Tamam Ahmet... Kabul... Haklısın ama...

"Kentli, eğitimli, ‘yırtmış’ insanların kendilerini ifade tarzı artık sadece tahkir ve tezyif...”



ADNAN BERK OKAN

Ahmet Kekeç, 6 Ekim 2014 tarihli Star gazetesinde başlığı altında yayımlanan makalesinde, adının başında “Prof.” unvanı bulunan kaba, nobran ve hoyrat bir akademisyeni eleştiriyordu…

Uzun uzun, Ahmet’in eleştirilerinin haklılığı ya da haksızlığını tartışacak değilim…

Ancak…

Yazısında katıldığım tespitlerinin katılmadıklarımdan çok fazla olduğunu belirtmeden de geçemeyeceğim.

Örnek mi?..

Buyurun o halde:

“Küfretmeden konuşamıyorlar...”

Aynen katılıyorum Ahmet’e…

Siyasi görüşleri ne olursa olsun…

İster iktidara yağcılık yapsınlar…

İster müzmin ve acımasız muhalif olsunlar…

Hemen hepsi aynı…

Köşelerde küfürden, hakaretten, iftiradan geçilmiyor…

Burası da yine Ahmet’in yazısından:

“ Kentli, eğitimli, ‘yırtmış’ insanların kendilerini ifade tarzı artık sadece tahkir ve tezyif...”

Tespit doğru ama eksik…

Neden mi eksik?..


Çünkü…

Köyden şehre taşınınca “Kentli” olduklarını zanneden hem köylü hem dinci ve hem de bencil hesapçıların ifade tarzları da en az “Kentli, eğitimli, ‘yırtmış’ sözde aydınlar” kadar tahkir ve tezyif

Yine meselâ Ahmet’in şu tespiti:

“Önermelerinizin, itirazlarınızın, eleştirilerinizin bir önemi yok... Sorduğunuz soruların da bir önemi yok...”

Aynen katılıyorum…

Ve Ahmet’in mezkûr yazısından son örnek:

“Karşınızdaki (tahkir ve tezyifi ‘doğal hak’ sayan) dil, sorduğunuz sorular karşısında birden mütehakkim (hem haklı, hem ‘doğuştan üstün’) bir dile dönüşüyor ve soru sorma hakkınızı elinizden alıyor. Usulünce, ‘Sen yoksun’ diyor.”

Evet…

Hiç itirazsız kabul…

Ama şerh düşerek kabul…

Şerhim şu:

Ahmet’in bu tespiti hem sözde aydınlar için hem de siyasal iktidara tetikçilik yapanlar için geçerli…

 

Şimdi….

Ahmet’in, adını anmak istemediğim kaba, hoyrat ve nobran akademisyene sorduğu bir soruyu ben cevaplamak istiyorum…

Hangi soruyu mu?..

Şunu:

“Neden ‘inanç’ ile ‘özgürlük’ veya ‘hürriyet’ yan yana gelemiyormuş?”

Ahmet’çiğim…

Kaba, hoyrat ve nobran akademisyen cevap verdi mi bilmiyorum…

Ama bu soruna benim cevabımı oku lütfen…

 

Sevgili kardeşim…

Özgürlüklerin en geniş manada var olabilmesi için hukuk devleti...

Hukuk devletinin olabilmesi için bağımsız ve tarafsız yargı...

Tarafsız ve bağımsız yargının olabilmesi için ise gelişmiş bir demokrasi gereklidir...

İnanç sahibi olmanın önündeki en büyük engel ise gelişmiş demokrasidir...

Neden?..

Çünkü demokrasi pozitif ilimdir...

İnanç ise vahiydir...

Tanrısaldır…

Demokrasi bilimi özgür kılar....

Yani…

İtiraz edilebilirdir bilim…

İnanç ise bilimi yasaklar...

Çünkü...

İnanç
itiraz kabul etmez…

“Allah birdir, ondan başka tapılacak ilâh yoktur” denildiğinde, itiraz edilebilme özgürlüğüm var mı?..

İnançlı bir Müslüman olduğum için benim itiraz etme özgürlüğüm yok…

Ama…

İnanmayanların var…

 

Sevgili Ahmet’çiğim;

Bilim laboratuarda doğruluğu ve varlığı kanıtlanmış bilgilerle devam eder yoluna...

İnanç ise vahyin "mutlak doğru" dediği her şeye itirazsız iman etmek demektir.

İyi de Ahmet…

İnanç (Vahiy) ve özgürlük (Meselâ bilim) nasıl bir arada olabilecek?..

Meselâ…

Kuran'da kız çocuklarının “ay hâli gördükleri” günden itibaren mükellefiyetlerinin her birinin ayrı ayrı amel defterine ya “yerine getirdi” ya da “getirmedi” şeklinde yazılacağı bildiriliyor...

Demek ki…

Ay hali gören bir kız çocuğunun amel defteri açılıyor; günah ve sevaplar yazılmaya başlanıyor…

Nur Suresi 31. Ayet’te şöyle buyuruluyor:

“Mü'min kadınlara da söyle, gözlerini haramdan sakınsınlar, ırzlarını korusunlar. (Yüz ve el gibi) görünen kısımlar müstesna, zînet (yer)lerini göstermesinler. Başörtülerini ta yakalarının üzerine kadar salsınlar………..”

Ayetlerde, mü’min kadınların nasıl örtünecekleri, hangi yerlerini açabilecekleri açıkça belirtilmese de Hz. Peygamber’in baldızı Hz. Esma’ya şöyle dediği rivayet olunuyor hadislerde:

“Ey Esma! Bir kadın adet görmeye başlayınca el ve yüzünden başka yerini yabancılara göstermesi caiz değildir.”

 

N’olcak şimdi Ahmet?..

Mükellefiyeti başlamış (Ay hali görmüş) 10 veya 11 yaşında bir kız çocuğu ya örtünecek ve amel defterine “yerine getirdi” diye yazılacak…

Ya da “ben örtünmek istemiyorum” diyecek…

Ve Kuran’a göre;  “Günahkâr” olacak…

Çünkü…

Amel defterine “Yerine getirmedi” diye yazılacak…

Haaaa…

Dersen ki “Kulların günaha girmek özgürlükleri de var (Ak Parti milletvekillerinden Metin Külünk öyle söylüyor meselâ)…”

Doğru haklısın…

Ama be Ahmet…

“Özgürlük” deyince, benim aklıma “güzel şeyler” geliyor…

Günah ve suç olmayan eylemlerde bulunabilme hürriyeti geliyor…

Sonunda günah olan bir özgürlük özgürlük müdür Ahmet?..

 

Unutmadan…

Tabii bir de işin “Bilim” yönünden izah edilmesi gerekiyor…

Zira daha önce de söylediğim gibi, bilim laboratuarda doğruluğu ve varlığı kanıtlanmış bilgilerle devam eder yoluna...

Suyun kaynama noktası laboratuar ortamında denendiği için yer alıyor fizik kitaplarında…

Dünyanın kendi etrafında döndüğü de artık teknolojik olarak kanıtlandı…

V.s, v.s., v.s….

Oysa vahiylerde laboratuarda kanıtlanmış hiçbir bilgi yoktur…

Yüce Allah vahiy yoluyla gönderdiği Kuran’da yer alan bilgilere itiraz edenlerin dinden çıkacaklarını, kafir olacaklarını ve haliyle (Hesap Günü) cehennemde yakılarak cezalandırılacaklarını buyuruyor…

Bugüne kadar henüz cennetle cehennemi bizzat görüp de anlatan yok…

Haliyle henüz bilimsel olarak “ölüm sonrası” bilinmiyor…

Ama…

Buna rağmen, inançlarımız gereği bizler cennete de cehenneme de inanıyoruz…

 

Geleyim son sözüme Ahmet…

Ben de inançlı bir Müslüman’ım…

En azından öyle olduğumu sanıyorum…

Ama…

Bilime de inanıyorum…

Ancak…

Bilime itiraz etme özgürlüğüm olmasına rağmen (İstersem iki kere ikinin dört ettiğine bile itiraz edebilirim kime ne?)…

Vahiye (İnanaçlara, Kuran’da yazanlara) itiraz etme özgürlüğüm yok…

Edersem ne olur?..

Dinden çıkarım…

Dinden çıkarsam (inançlarıma göre) öldükten sonra cehennemde yanarım…

Yok öyle yağma Ahmet’çiğim…

Sen cennette Hurilerle…

Ben cehennemde dallama Nuri’lerle…

 

Yani Ahmet’çiğim;

Benim için en iyisi inançlarıma göre inanmak…

Yani...

İnançlarım için özgürlüğümden vazgeçmek...

Ama…

Bilime de saygı duymak…

Bilim insanlarının özgürlüklerini ölesiye savunmak...

Gerektiğinde (Bilime) itiraz da etmek tabii ki…

Ve böylece…

İtiraz ve isyan hakkımı kullanarak zararlı elektriklerden arınmak, boşalmak…

Çünkü…

O iki hakkımı inançlara karşı kullanmam mümkün değil…

Yani…

İnançla özgürlük (Ne yazık ki) bir arada olamıyor Ahmet’çiğim…

Pardon…

Olabiliyor olmasına ama…

İnançlı bir Müslüman’ın cehennemde yanmayı göze alabilmesi şartıyla…

Yine de sen bana inançla özgürlüğün bir arada olabileceğini anlatır ve laboratuar sonuçlarını da gönderirsen memnun olurum…

adnanberkokan@gmail.com