Takma kafanı be Ertuğrul!..
“Ben asla değişmeyeceğim” diyen bir politikacı veya medya yöneticisi (ya da yazar) gelecekten ne bekleyebilir Ertuğrul?..
ADNAN BERK OKAN
Sevgili Ertuğrul (Özkök);
başlığı altında yayımlanan yazını okuduktan sonra sana yazmaya
karar verdim…
Ama bu arada aklımdayken hemen söyleyeyim:
Son zamanlarda çok fazla duygusal takılıyorsun…
Ve...
Sanırım seni en iyi anlayanlardan biri de benim…
Tıpkı, amiral gemisinin başındayken seni en çok tenkit edenlerden
biri olduğum gibi…
Değerli dostum…
Senin mahallende, ağza almanın bile “Tehlike”
çanları çaldıracağı şeyler söylüyorsun bu yazında...
Türkiye’nin bugünü ve geleceğiyle ilgili
"umutlu" şeyler...
Hazırlıklı ol…
Çünkü…
“Oktay Ekşi’nin başına gelenlerden sonra korktu çark
etti” diyecekler…
Çünkü…
Sizin mahallede bu ülkenin geleceğiyle ilgili basılacak tek tablo,
kapkara bir gök yüzü ve buna rağmen kurumuş, çatlamış çorak
topraklardır…
Çünkü sizin mahallede, bu ülkenin geleceğinin
“Parlak” olduğu fikri bile
"karanlık"tır ve tabloyu asanın,
Başbakan tarafından satın alındığının(!)
karinesidir…
Sevgili Ertuğrul…
Hürriyet’i yönettiğin 21 yıl
içinde bizim memlekette “yazar” dediğinin
“tek doğrusu” olduğunu öğrenmişsindir sanırım…
O tek doğrunun ise kendine hedef seçtiği kitlenin düşündükleri
neyse o olduğunu da biliyorsundur yani…
Bizim memlekette birisi veya bir kurum ya da bir
“olgu” hakkında asla düşünce değiştiremezsin…
Demir atmış köhne bir gemi gibi çürüyüp gitmelisin o sığ
sularda…
Birisini tenkit ettiysen, ertesi gün asla “bravo”
demeyeceksin…
Birisine “Tebrikler, çok iyiydin” demişsen zinhar
“Aaaa… İşte şimdi olmadı!” diye eleştiri oklarını
yöneltmeyeceksin…
Peki böyle yaparsan ne olur?...
Ne olacak?..
Ya “Satılmış” olursun…
Ya da “Vatan haini”…
İşte son günlerde senin başına gelenler…
Neymiş?..
Başbakan Erdoğan’ı ve hükümetini övmeye
başlamışsın…
Altından kim bilir ne çıkacakmış…
Vay anasını!..
Sevgili Ertuğrul…
Ne karşı mahalle ne de senin mahallenin sakinleri, Başbakan
Erdoğan Ve Türkiye hakkında
kurduğun şu son “tatlı cümleler”in ilk olmadığını
hatırlamazlar...
Son olmayacağını da…
Ve hatta...
Senin Erdoğan’ı bundan böyle de eleştirmeye devam
edeceğini bilir ama bilmezden gelirler...
Sevgili dostum;
Gel istersen medyamıza şöyle bir toplu bakış yapalım...
İzleme imkânı bulduğumuz yüzlerce televizyon kanalına…
Onlarca gazeteye (ki bunlardan en büyüğünü 21 yıl sen
yönettin)…
Yüzlerce radyoya…
Ve…
Binlerce web sitesine…
İlle de TV kanallarımıza...
Kimilerinde pahalı dizi filmlerle yapılıyor toplum
mühendisliği…
Kimilerindeyse “körler sağırlar birbirini ağırlar”
misali aynı notaları farklı enstrümandan çalanlar çıkıp aynı
türküyü söylüyorlar…
Tek bir farklı ses yok…
Farklı ses olanlar ise tam bir “kakafoni”…
Oysa onlarca farklı enstrüman aynı anda başka notaları bastığı
halde bir ses şölenine dönüşen eserlerdeki o ahengin tek sebebi
"UYUM" değil mi Ertuğrul?..
Ya gazeteler?..
Ya radyolar?..
Ya internet?..
Kanallardan farklı mı?..
Hayır!..
Değerli dostum;
Yayın yapan TV, radyo, haber sitesi, gazete yöneticilerine
sorarsan; tek amaçlarının olduğunu söyleyeceklerdir:
“Biz halka gerçeği sunmak için varız”…
Sen de aynı şeyleri yazıp söylemiyor muydun geminin
dümenindeyken?..
Ne tatlı bir yalandır o değil mi sevgili dostum?..
Hatta medya yöneticilerinin kendilerini bile ikna edemedikleri
tepeden inme, “özdeyiş” haline getirilmiş bir
“yalan”…
Amman ha!..
“Sen de her zaman öyleydin” demek istemiyorum…
Ancak…
Kabul et ki, Hürriyet’i yönetirken, bugünkü kadar
tarafsız ve özgür değildin…
Bir dakika, bir dakika…
Hemen itiraz etme…
Aynı medya dünyasında gerçekten “yansız” olmayı ve
kalmayı başarmış meslektaşlarımız olduğunu ben de kabul
ediyorum…
Gerektiğinde alkışlayan, gerektiğinde “ama işte şimdi
olmadı” diyen…
Ancak…
Sayıca o kadar azlar ki…
Asıl çoğunluk, goygoycularda…
Eliyle ya da diliyle toplum mühendisliğine katkıda bulunması
istenilen fikirleri tıpkı bir Kırk Harami gibi
pala sallayarak yaymaya çalışanlarda…
Bunların her biri, kendileri ve Hasan
Sabbah'larınca “Gerçeği tebliğ eden”
birer (sahte) peygamber sanki Ertuğrul…
Benim değerli Evlâdı Fatihan arkadaşım;
Kabul et ki günümüzde medya kanallarının bir gurubundan
öğrendiğimiz gerçekler(!), diğer gurubun medya kanallarından
şırınga edilenlere hiç benzemiyor...
İşin kötüsü…
Emin olmak için girdiğimiz internet siteleri ve başvurduğumuz
kitaplar da aynı konuda bir başka “gerçek”ten söz
ediyor bize…
Bre aman Ertuğrul!...
Nedir bu "gerçekten, gerçek" sahi?...
İzliyorsan görüyorsundur dostum;
Ekranlardaki tartışmacılar, bir kanunun yorumunda bile neredeyse
birbirlerini boğazlayacaklar…
Kanıtlar ve karşı-kanıtlar havada uçuşuyor boş bir kâğıt
gibi...
Yorumlar…
Demeçler…
Görüntüler…
Ek iddialar…
Yalanlamalar…
Alaylar…
Ve…
Hakaretler…
Hatta daha da öte…
Konuklarına ettiği hakaret yetmezmiş gibi aktif katılımcılarını
köpeğin mabadına sokup çıkaran moderatörlerimiz bile var…
Sonunda ne mi oluyor sevgili dostum?..
Gözlemlerime dayanarak söyleyeyim ne olduğunu:
Görevli tartışmacıların “ağır aabi” pozlarında
ortaya attıkları ve hangisinin “doğru”, hangisinin
“yanlış” olduğu asla öğrenilemeyecek olan
gerçekler veya savundukları tezler ekran başındaki yurttaş için bir
“inanç” haline geliyor…
Ya da “tercih” etmek zorunda olduğu bir
“Tanrı Kelâmı”…
Ve Ertuğrul…
Sen pek o ortamlara girmezsin ama ben yakından biliyorum ki…
Ertesi ve daha ertesi günler o öğrenilen yeni dini(!) aralarında
tartışmaya başlıyorlar…
Artık onlar da çok şey biliyorlar ya…
Öğrendikleri bilgilere "kuryelik" edenlerin,
ekranların en yüksek sesli, en yakışıklı (veya güzel), en afili
abisi (ablası) olduğunu unutup, kendilerine mal ediyorlar…
Mülk edindikleri o inançlarının sorgulanmasına kızıyorlar ama onlar
başkalarının inançlarını yerden yere vuruyorlar…
Çünkü…
Türkiye’de yaşayan insanların çok büyük çoğunluğu
sadece inançlarıyla yarattığı doğrularına göre yaşamak
istiyorlar…
Ve…
Genellikle o doğruları kendileriyle paylaşan insanlardan dostlar
seçiyorlar…
İçlerinden sen, ben ve bizler gibi her mahalleden
“dost” tutanlara ise “orospu”
muamelesi yapıyorlar…
Kendileri gibi düşünmeyenler için elleriyle havayı dövüp;
“Boş veerrr” çekiyor sonra da burunlarından
soluyorlar: “Cehenneme kadar yolları var”…
Ve…
Birbirlerini ikna edemeyince asıllarına dönüyorlar…
Ve…
Kavga şöyle sürüyor kendi aralarında:
“Bak ama Falanca Filanca ne dedi geçen gün
televizyonda”…
“İyi de kardeşim… Sen Filanca Falanca’yı dinledin mi?.. O
da şöyle dedi…”
Diğeri atılıyor:
“Yahu bu kitap yanlış mı yazıyor?”…
Sen, ben ve benzerlerimiz işte bu medyanın hedefiyiz Ertuğrul!..
Sevgili Ertuğrul;
Hiç kimse aslında kendisinin de yıllardır değiştiğinin farkında
değil…
Sanki on yedi yaşındaki duyguları ve düşünceleri yirmi yedi yaşına
geldiğinde de aynıymış gibi yapıyorlar…
Veya otuz yedisine geldiğinde halen yirmi yedi yaşındaki yerinde
duruyorlar…
İçleri değişse de dışlarını, erken kırlaşmış saç gibi delikanlılık
rengine boyatıyorlar...
Kendi değişimlerini de neden fark etmiyorlar?..
Çünkü çoğunluğun kendisi veya başkasıyla ilgili aklında kalan tek
görüntü ”Son fotoğraf karesi”…
Seni, beni ve benzerlerimizi farklı kılan ve başkalarının saldırı
duygularını tetikleyen işte bu değişimi kolay kabul edişimiz…
Hâsılı değerli dostum…
Türkiye’de siyasette 53 yılını aynı partide
geçirdiğiyle övünen Önder Sav isimli bir politika
esnafı, genel başkanının partinin adının başına
"Yeni” sıfatını eklemesinden dolayı
öfkelenebiliyor bile…
"Bizim partimiz 'Yeni' değil ve 'olmamaz' da" diyen;
“Yeni” den bu kadar korkan bir politikacı ve
destekçisi medya, değişime nasıl olup da katlanabilecek?...
“Ben asla değişmeyeceğim” diyen bir politikacı
veya medya yöneticisi (ya da yazar) gelecekten ne bekleyebilir
Ertuğrul?..
Üzerinde pay sahibi olamayacağı bir gelecekten memnun olmayacaksa,
"gelecek" için ne yapacağını biliyor mu peki?.
Ve değerli dostum?..
Şu son günlerde bu konunun medyamızda tartışıldığına tanık oldun
mu?..
“Yeni”den bu kadar korkan 53
yıllık politikacıya, 40 yıllık gazeteci ve
ankormanın bu konuyu sorduğunu duydun mu?..
Ben duymadım da…
Hâsılı Ertuğrul...
Değişmeyenlerin, değişenleri "aşağıladığı" bir
ükenin geleceğinden umutlu olmakta her şeye rağmen ne kadar
haklıysan, medyadaki bu "prangalı düşünce"
yapısından da o kadar "karamsarlığa kapılmalısın"
diye düşünüyorum...
Ama yine de...
Takma kafanı be arkadaşım!..
Sevgiler…
adnanberkokan@gmail.com