tekmelemesi ile ilgili
konuşmuştu.
26 Mayıs’ta gazeteleri merakla açtım. Erdoğan’ın uçağına
Sabah, Akşam, Yeni Şafak,
Star, Türkiye ve Akit’ten temsilci ya da
yazarlar alınmıştı.
Hepsinin yazdıklarını taradım, sohbet etmişler ama gündemin can
alıcı sorularını sormamışlardı. Tekmelemeden, tokat atma
iddialarından hiç mi hiç bahsedilmiyordu.
Hatta Okmeydanı’ndaki olayların üzerinde
durulmasına rağmen Uğur Kurt’un polis kurşunuyla
vurulması bile sorulmamıştı Başbakan’a.
Yine Erdoğan’ın kamuoyuna vermek istediği
mesajları rahat aktarabilmesi için yardımcı olma yolunu seçmişti
uçaktaki gazeteciler.
Hem de öyle bir yardımcı olma ki, sorular, sorudan çok
panellerdeki moderatörlerin yol göstericiliğine
benziyordu.
Hatta Erdoğan’a, Erdoğan’ın
diliyle soru sormuşlardı:
“Geçmişte Almanya’ya ziyaretleriniz oldu. Şimdi bu karalama
kampanyasını neye bağlıyorsunuz?”
Bakar mısınız, protestolar, tepkiler falan
yok!
Varsa yoksa Almanya’da bir karalama
kampanyası!
Sorulardan biri de Cemaat ile
ilgiliydi:
“Gezi’den itibaren bir gerginlik yaratılmaya çalışıldı.
Pensilvanya bu gerginliğin neresinde?”
Yine bir sorgulama, gerçeği yakalama çabası yok; nesnel bir dil
yok.
Yine Erdoğan’ın yanında saf tutarak sormuşlar.
Yine komplo teorileri üretmişler. Habercilik refleksinin yerini
hükümeti koruma refleksi almış.
Sevgili Faruk Bildirici’nin gazetecilik mesleğinin utanç verici
hallerini sergileyen ve sorgulayan bu satırlarına ekleyecek bir
şeyim yok.
Bugünlerin ‘yandaş gazeteciliği’nin gazetecilik
mesleğine nasıl bir ihanet olduğunu tarih kocaman harflerle ve de
hiç zorlanmadan yazacak."