Taraf yazarından ilginç TV eleştirisi
Taraf yazarı Hıdır Geviş, TV haberciliği ve haberlerin ekranlara aktarılışı konusundaki yazısında ilginç görüşlere yer verdi. İşte o sözler...
Taraf yazarı Hıdır Geviş, TV haberciliği ve haberlerin
ekranlara aktarılışı konusundaki yazısında ilginç görüşlere yer
verdi. İşte o sözler...
Sokratik haber televizyonculuğu
Geçtiğimiz çarşambaydı: ofise gitmedim, evden çalıştım, akşama
doğru dört gibi sıkıldım ve dışarı çıktım. Geceden beri kar
yağıyor, hem de lapa lapa, öyle güzel bir kar yağışı ki... New
York'da ve New Jersey de yılın ilk karı değildi bu ama en çok yağış
alan gündü. Mis gibi bir hava, yürürken kollarımı doksan
derece açıyor, kaydığım anlarda arı kanadı gibi pır pır çırpıyorum,
böylece bir denge sağlıyor ve düşmekten kurtuluyorum. Nehre doğru
yürürken, Deb'i aradım, kahvecide buluştuk, kahvelerimizi aldık ve
Hudson nehrinin kenarına gittik. Nehrin öbür kıyısındaki Manhattan
ın puslu manzarasına bakıp sohbet ediyoruz, bir ara aklım yine uçtu
gitti, aileleriyle birlikte kardan adam yapan çocukların gülüşme
sesleri geliyor kulağıma bir tek, onun dışında eski karlı kış
filmlerindeyim, Dersim'deki labirenti andıran karlı yollardan
yürüyüp dona dona ilkokula gittiğim günlerdeyim , sonra
tekrar geri geldim ve Deb'e sordum: "Hayatı bir uzaktan kumandayla
ileri geri alabilseydin, kendi kişisel tarihinde hangi zamana ve
hangi ana geri gitmek isterdin?" 9 yıl öncesine dönmek istermiş,
Houston da üçüncü sevgilisiyle geçirdiği keyifli
günlere... Aynı soruyu O da bana sordu, omuzlarımı silktim,
hiç bir şey demedim.
Eve döndüğümde televiziyonu açtım, kanaldan kanala geçiyorum, kar
haberleri her yerde, ogün CNBC adlı kanalda American Greed
adli bir belgesel vardı: Para için inanılmaz suçlar işleyen aç
gözlü insanların öyküsü... İster istemez Türkiyede sayıları her
geçen gün artan haber televizyonlarında neden geçmişte yolsuzluk
yapmış işadamı ve politikacılarla ilgili böyle bir belgesel
yapılmıyor diye hayıflandım, hatta yapımcı arkadaşım Yalçın Arı'ya
da bu düşüncemi ilettim.
Ancak ne yazik ki Türkiye'deki heber televizyonlarında
yaratıcı yayıncılık değil, Sokratesçi yayıncılık anlayışı hakim.
Yapılan programların nerdeyse hepsi stüdyoda kurulu bir masa
ve bir kaç sandalye esasına dayalı: masa etrafına uzmanlar
(gazeteci, politikacı, bürokrat, akademisyen, yazar, her neyse.)
oturuyor ve bir yönetici eşliğinde bir meseleyi
tartışıyorlar. Amaç, tıpkı Sokratik tartışma yönteminde olduğu
gibi, farklı görüşleri çarpıştırmak, soru ve cevaplarla tartışmayı
ilerletmek ; böylece hem rasyonel düşünmeyi teşvik etmek, hem de
fikirleri daha iyi açıklamak ve bir aydınlanma sağlamak. Ancak
ayarı iyice kaçan bu tür programların giderek faydasız hale
geldiğini, hatta yayıncılık açısından ciddi bir tehlike olduğunu
düşünüyorum. Çünkü gazeteciliği stüdyoya hapsediyor, her şey sadece
elit bir zümrenin etrafında dönüyor, halk ve hayatın basit ve asal
gerçekleri gözden kaçıyor. Olayların asıl muhatabının, yani halkın
ortalıkta olmadığı, her şeyin bir bilenler tarafından ele alınıp
tartışıldığı bir çeşit Engizisyon gazeteciliği bu. Engizisyon
yayıncılığının ortaya koydugu Türkiye resmi de fotoşoplanmış bir
resim, aslına benzemiyor. Oysa TV lerin bir bilenlerden çok halkla
düşüp kalkmaları gerekiyor, ancak bunu yapmıyorlar, bu nedenle
sevimsiz ve ukala bir karakteri var.
"Peki Hıdırcım onu bunu bırak da sen bir haber kanalının
başına geçseydin neler yapardın?" diye sorsaydınız sizi şöyle
cevaplardım, gençlerin yanı sıra, yaşlı ve tecrübeli gazetecilerden
bir muhabir grubu oluştururdum. Örneğin ekonomik kriz
çıktığında bir muhabiri kadınlar gününe yollardım, krizin onları
nasil etkilediğini ögrenirdik; kısırdan mı kıstılar, böreğin
peynirini mi az koyuyorlar, yarım altınlar çeyreğe mi döndü?
Gulmeyin, ben çok ciddiyim, Türkiye'de milyonarca kadın bu şekilde
sosyalleşiyor, eğleniyor ve bu şekilde para biriktiriyor...
İkinci muhabirimi telekızlık yaparak ekmeğini kazanan bir kadının
evine yollardım, kriz onun işlerini nasıl etkilemiş,
öğrenirdik...
Üçüncü muhabiri İstanbul trafiğinde kağni gibi ilerleyen bir
belediye otobusüne bindirir, oradan yayın yaptırırdım.
Dördüncüyü bir köye gönderirdim, köy kahvesine gitsin,
tarlaya gitsin, ürünlerini yok pahasına satan köylülerle
konuşsun...
Beşinciyi çok zenginlerin gittigi Paper Moon adlı lokantanın
mutfağına yollardım, ne malzemeler kullanılıyor, menödeki yemekler
kaç para ...
Ayrıca kanalımda, haftalık dergi haberciliği ve gazete yazı dizisi
arasında bir yerlere konumlandırabilceginiz kısa haber belgesellere
ağırlık verirdim. 12 Eylülden sonra mülteci olarak Avrupaya göçeden
devrimcilerin orada kendilerine nasıl bir hayat kurduklarına
yansıtırdım... Savaş nedeniyle evleri başlarına yıkılan ve büyük
kentlere göçeden Kürt köylülerinin bu yeni hayatlarını görüntüler,
sonra bazılarını alır, köylerine geri götürür ve badem
bahçlerinde gezdirirdim, dağlarda türkü söylettirirdim, onları
terkettikleri eski hayatlarıyla yüzleştirirdim.
Yapılacak o kadar çok şey varki, çünkü ancak böyle bir yaklaşımla
bu millet birbirinin halinden anlayabilir.
Hıdır Geviş - Taraf